Kapak

Asr-ı Sâdette Yahudilerle Münasebetler

Paylaş:

İslam ümmeti, geçmişte Kur’an ve sünnetin direktifleriyle hareket ettiği dönemlerde hem kendi toplumuna hem de dünya insanlarına barış, huzur ve adaletin hâkim olduğu bir medeniyeti getirdi. Bugün de yarın da İslâm’ın mesajını yüklenenler, bu direktiflerle ve açıklamalarla sanki şu anda kendilerine iniyormuş gibi muhatap olmak zorundadırlar. Bu Rabbani direktifler hâlâ tazeliğini koruduğu halde ve kıyamete kadar bize yol gösteren elmas hükmünde düsturlara sahip olduğumuz halde, geri kalmışlığımız ve ezilmişliğimiz; bu hükümlere sarılmadaki gevşekliğimizi ve isteksizliğimizi açıkça göz önüne sermektedir. Kur’anî hükümlere baktığımızda, geçmiş ümmetlerin başına gelenler ve Peygamberlerin kavimleriyle olan mücadeleleri bizler için, Allah’ın toplumlara koyduğu yasalar çerçevesinde incelenmesi gereken bir durumdur. Merhum Şairimizin dediği gibi:

                “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar.

                Hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi?”

                Maalesef tarihteki felaketler, kendilerinden gerekli dersler çıkarılmadığı için şekilden-şekle tekerrür edip durmaktadır. Geçmiş ümmetler içerisinde Kur’an’ın üzerinde durduğu, Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ümmetinden önce ümmet olma göreviyle taltif edilen ancak vazifenin hakkını veremeyen, kendilerine gönderilmiş olan Peygamberleri haksız yere öldürecek kadar gözü dönmüş olan, onlar gibi olmayalım ve onların tuzaklarına düşmeyelim diye onlarca ayetle bizleri uyardığı bir millet var. Eğer İslam’ın doğuşundan itibaren Müslümanlar için yapılan düşmanlıkları inceleyecek olursak bu ayeti daha iyi anlamış oluruz.

                İslâm’ın ortaya çıkmasından önce Yahudilik Arabistan’da Yesrib (Medine), Vâdi’l-Kura, Hayber, Teymâ ve Yemen’de yayılmıştır. Medine’ye gelip yerleşmeleri miladi 1. asırda olmuştur. Mekke döneminde Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem’in Yahudilerle doğrudan bir ilişkisinin olmadığı kabul edilmektedir. Bu dönemde Yahudiler, siyasî açıdan Mekke müşriklerinin İslâm dinine ve Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e yapmış oldukları muhalefeti yeterli görmüşler, bekle-gör siyaseti izlemişlerdir. Mekke döneminde inananların sayısının az oluşu, İslâm’ın gerçek gücüne tam ulaşamamış olması, Müslümanların Medine, Hayber gibi bölgelerde topluca yaşayan Yahudilerin sosyal ve ekonomik statülerini etkilemekten uzak oluşları gibi sebepler, Mekke döneminde Yahudilerle sıcak savaş ve çatışma ortamını doğurmamıştır. Bununla birlikte Yahudiler, Mekke müşriklerinin Hz. Peygamberle ilgili sordukları sorulara, hem putperest Arapların İslam’a girmelerini engellemek hem de müşriklerin sempatisini kazanmak adına “Sizin dininiz Muhammed’in dininden hayırlıdır. Sizler Muhammed ve O’na tâbi olanlardan daha doğru yoldasınız”1 şeklinde cevaplar veriyorlardı. Hâlbuki Kitap ehli olmaları sebebiyle Yahudiler bir peygamber geleceğini biliyorlar ve onu bekliyorlardı. Hatta Medine’deki putperest Arapları “yakında bir peygamber gelecek ve onunla birlik olup sizinle Âd ve İrem savaşları yapacağız”2 şeklinde tehdit ediyorlardı. Nitekim Tevrat’ta Hz. Muhammed’in son peygamber olarak gönderileceğine dair bazı müjdeler bulunduğu ifade edilmektedir. Ancak gelen diğer peygamberler gibi son peygamberin İsrailoğulları içinden değil de hakir gördükleri Araplar içinden gönderilmesi beklentilerini boşa çıkarmıştı.

