Bir peygamber ve karşısında helak olmayı hak etmiş bir kavim vardır. Davet netice vermemiş ve işin sonu ilahi azabın üzerlerine inmesine 3 gün süre verilmesine kalmıştır.
Yunus Aleyhisselam, İsrailoğulları peygamberi olmasına rağmen yabancı bir kavim olan Asurlular medeniyetine peygamber olarak gönderilmiştir. Başkent Ninova çok rahat ve bolluk içinde bir Irak şehridir. Rivayetlere göre 120 bin insan yaşamaktadır. Kur’an’da bu kıssa çok kısa dokunuşlarla ele alınmıştır. Konuyu davet açısından ele alacağımız için sadece ilgili ayetlere değinmekle yetineceğiz. Bu ayetler ışığında nasıl bir davetçi olmamız veya nasıl bir davetçi olmamamız gerektiğini iyi anlamalıyız.
“Sen Rabbinin hükmünde sebat et ve sakın balık sahibi gibi olma! Hani, o öfkeli bir halde (Rabbine) seslenmişti. Eğer Rabbinden ona bir nimet ulaşmamış olsaydı; o, kınanmış olarak, ıssız bir yere atılırdı. Ancak Rabbin onu seçmiş ve onu iyi kimselerden kılmıştı.”1
Yunus Aleyhisselam uzun yıllar süren davetinin ardından daveti kabul etmemekte direten Ninova halkı karşısında el açıp Allah’tan yardım dilemişti ve azap bu halka hak olmuştu da onlara üç gün süre verildi. Malumdur ki bu süre daha önce de bazı kavimlere verilmişti ve peygamberler bu süre bitene dek kavimlerinin yanından asla ayrılmamışlardı. Normalde hiçbir kavim bu süreye rağmen de iman etmemiştir ancak Allah’ın bu kıssada ayrı bir muradı vardı. Rabbimiz onların iman etmelerine ve azabın üzerlerinden kaldırılmasına, peygamberinin ise bir imtihandan geçerek tevbe etmesine hükmetti.
Gelelim davet misyonu açısından yapılan psikolojik ve sosyolojik hataya. Yunus peygamber rivayetlerde kavminin iman etmeyişine Allah’ı gazaplandırdıkları için çok öfkeleniyor, sürenin dolmasına dahi hacet görmüyor ve görev mahallini terk ediyor. Bu bir davetçi için ölümcül bir hatadır. Şunu unutmayalım ki en büyük ve en güzel davetçi Allah’tır! Allah ki yarattığı tüm mahlukatla kullarını kendisine kulluğa davet ediyor. Ancak nice kavimler helak olsa da yeni gelen insanoğluna süre tanıyor ve tekrar nimet ve bolluktan sonra sapan insanlara tekrar mühlet veriyor. Dileseydi toptan insanlığı bitirebilirdi.
Kendi davet hayatımıza baktığımızda hemen hemen anlattığımız veya ilgilendiğimiz herkesi bir hatasıyla silebiliyoruz. Yine aynı şekilde kendi akrabalarımıza her ne yaparlarsa yapsınlar sabır göstermemiz gerekirken tahammül edemeyip onlarla bağımızı kesiyor ve onlardan yüz çeviriyoruz. Belki de Allah azimsiz ve süreksiz davetçileri uyarmak için Yunus kıssasını bizlere bahşetti. Her şeyi ve herkesi bir defada silmeyelim ve sonuna kadar bekleyelim diye.
Davet, sevginin ürünüdür. Sevmeyen, sevdiğini sevdiği Rabbine davet etmez. Ve bilelim ki sevginin karşılığı ilgi ve emektir. Allah bizleri alaktan, yani sevgi ve ilgiden yarattı. Sevmeseydi yaratır mıydı? Yaratmışsa seviyordur, ona ilgi gösterecektir, onu sevgisiyle şereflendirecek ve kendisine kul olmaya davet edecektir.
