Âlemlerin yegâne hâkimi yüce Rabbimize hamd, O’nun kıymetli elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’e salât ve selam olsun.
Allah celle celâluhu, boşuna yaratmadığını1 ve başıboş bırakmadığını2 bildirdiği insanoğlunu, ona en uygun yaşam şekline davet ederken, bu mesajı iletecek elçisini hem davetçi hem de örnek olarak seçmiş ve onun eliyle ahkâmını sağlam bir şekilde yaşam alanına girdirmiştir. Bu görev için son derece uygun özelliklere sahip olan Allah Rasûlü (s.a.v.), tüm selef âlimleri tarafından elçi olmakla beraber teşrî (hüküm koyma) yetkisine sahip olarak da kabul edilmiştir.
O sadece ezberci bir elçi değil, dinin ruhunu, Allah’ın bir hükümden muradını, her bir ayetin sebebini, hikmetini ve Yüce Rabbimizin nasıl bir fert, nasıl bir toplum, nasıl bir medeniyet oluşturmak istediğini en iyi anlayan kişiydi. Tüm insanların çok iyi bildiği gibi Allah Rasûlü çok zeki, son derece mantıklı, üstün basiret ve ferasete sahip olgun bir şahsiyetti. Ayrıca daha peygamber olmadan önce bile toplumun sorunları ile ilgili, Mekke’yi yönetenlerle oturup kalkan ve insanlar üzerinde saygınlığı olan bir kişiliğe sahip olduğu da bilinmektedir. Bütün bu üstün vasıflarla donatılmış olması onun insanlar üzerinde yetkili bir makamda olduğunun da delillerindendir. Allah (c.c.), onu sadece bir elçi olarak değil, kıyamete kadar tüm ümmet için bir lider olarak seçmiş, ve ona gerekli yetkileri de vermiştir. “O Rasûl size ne verdiyse onu alın neyden sakındırdıysa ondan da kaçının.”1 buyurarak peygamberinin yetkisini bildirmiştir.
Sahabenin, peygamberimizi bu makamda gördüğünün çok açık misalleri vardır. Meşhur Muaz b. Cebel hadisinde, Peygamber (s.a.v.) kendisini Yemen’e kadı olarak gönderirken; “Bir olayla karşılaşırsan nasıl hükmedeceksin” diye sormuş, o da; “Allah’ın kitabı ile” demiştir. Hz. Peygamber; “Ya kitapta bulamazsan?” deyince, Muaz; “Allah’ın Peygamberinin sünneti ile” diye cevap vermiştir. Peygamber; “Allah’ın Peygamberinin sünnetinde bulamazsan?” buyurmuş, o da; “re’yimle içtihad yaparım” cevabını verince, Hz. Peygamber (s.a.v.) Muaz’ın göğsüne elleriyle vurmuş ve “Rasulünün elçisini onun razı olacağı şekilde muvaffak kılan Allah’a hamd olsun” diye dua etmiştir.2
Rabbimiz Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de bu dinin ana hatlarını ortaya koymuş bazı tafsilat meseleleri ve indirdiği hükümlerin şerhini (tefsirini, uygulama şekillerini, detaylı hükümleri) peygamberimize terk etmiştir. Kurtûbî tefsirinin mukaddimesinde sünnetin Kur’an’ı beyanının iki şekilde olduğunu anlatmaktadır. ‘Birincisi Kitap’taki mücmeli (tafsilatı anlatılmadığı için anlaşılamayan hükümleri) beyandır. Mesela beş vakit namazın vakitlerini beyanı, zekâtın miktarı ve haccın menâsikini beyanı gibi. İkincisi ise, kitabın hükmü üzerine ziyadeliktir. Mesela, kadının nikâhını hala ve teyze üzerine beyan gibi.’3 Bu açıdan bakıldığında Tabiinden ve Şam’ın en büyük fakihlerinden büyük hadis hâfızı Mekhul eş- Şâmî (r.h.)’nin de ifade ettiği gibi; ‘Kur’an’ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’an’a olan ihtiyacında daha fazladır.’4 Çünkü Kur’an sünnetten uzaklaştırıldığı nispette anlaşılamaz hale gelecektir. Kur’an’ın temel iman esaslarını anlatırken ki üslubu herkesin anlayabileceği sadelikte olmakla birlikte bazı mütaşabih ayetleri ve şerhi, sünnete bırakılmış hüküm(ki Kur’an’ın hükümlerinin tamamı böyledir) ve meselelerin sünnetsiz anlaşılması ve yaşanması mümkün değildir. Bu da Kur’an ve Sünnet’in parçalanamaz bir bütün olduğunun delilerindendir.
