Buhari, Müslim ve diğer birçok hadis âliminin Hz. Ömer (r.a.)’den sahih senetle rivayet ettikleri bir hadiste Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ameller (başka değil)ancak niyetlere göredir, herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti Allah ve Resulü için ise onun hicreti Allah ve Resulü’nedir. Kim de kavuşacağı bir dünyalık veya nikâhlanacağı bir kadından dolayı hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.”1
Bu hadis-i şerifin söylenmesine sebep olarak (Sebeb-i Vürud) Taberani’nin İbn-i Mesuttan rivayet ettiği şöyle bir olay anlatılmaktadır: “Bir sahabi Ümmü Kays adında bir kadın ile evlenmek ister; fakat o günlerde Ümmü Kays, Medine’ye hicret edecekti. Kendisiyle evlenmek isteyen sahabiye, niyeti ciddi ise Medine’ye hicret etmeyi ve orada evlenmeyi şart koştu. Bunun üzerine o sahabi Ümmü Kays ile evlenmek arzusuyla Medine’ye hicret etti. Bu durumu bilen sahabiler, ‘Ümmü Kays’ın muhaciri’ dedikleri bu zatın, hicret sevabı kazanıp kazanamayacağını tartışmaya başladılar. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), bu hadisle meseleye açıklık getirerek herkesin niyetine göre kazanacağını duyurdu.”2
Büyük hadis âlimleri Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud, Tirmizi, Dârekutnî ve diğerleri hadisin önemini ifade ederken, bu hadisle İslam’ın üçte birini anlamanın mümkün olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca İmam Şafii, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu dini ilimlerin yarısı saymak gerektiğini vurgulamıştır. İmam Buhari ise kitap yazanlara yaptığı nasihatte eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v)’in hadisleri arasında en meşhurlardan olan ve “niyet hadisi” diye isimlendirilen, ayrıca muhaddislerin dikkatimizi çektiği bu hadislerin önemi nereden kaynaklanmaktadır? Şüphesiz ki; bir kısım ayet ve hadisler3 insana bedeninin en önemli yanının kalbi olduğunu bildirir. Çünkü; kalp bedenin merkezi ve insanın değerli ya da değersiz oluşunun göstergesidir. Hadiste geçen “niyet” kelimesi de kalp ile alâkalıdır. Niyetin yeri kalptir ve tüm istek, arzu, doğru ve yanlış yönelişler kalpte başlar. Niyet; bir şeye yönelmek, yapmaya karar vermek, azmetmek ve kastetmek gibi manalara gelmektedir. Buna göre bir fiili -hayırlı ya da hayırsız- yapmaya yönelmek niyetle başlamaktadır. Kalpte taşınan niyet ne ise ameller ona göre değerlendirilmektedir. Mü’minlerin dünya hayatındaki tüm amellerini kapsayan bu hadis, niyetin ne kadar önemli olduğunu vurgular. Başka bir hadiste Allah Resulü (s.a.v)’nün “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır.”4 dediği rivayet edilmektedir. Yani küçük bir niyet, dağlar kadar amelden üstündür ve sevapça onu geçer; zira riya karışmış nice büyük ameller Allah katında reddedilirken, ihlâsla yapılmış ufacık ameller büyük mükâfatlar kazandırmaktadır. Bir hadiste kıyamet gününde âlim, zengin ve şehit olarak mahşere gelen bazı kimselerin riyakârlığından dolayı cehenneme atılacağı5 belirtilerek niyette ihlâslı olmanın gereği vurgulanmaktadır.
Konumuz olan hadiste: “Herkesin niyeti ne ise eline geçecek olan odur.” denilmektedir. Yani Allah ve Resulünün emrine itaat ve hoşnutluğunu kazanma gayesiyle davası için memleket değiştirenler ile dünyalık bir gaye, bir kadınla evlenmek veya zengin olmak, çevre edinmek gayesiyle memleket değiştirenler bir olmazlar. Çünkü bu adalete zıttır. Adil-i Mutlak olan Allah (c.c.), her fiile niyetine göre değer vermektedir; hâlis niyetle yapıldıysa mükâfat, riya ile yapıldıysa ceza verilmesi adaletin gereğidir. Hadisin vermek istediği ana mesaj müminlerin tam ihlâs sahibi olmasıdır. İhlâs; yapılan amelin sadece Allah için yapılmasıdır. Her ne amel yapılırsa yapılsın sadece Allah’ı dikkate almaktır. Buna göre bu yolda yürüyen dava erlerini bekleyen en ciddi tehlike ihlâsa ulaşamamak veya amellere riya karışması tehlikesidir.
Aslında tüm güzel ahlâklar, tevhitten, bütün kötü hastalıklar da tevhidin eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Niyetin sağlam olması da tevhide dayanmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz Teâla buna işaret ederek: “Oysa onlar, dini yalnızca O’na hâlis kılan hanifler (Allah’ı birleyenler) olarak sadece Allah’a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı vermekten başka şeyle emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur.” buyurmaktadır.6
Niyetin sağlamlaşması ve tam ihlâsın elde edilmesi tevhidin iyi anlaşılmasına bağlıdır. Zira gerçek Kudret ve Rezzak olan varken, ayrıca öte âlemde cenneti ve cehennemi bulunuyorken ondan başkasını dikkate almak mümkün müdür? Allah’tan başkasına yaranmaya çalışmak, insanlardan bir şeyler ummak, izzet ve şerefi kulların basit menfaatlerine heba etmek mantıklı mıdır? Üstad Bediüzzaman, ihlâsın önemini şöyle vurgulamıştır: “Amellerinizde Rıza-i İlahi olmalı. Eğer O razı olsa bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse bütün halk reddetse tesiri yok.”7
Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendinin beyanıyla da: “İhlâs, Mü’min için bitmez tükenmez güç kaynağıdır.”
Hizmet yolunda zor iş ve görevleri başkasına uygun görüp kolay işlere atılanlar ihlâslı değillerdir. Yine kolay zamanda hizmet edip zor günlerde hizmetten uzaklaşanlar da ihlâslı olamazlar. Şu da bir gerçek ki; tam ihlâsa ulaşmak, Allah yolunda fedakârlık ve çile çekmekle mümkündür. Bu şekilde olgunluğa erişen kul, amellerini kimse için değil, yalnızca rahmeti sonsuz Rabbi için yapması gerektiğini anlar. Bugün övenlerin, yarın düşman kesildiğini gördükçe, gerçek dostun Allah(c.c) olduğunu ve amellerinin karşılığının da (kusuruna bakmadan) eksiksiz olarak O’nun tarafından verileceğini idrak eder. Dolayısıyla O’nun dışında hiçbir makamın dikkate alınmaya değer olmadığını tecrübe ile anlamış olur.
Rabbimizden bizleri ihlâsa erdirdiği kullardan yapmasını diliyor, riya karışan amellerimizden dolayı af ve mağfiretini bekliyoruz.
1- Buhari, Bedü’l Vahy, 1
2- Kütüb-i Sitte, İbrahim Canan 16, 114
3- Hac 35-37, Buhari İman 39
4- Heysemi, Mecmau’z-zevaid 1, 60, 109
5- Müslim, İmâre 152
6- Beyyine, 5
7- Bediüzzaman said Nursi, İhlas risalesi, 48