                Medine’de üç Yahudi kabilesi vardı. Mensuplarının sayısı iki bini geçiyordu. Bunlar, Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kureyza kabileleriydi. Bu üç kabile arasında ilişkiler bozuktu ve Yahudiler kendi hâkimiyetlerinde bir devlet kuramamışlardı. Her bir Yahudi liderinin, bedevilerden ve Arap kabile şeflerinden bir müttefiki vardı.3 Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, Medine’ye geldiğinde Kureyş’in kendisini orada barış içinde yaşamaya bırakmayacağını; kendisiyle birlikte, destek sağlayanları da yok etmek için her şeyi yapacaklarını biliyordu. Bu sebeple Medine’nin müdafaa sistemini sağlamlaştırmak için çok kuvvetli tedbirler alınması gerekiyordu. İslam dinine sarılmış olan herkes şehirde kendilerini ancak böyle tamamen emniyet ve güvenlik içinde hissedebilirlerdi. Aynı zamanda Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’i şehirlerinden kovmak arzusunda olan Yahudilerin ve Medine münafıklarının entrikalarıyla karşı karşıyaydılar. Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem onlarla ‘Medine Vesikası’ diye anılan bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre Medine’ye yapılacak herhangi bir saldırıda ortak hareket edilecek ve yardımlaşmada bulunulacaktı. Bu belge sahipleri arasında herhangi bir olay veya anlaşmazlık çıkar ve bunun onların aralarını bozmasından korkulursa; bu anlaşmazlık veya olay hemen şanı Yüce Allah Azze ve Celle’ye ve Allah’ın Rasulü’ne arz ve havale edilecekti.

                Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, Yahudilerin düşmanlığına sebep olacak tavırlardan uzak durmaya gayret ediyor, bunu yaparken de onlara yaranmaya çalışmıyordu. Bir yandan onlarla ticarî ilişkiler kuruyor, bir yandan da onlara tebliğde bulunuyordu. Ancak Müslümanların her geçen gün nüfusunun artması, Abdullah b. Selam gibi bazı Yahudi âlimlerinin İslam’ın saflarına geçmesi, kıblenin mescidi Aksa’dan Mescidi Haram’a (Kâbe) çevrilmesi, Hz. Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in pozisyonunun dinî bir lider olarak gittikçe kuvvetlenmesi nedeniyle işler başka türlü gitmeye başladı. Bunun üzerine Yahudiler, onun artan güç ve kudretinden korkmaya başladılar ve İslam’ı kendilerinin bölgedeki üstünlüklerine potansiyel bir tehlike olarak gördüler. Yahudiler Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e ve dinine açıkça saldırmaya başladılar. Bundan sonra artık düşmanca faaliyetleri, Müslümanların düşmanlarıyla birlikte entrikalar çevirme şekline dönüştü ve Arap kabilelerini Medine’ye saldırıp yok etmeleri için kışkırtmaya başladılar.4 Müslümanlar arasında, onları dinleyen ve söylediklerine inanan kimseler de vardı. Yahudiler bu kişileri kendi çıkarları için kullanıyor, söylemek ve yapmak istedikleri birçok şeyleri de onlara söyletip yaptırıyorlardı. Bir keresinde Evs ve Hazrec (Ensarın iki kabilesi) arasında geçmişte cereyan eden savaşları tekrar hortlatmak ve İslam toplumunda fitne çıkarmak için savaşlarda söylenen bazı şiirleri okumuşlardı. Allah Rasulu Sallallâhu Aleyhi ve Sellem gelip de bu fitneyi söndürmeseydi çok vahim sonuçlar çıkabilirdi. Sonrasında Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile yapılan anlaşmayı bozmaya başladılar. Anlaşmayı bozan ilk Yahudi kabilesi Beni Kaynuka oldu. Bedir Savaşı üzerinden henüz bir ay geçmişti. Yahudilerin en yüreklisi sayılan Beni Kaynukâ Yahudileri ilk defa Ensârla yapılan vatandaşlık sözleşmesini bozarak savaşa karar verdiler. Kendilerinin, Kureyşliler gibi olmadıklarını da ileri sürdüler.