Davet öyle ha deyince tamama erecek ve sonuca ulaşacak bir şey değildir. Nitekim Üstad Seyyid Kutub şöyle demektedir: “Davetin yolu kolay ve tehlikesiz değildir. Kalplerin davete olumlu karşılık vermeleri o kadar çabuk ve rahat olmaz. Çünkü kalpler üzerine çöreklenmiş yığınlarca ağırlık vardır. Batılın, sapıklığın, gelenek ve göreneklerin, düzen ve rejimlerin bir sürü kalıntısı vardır. Bu kalıntıları, bu artıkları bertaraf etmek, her türlü yolu deneyerek kalpleri diriltmek, kalplerde uyarılmaya müsait bütün noktaları uyarmak kaçınılmazdır. İletişimi sağlayacak kanallara yüklenmek zorunludur. Direnilirse, sabredilirse, ümitsizliğe düşülmezse, bu uyarıcı dokunuşlardan biri hedefe varabilir. Uyarıcı dokunuş hedefine varır varmaz, o bir anda insanın iç yapısını altüst edebilir, tamamen değiştirilebilir. Zaman zaman insan dehşete kapılabilir. Çünkü bir kere uğraştığı halde bir sonuç alamamıştır. Sonra birdenbire rastgele gerçekleşen dokunuşlardan biri insanın iç yapısındaki hedefine ulaşır ve en ufak bir çaba sonucu insanın duygularını harekete geçirebilir.”2
İşte böyledir, senin ince ve içten davet dokunuşlarından birisi bir bakarsın ki hedefine ulaşır, muhatabın yüreğinde hareket noktası bulur. Allah Kur’an’da Ulu’l Azm peygamberleri anlatırken Yunus Aleyhisselam’ı anlatmaz çünkü o, son anda da olsa davet yerini terk etmiştir.
Ninova halkına gelince, onlar helak olacaklarını Yunus Aleyhisselam kendilerini terk edince anlamış ve korkuya kapılmışlar ve rivayetlerde tüm halk kralıyla beraber çöllerde oruçlar tutmuşlar ve ağlayarak günlerce tevbe etmişlerdir. Hatta kendilerini terk eden Yunus peygamberi aramaya koyulmuşlardır. Sonraları Yunus peygamber denizde gemiden atılıp balığın karnında geçen üç günden sonra kavmine döndüğü zaman peygamberlerine kavuşmanın sevinciyle takva üzere bir hayat yaşamışlardır. Ancak daha sonraları gelen kuşaklar atalarının başına gelen gerçeği unutmuşlar ve Allah’ın bir azabı olarak Medler tarafından hükümranlıklarına son verilmiştir ve yeryüzünden silinip gitmişlerdir.
“Balık olayının kahramanını da hatırla; hani o, öfkelenerek (halkından) ayrılmış ve kendisine güç yetiremeyeceğimizi sanmıştı. Ancak o, karanlıklar içinde: ‘Senden başka ilah yoktur. Sen bütün eksikliklerden uzaksın! Ben kuşkusuz, zalimlerden oldum’ diyerek (Rabbine) seslenmişti. Bunun üzerine biz de çağrısına karşılık vererek onu üzüntüden kurtarmıştık. İşte biz inananları böyle kurtarırız.”3
Rabbimiz, bu olayı hep hatırlamamızı ve ders almamızı istiyor. Görev yerini terk etmeyin, sanmayın ki Allah bunun hesabını sormaz sizden. Eğer terk etmişseniz Yunus peygamberin tevbe edişiyle tevbe edin, belki eskisi gibi olmayacak ama en azından tekrar görevde olacaksınız. Zalim olan nefsi hatırınızdan çıkarmayın, kendinize zulmetmeyin, yoksa Yunus gibi üç karanlıkta kala kalırsınız: Nefsin seni götürdüğü dünya karanlığı, Allah’tan kopmanın ruha giydirdiği karanlık ve İslam Medeniyetinin aydınlığına karşı düşman batılın karanlığı...
Rabbimiz bizleri azimli ve cesur davetçilerden eylesin, yoluna çıkan her engeli, ayaklarına vurulan her prangayı kıran mutlak hürlerden eylesin. Davetiniz daim, yolunuz ve hedefiniz mübarek olsun.
1. Kalem, 48, 49, 50
2. Seyyid Kutub, Fizilal’il- Kur’an, s.316.
3. Enbiya, 87, 88