“Rasulünü hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Öyle ki müşrikler hoşlanmasalar da onu (hak din olan İslam’ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır.”1
Bu ayetler yüce Allah’ın dinini üstün çıkararak nurunu tamamlayacağına ilişkin değişmez kanuna kanıt oluşturan, bu itibarla kesinlikle gerçekleşecek olan ilahi bir vaattir.
Bu vaat mü’minlerin kalplerine güven aşılar, onların kendilerini bekleyen bütün zorluklar ve bütün sıkıntıları göğüsleyerek yollarına devam etmelerini, kâfirlerin bütün oyunlarına ve saldırganlıklarına rağmen yüce hedeflerine doğru ilerlemelerini sağlar.
Bu ilahi vaat; Peygamberimizin, halifelerinin ve daha sonraki gayretli Müslümanların ellerinde gerçekleşmiş ve uzun yıllar boyunca yürürlükte kalmıştır. Bu dönemde gerçek din üstün ve galipti. Bağlılığı sırf yüce Allah’ın tekeline vermemiş olan diğer bütün sapık dinler hak dinden korkuyorlar, karşısında titriyorlardı! Sonra gerçek dinin bağlıları dinlerinden uzaklaşmaya başladılar. Adım adım gerçekleşen bu uzaklaşmanın İslam toplumunun bileşim tarzından kaynaklanan iç faktörleri olduğu gibi bu dinin gerek putperestlerden ve gerekse Yahudiler ile Hristiyanlardan oluşan düşmanların giriştikleri sürekli ve değişik yöntemli savaşların yıpratmalarından kaynaklanan dış faktörleri de vardır. Fakat günümüzdeki durum son aşama değildir. Yüce Allah’ın bu ayette açıklanan vaadi geçerliliğini sürdürüyor ve bu sancağı omuzlayıp yeniden yola koyulacak Müslüman bir kitlenin ortaya çıkmasını bekliyor. Bu Müslüman kitle, hak dinin sancağını omuzlayıp yüce Allah’ın nuru ile harekete girişirken, ileriye doğru adım atmaya başladığı ilk noktanın aynısından yola çıkmalıdır.2
Seyyid Kutub ayetin müjdelediği vaadin gerçekleşmesini, hak dinin sancağını omuzlayıp öne atılan bir kitlenin meydana gelmesine bağlıyor. Çünkü bahsedilen vaadin bir cüz’ü, yani İslam’ın diğer dinlerden üstün olması ve Allah’ın nurunun hâkim olması bir dönem gerçekleşmişti. Bunun gerçekleşmesi ise Seyyid Kutub’un vasıflarını saydığı o kitleyle, Peygamberin talebeleri olan sahabe nesliyle sağlanmıştı. Sahabe, ellerinde bu ayet gibi kesin bir müjde ve kanıt olmadığı halde mücadele etti ve Allah’ın da yardımıyla bunu başardı. Zaman içinde o toplum çözülmeye, düzen bozulmaya, hakimiyet el değiştirmeye başladıysa da geleceği vaat eden ayetler hâlâ elimizdedir, Rabbimiz bizi hâlâ müjdelemektedir ve istikbal hâlâ bizimdir.
Rabbimiz: “Gerçekten Allah, benim için yeri topladı da (gözümün önüne serdi de) onun doğusunu ve batısını gördüm. Muhakkak ki, ümmetimin mülkü bana gösterilene (yani arzın doğusu ve batısına) ulaşacaktır”3 gibi hadislerle istikbalin müjdesine sadece Rasulünü vesile kılmamış, bu büyük vaade kendisini de şahit tutmuştur: “Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter.”4 Allah’ın İslam dinini diğer dinlere galip getireceğine dair şahit olması yeter. Başka şahitlere ihtiyacı yoktur.5
Allah’a tüm sıfatları ve isimleriyle iman eden kul, O’nun için hiçbir şeyin imkânsız olmadığına ve yazdıklarının muhakkak gerçekleşeceğine inanmıştır: “Allah, elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir.”6
İnanmış insan, Allah’ın sözünü gerçekleşmiş bir hakikat olarak kabul eder. Eğer belirli bir kuşakta veya dünyanın sınırlı bir bölgesinde dar kapsamlı bir uygulama bu gerçeğe ters düşüyorsa bu uygulama tutarsız, temelsiz ve geçici olan bir uygulamadır. Onun yeryüzünde bir dönem varlığını sürdürmesi özel bir hikmete bağlıdır. Belki de bununla Allah’ın sözünün belirlenen zamanda gerçekleşmesi için iman duygusunun coşturulup, harekete geçirilmesi amaçlanmaktadır.
Bugün insan, İslam düşmanlarının inanmışlara karşı uzun zamanlardan beri uyguladıkları baskılara, takiplere, zulümlere ve her çeşit aldatmaya, ortaya koydukları çeşitli saldırılara baktığında... Bu saldırıların bazı dönemlerde ileri derecede yoğunlaşarak sürgün, işkence, yaşam koşullarının daraltılması ve hatta mü’minlerin sıkı takibata uğrayarak öldürülmeleri gibi tüm cezalandırma, yıldırma metotlarının kullanıldığını hesaba kattığında... Tüm bu olumsuzluklara rağmen imanın mü’minlerin kalbinde muhafaza edildiğini, onları yıkılmaktan koruduğunu, inanmış toplulukların kişiliklerini yitirmekten ve saldırgan ulusların içinde eriyip gitmekten koruduğunu, kesin yıkım ve yok etme halleri dışında inanmış bireylerin ve toplulukların egemen zalim güçlere boyun eğmediğini gördüğünde... Evet insan, uzun vadede gerçekleşen bu hakikati gördüğünde Allah’ın bu vaadinin doğruluğunu anlamaktadır. Bu tarihi gerçeğe baktığında daha fazla beklemesine gerek kalmadan Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu anlar.
Mü’min, ne olursa olsun, Allah’ın vaadinin bu varlık aleminde mutlaka gerçekleşecek bir hakikat olduğuna inanır. Allah’a ve Peygamberine karşı gelenlerin zillete mahkûm olacakları, Allah ve Peygamberinin ise galip olacağı hakkındaki inancına asla gölge düşürmez. Bunun mutlaka gerçekleşeceğine inanır. Olaylar istediği kadar başka şekilde gelişsin fark etmez!7
- Tevbe, 33
- Seyyid Kutub, Fizilal’il Kur’an Tefsiri
- Müslim
- Fetih, 28
- Taberi Tefsiri
- Mücadele, 21
Taberi Tefsiri