                Beni Kaynukâ savaşına, bir Müslüman ile bir Yahudi arasında çıkan kavga sebep olmuştur. Ensar’dan bir Müslüman kadın, bir kuyumcu dükkânında Yahudiler tarafından hakarete uğruyor. Yahudi, Müslüman kadının örtüsüne el uzatıyor ve bunu gören bir Müslüman da kadını kurtarmaya çalışırken, Yahudilerin hücumuna uğruyor, bu hareketi yapan Yahudi de kadına taraftarlık eden Müslüman da öldürülüyor. Bu sebepten Müslümanlarla Beni Kaynukâ Yahudilerinin arası açıldı. Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Yahudilerin başkanlarıyla görüştü ve Yahudilere: “Allah’tan korkunuz! Yoksa müşriklerin Bedir’de uğradıkları felâkete siz de uğrarsınız” dedi. Bunları hem tehdit ediyor hem de sulhu bozmak istemiyordu. Kendilerine sözleşmenin yenilenmesini teklif etti. Yahudiler Peygamberimiz’in fikrine yanaşmadıkları gibi: “Ey Muhammed! Sen bizi, savaşın ne olduğunu bilmeyen Kureyşliler mi sanıyorsun? Bizimle bir defa harp edersen, o zaman savaşın tadını anlarsın!” diyecek kadar cüretlerini artırmışlardı. Esasen Yahudiler, sözleşmeyi bozmuş oldukları için Müslümanlara karşı savaş açmışlar, Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem de bu savaşa katılmıştı. Yahudiler kalelerine kapandı. Diğer Yahudi kabileleriyle münafıklardan yardım geleceğini umuyorlardı. Beklenen yardım gelmeyince, on beş gün süren kuşatmanın ardından haklarında verilecek hükme razı olarak teslim oldular. Münafıkların reisi Abdullah ibni Ubey’in araya girmesiyle haklarında sürgün kararı çıktı ve Medine’den sürüldüler. 5

                Sonrasında Nadiroğulları, bir kan bedeli (Amir bin Ümeyye ed-Damiri´nin hatayla öldürdüğü iki adamın diyeti) hususunu çözüme kavuşturmak için yanlarına gelen Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e suikast tertiplemişler, aralarındaki ahdi bozmuşlardı. Cebrail (a.s.)’in haber vermesiyle Efendimiz Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, hemen orayı terk etmişti. Sonrasında kendilerine on gün mühlet verildi ve bu süre içerisinde alabilecekleri eşyaları alıp Medine’yi terk etmeleri istendi. Direnişe kalkıştılarsa da sonuçta Medine’yi terk etmek zorunda kaldılar.6 Beni Kurayza Yahudilerine gelince; onlar da Hendek Savaşı sırasında ahitlerini bozmuş, Mekke müşrikleri ve Gatafanlılarla birleşerek Müslümanları zor durumda bırakmışlardı. Hendek Savaşı henüz sona ermişti ki, Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, Rabbinden aldığı emirle Beni Kurayza Yahudilerinin üzerine yürümüş ve kuşatmanın sonunda onları teslim almıştı. Haklarında Sa’d b. Muaz’ın karar vermesi yönünde görüş birliğine varılınca onun kararı, erkeklerinin öldürülmesi, kadın ve çocuklarının esir, mallarının da ganimet olarak alınması yönünde olmuştu. Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in ifadesiyle bu “yedi kat yüksek semada Allah Azze ve Celle’nin verdiği hükmün aynısı” olmuştu.7

