Rüyamda Allah’ın lütfu ile, Musa Aleyhisselam’ın Rabbimiz ile konuştuğu dağ olan Tûr-i Sina’dayım. Âdem Aleyhisselam’dan bu yana Peygamberler ve ümmetlerinden Tevhid davasının takipçileri bu dağın tepesinde Allah’a adakta bulunuyorlar. Davanın kıyamete kadar olan takipçileri Allah için hazırlamış oldukları “Adak ve kurbanları” Allah’a sunuyorlar. Adağın kabul olduğunun göstergesi de bir nurun (ışığın, yıldırımın) sunulan bu adağı alması. Ben bu durumu izlemek üzere getirilmişim. Adeta izleyip ders almam, ibret almam, tecrübe edinmem için. Böylece Allah’ın neleri, nasıl ve ne şekilde kabul ettiğini Rabbimin lütfu ile öğreniyorum.
Sırası gelen cemaat adakta bulunuyor. Hepsi kendinden emin idiler, ortak özellikleri hepsinin de kendisini fırkayı Naciye görmeleri ve kendilerine çok güvenmeleriydi. Hepsi de kendilerinin haklı ve hak yolda olduklarını düşünüyor ve iddia ediyorlardı. Bir kısmı gururlu ve kibirli bir haldeydiler. Teşbihte hata olmasın sanki bir ihale açılmışta ve herkes ihaleyi almak için plan ve projelerini sunuyordu. Fakat sunulan bu adak ve kurbanlar kabul edilmedi. Kendilerinden çok emin olmaları ve tavırları çok çirkindi. Sanki şöyle der gibiydiler; “Bizim ki kabul olmayacak da kiminki kabul olacak.” Adağını (plan ve projesini) sunan ekip ve kişiler kabul edilmediğini görünce çok perişan oldular.
Ben bu durumu izliyor ve ağlıyordum. “Ya Rabbi! Biz hiçbir şeyimize güvenmiyoruz. Ya Rabbi! Rahmetini umuyoruz. Ya Rabbi! Biz ilmimize, bilgimize, tecrübemize güvenmiyoruz. Acziyetimizi, bilgisizliğimizi itiraf ediyoruz” diyordum. Fatiha’yı okuyorum, (yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım diliyoruz deyip) ağlayarak secdeye kapandım. Ve ağlayarak secdede uzun süre dua ettim. Tevbe ettim, Kelime-i Tevhid ve Fatiha’yı okudum. Ağlayarak dedim ki; “Ya Rabbi! yukarda isimlerini saydığım bu camiaların şunları vardı. Kabul etmedin! Ya Rabbi! Bizden isteğin nedir? Sen bizi yönlendirmezsen biz hiçbir şey yapamayız, Sen bize yardım et. Sana inandık güvendik yardımını istiyoruz.”
Allah Azze ve Celle: “Ey Halil İbrahim! Allah’ın boyasıyla boyanın. Ben boyamdan başkasını kabul etmem. Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa öyle korkun. Kulum Alparslan’a, yanındakilere ve bu davanın yolcularına selam söyle” dedi. Ben bu müjdeyi rüyamda alarak yine rüyamda Hocamızın yanına geldim. Hocaefendi ekibiyle beraber harıl harıl çalışıyorlardı. Hocamız bu habere çok sevindi, ağlayarak hamd ve şükür etti.
Bizim hediyemiz de hazırlandı. Bir heyetle beraber yine Tur-i Sina’ya geldik. Adağımızı sunarken adak yerine çıktığımda ağlıyor, korkuyor, secdeye kapanıyor ve yukarıdaki dua ve benzerlerini yapıyordum. Adak yerine iyice yaklaşınca neyi kurban etsem diye düşününce hemen yanımda beliriveren yeşil renkte bir kurbanlık gördüm. Ben de; “Allah Azze ve Celle ancak kendi boyasıyla boyanmış olanları kabul eder ve bana böyle söyledi. Bu koç ise yeşil, ben çobanım benim bildiğim yeşil renkte koç olmaz” diye kalbimden geçirdim. Sanki koç kalbimden geçenleri anlayarak; “Ben Allah Azze ve Celle’nin boyası ile boyandım. Ne olur beni kurban edin” dedi ağlayarak… Biz de ağlayan bu yeşil koçu sunduk. Bir nur (ışık, yıldırım) gelerek sunmakta olduğumuz kurbanımızı Rabbimiz lütfu ile kabul buyurdu.
Halil İbrahim YILDIZ