Yüce Allah (c.c.); “Allah mü’minlere bol bol ihsanda bulundu. Çünkü onlara kendi cinslerinden bir peygamber gönderdi ki kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyor, onları fena huy ve inançlardan temizliyor; onlara Kur’an ve hikmeti öğretiyor. Hâlbuki bundan önce açık bir sapıklık içinde idiler.”5 buyurmaktadır. İslam âlimlerinin ekserisi ayetteki ‘hikmet’ kelimesi ile Kur’an-ı Kerim’in kastedilmediği fakat Hz. Peygamberin kavlî ve fiilî sünnetinden başka bir şey olmayan ve Allah’ın, Rasûlü’ne bildirdiği şeriat hedeflerinin, talimat ve sırlarının mecmuundan ibaret olduğu kanaatindedir.’6 Bu manayı destekler mahiyette olan hadislerden birinde ise Efendimiz (s.a.v.) “Bana Kitapla beraber, bir misli de verildi”7 buyurmaktadır.
Yine Kur’an; “O hevâ ve hevesinden konuşmaz. Onun konuştuğu ancak vahiydir.”8 buyurarak Efendimiz’in hadislerinin Allah’ın izni, bilgisi ve tasdiki dışında olmadığını açıklamaktadır. Bu konuyu Ebu’l Beka Külliyatında şöyle tefsir eder. “Hâsılı Kur’an ile hadis, “o Allah tarafından indirilen bir vahiyden ibarettir” ayetinin delâlet ettiği üzere, Allah tarafından inzal edilmiş bir vahiy olmak bakımından birdirler. Yalnız Kur’an-ı Kerim mûciz olması ve benzerinin getirilemeyeceği hususunda meydan okumak için inzal edilmiş olması bakımından hadisten ayrılır. Buna ilaveten Kur’an-ı Kerim Levh-i Mahfuz’da yazılıdır. Ne Cebrail’in ne de Rasûlullah’ın onda herhangi bir tasarrufa hakları vardır. Cebrail tarafından sırf mana halinde inzal edilen bir takım hadisleri, Hz. Peygamberin söz halinde ifade etmesi muhtemeldir.”9
O halde Allah Rasûlü’nün kendi ashabı ve ondan sonra gelenler için hükmetme yetkisinde bir lider olduğu tartışma kabul etmez bir gerçektir. Fakat bazı kimseler bu konuyu tartışma konusu yapmak istemiş fakat ilk etapta Allah Rasûlü’nün teşrî’ yetkisini tamamen reddetmeye güç yetirememişler ve Peygamberimizin hükümlerinin sadece kendi çağı için geçerli olduğunu söyleyebilmişlerdir. Bu bağlamda, onun hadislerinin devlet başkanı olarak kendine tâbii olanları muhatap aldığını fakat bu gün geçerliliğini kaybettiğini, bizi sadece ayetlerden elde edilen hükümlerin bağladığını iddia etmişlerdir. Hâlbuki Allah bu konuyla ilgili ayetlerinde böyle bir istisna tutmamaktadır. O Rasûl; tüm mü’minlerin peygamberi, önderi, yolunu adım adım takip etmeleri gereken liderleridir. Ve onun yolundan ayrılmak veya en küçük bir hükmüne bile muhalefet etmek kıyamete kadar hiçbir Müslüman için caiz değildir.
Rahman olan Allah, Rasûlü’ne bu ümmetin başına gelebilecek her türlü tehlikeyi önceden göstererek birçok hadisle, ümmetin o konuda uyarılmasını sağlamıştır. Bu konu da onlardan biridir. Kur’an-ı Kerim’de bu durum ayetlerle ifade edildiği halde Rabbimiz, bizzat Efendimizin dili ile de apaçık bir uyarıyı bizlere nasip etmiştir. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır;
“Şunu kat’i olarak biliniz ki, bana Kur’an-ı Kerim ve onun bir misli daha verilmiştir. Karnı tok bir halde rahat koltuğunda oturarak: ‘Şu Kur’an’a sarılınız. Bunda helal olarak ne görmüşseniz onu helal kabul ediniz, neyi de haram olarak görmüşseniz onu haram biliniz’, diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir. Şüphesiz ki Allah Rasûlü’nün haram ettiği şey, Allah’ın haram ettiği şey gibidir.”10 Bu hadisin açık açık ifade ettiği gibi Kur’an ile sünnetin arasını ayırmak bu ümmet için kendi içlerinden zuhur edecek olan bir tehlikedir. Ve hadisin de bildirdiği gibi derdi İslam davası olmayan, rahat koltuğunda oturmuş kimseler tarafından ortaya atılacak bir saptırma faaliyetidir. Kur’an ve Sünnet’i, tebliğ edilme maksadına uygun bir şekilde anlamayı bizlere nasip etmesini Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum.
Gelecek ay konumuza devam etmek üzere Allah’a emanet olunuz...
1-Haşr 7
2-Tirmizî Ahkâm 3, A. İbni Hanbel Müsned c.v sf.230,236,242
3-Tefsir Usulü Prof. Dr. İ. Cerrahoğlu sf.232
4-Tefsir Usulü Prof. Dr. İ. Cerrahoğlu
5-Al-i İmran 164
6-Ulûmu’l Hadis Dr. Suphi Es-Salih sf.248
7-Tefsiru’l Kurtubî c-1 sf 38
8-Necm, 3
9-Ulûmu’l Hadis Dr. Suphi Es-Salih sf. 247
10-Ebu Davut, İbni Mace, Dârimî