                Görüldüğü gibi, Yahudiler tarih boyunca yaptıkları hile, fitne, arkadan vurma gibi özelliklerini Asr-ı Sâdette de sergilemişler ve daima anlaşmaları kendi menfaatleri çerçevesinde bozmaktan çekinmemişlerdir. Anlaşmaları bozmanın yanısıra İslam toplumunda fitne ve şüphe tohumları ekmek için değişik yöntemler uyguluyorlardı. “Kitap ehlinden bir bölümü dedi ki: “İman edenlerin üzerine inene; gündüzün başlangıcında inanın, bitiminde ise inkâr edin. Belki onlar da dönerler.”8 Bununla zayıf imanlı kimseler üzerinde tesirler meydana getirmek istiyorlardı. Ancak o dönemde Müslümanların bu tuzaklara düşmemelerinin en önemli nedeni Kur’an’ın direktiflerine uymaları ve Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e tâbi olmalarıydı.

                İslam’ın doğuşundan itibaren Müslümanlar için en büyük düşmanlığı yapan Yahudiler, özellikle Ortadoğu olmak üzere İslam ülkelerindeki zulüm, kan ve gözyaşının da başlıca sorumlusudur.  Onlar bütün bunları Siyonizm emeliyle gerçekleştirmekte, kurdukları mason localarıyla dünyayı bir ahtapot gibi sarmakta ve her tarafta mazlumların kanını emmektedir. Bunun böyle olduğu “Siyon liderlerinin protokollerinde” açıkça belirtilmektedir.  “Siyonizm Filistin dışında kalan tüm Yahudileri yine orada toplama ve ‘Süleyman Mabedini,’ Siyon Dağı üzerinde yeniden inşa etme idealidir. Bu ideale ulaşmak için mason locaları kurulmuştur. Masonlar insanları aldatmak, gaye ve maksatlarına alet etmek için bazı sloganlar (yaldızlı sözler) kullanırlar. Bunların başında “hoşgörü, hürriyet, eşitlik vb.” kelimeler gelir.”9 İnsanlığın ve huzurun düşmanı Siyonizm, bulunduğu her yerde huzursuzluk ve anarşi çıkarmakta, dünyanın dengesini bozmakta ve barış çabalarını engellemektedir. Yine yeryüzünün her bölgesinde ve ülkesinde İslam’a karşı savaşan güçlerin arkasında para ve silah yönünden onları destekleyen Yahudiler vardır. İslam’a, Peygamberimize, Kur’an’a ve İslam ümmetine yapılan iftiraların arkasında hep Yahudiler yer almaktadır. Seyyid Kutub’un dediği gibi: “İnsanlık bu büyük düşmanından kurtulduğu gün, huzur ve barışa tamamı ile kavuşabilir.” Bunun için ümmet olma şuuruyla, Kur’an’a ve Hz. Peygambere tam bağlılıkla ve her konuda fedakârlıkla hareket eden bir toplum şarttır. O zaman mazlumların akan kanı yerde kalmayacak, zulüm ve istibdat, hak ve adalete inkılab edecektir Allah’ın izniyle.

                “Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.”10

 

  1. Mâide, 82
  2. İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, II,s.214
  3. İbni Kesir, Tefsir, I, s. 218
  4. Nedvi, Rahmet Peygamberi, s. 142-44
  5. Afzalurrahman, siret ansiklopedisi, s. 614
  6. S. Kutub, Yahudi ile savaşımız, s. 86-87
  7. Martin Lings, Hz. Muhammed’in Hayatı, s. 228-29
  8. Al-i İmran, 72
  9. Siyon liderlerinin 1. protokolü
  10. Şuara, 227