Öncü Şahsiyetler

Bir Dava Adamı: Seyyid Kutub

Paylaş:

“Şüphesiz ki kalem sahipleri pek çok şey yapabilir ve yazabilirler, ancak fikirlerinin yaşaması uğruna ölmeleri şartıyla... Düşüncelerini, bedenleri ve kanlarıyla beslemeleri şartıyla... İnandıkları şeylere bu haktır deyip kanlarını bu hak uğruna feda etmeleri şartıyla.”

Şehit Seyyid Kutub

Kendisini ardında bıraktığı kuvvetli eserlerle tanıdığımız, 20. yüzyılın İslam dünyasının önemli düşünürlerinden olan, 1906’da Mısır’ın Asyut kasabasına bağlı Kaha köyünde doğan Seyyid Kutub aslen Arabistanlıdır. Seyyid Kutub’un anne ve babası çok dindar ve takva sahibi insanlardı. Babası ziraatla uğraşır ve elde ettiği mahsulün bir kısmını satar, bir kısmını fakirlere dağıtırdı. Annesine ithaf ettiği “Kur’an-ı Kerim’de Edebi Tasvir” adlı eserinde, onun dinine ne kadar bağlı bir kadın olduğundan söz eden Seyyid Kutub, annesinin yoğun istek ve teşvikiyle küçük yaşlarda Kur’an’ı ezberlemiştir. Babası İbrahim Kutub’a ithaf ettiği “Kur’an’da Kıyamet Sahneleri” adlı eserinde ise onun hakkında şöyle der: “Babamın en çok dikkat ettiği şey bizim ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti.”

Babasının himayesinde İslami bir terbiyeyle çocukluk geçiren Seyyid Kutub henüz 10 yaşına gelmeden Kur’an’ın tamamını ezberlemişti. El-Ezher Üniversitesinde orta ve lise tahsilini yapmış daha sonra Daru’l-Ulum Fakültesini birincilikle bitirmiştir. 1933’te aynı fakültede edebiyat dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlamış ve o dönemde “Yeni Fikir” adı altında bir dergi çıkarmıştır. Daru’l -Ulum’u bitirdikten sonra Millî Eğitim Bakanlığında müfettiş olarak çalıştı ancak okumaya ve yazarlığa yoğunlaştığı için görevine devam etmedi. Yazıları dönemin büyük yazarlarıyla birlikte dergi ve gazetelerde yayınlanıyordu. Sosyal ve kültürel çalışmalarla geçen bu yıllarını sonrasında “cahiliyye yıllarım” diye adlandıracaktı.

İslam davasına yönelişinin tohumları 1941’de sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif Vekaleti tarafından Amerika’ya gönderildiği yıllarda yeşermişti.  Yaşadığı süre boyunca Amerika toplumu özelinde Batı’yı gözlemleme fırsatı bulmuş ve arkadaşına yazdığı mektupta: “Bu medeniyette ruhi değerlerden hiçbir şey yoktur” demişti. Edebiyata bakışı değişmiş ve çok daha büyük bir misyon yüklemişti kalemine. Kur’an’a yönelişinin sonucu ve bir meyvesi olan “Kur’an’da Edebi Tasvir” makaleleri “el-Muktatif” dergisinde yayınlanmıştı. Kitabının önsözünde “Artık gerçekten Kur’an’ı buldum. Bu çalışmamı bitirdiğimde iç alemimde Kur’an’ın yeniden doğduğunu müşahede ettiğimi gördüm. Daha önce asla tanımadığım şekilde Kur’an’ı keşfettim” diyordu.

Batı toplumunun İslam’a nefretini gözlemleyen Seyyid Kutub, Hasan el-Benna şehit edildiğinde haberin Amerika’da büyük bir sevinçle karşılandığına şahit olmuştu. Mısır’daki bu oluşumun Amerika üzerinde bıraktığı etkiye şahitlik ettikten sonra Mısır’a döner dönmez İhvan-ı Müslimine katıldı. Yıllar sonra Seyyid Kutub bu adımı için “Ben 1951’de doğdum” diyecekti.

Etkilenmesi ve gözlemlemesi amacıyla Amerika’ya gönderilen Seyyid Kutub’un güçlü İslami bir kimlik ve bilinçle dönmesinin bedeli ağır olacaktı. Konferanslarıyla, yazılarıyla İslam davasını kitlelere anlatıyordu. Yapılan darbe sonrası başa komünist düşünceye sahip Cemal Abdünnasır gelmiş, 1954’te çıkarılan kanunla Müslüman Kardeşler Cemiyetinin on binlerce mensubu hapislere doldurulmuş, Seyyid Kutub da tutuklanmıştı. Cezaevinde akıl almaz işkencelere maruz kaldı ama bu süreçte sonraki nesillere kadar etkisi sürecek eserler kaleme aldı. Fi Zilali’l Kur’an tefsirinin son yarısını, İstikbal İslam’ındır, Din Budur, İslam ve Medeniyetin Problemleri, İslami Düşüncenin Özellikleri, Yoldaki İşaretler kitaplarını bu süreçte tamamladı.

“ZALİMLERDEN ÖZÜR DİLEMEM”

Hapishane cellatları tarafından ağır işkencelere maruz kalması sonucunda mide ve bağırsak kanamasına maruz kalmasına rağmen cellatlar eğitilmiş köpeklerle onu kovalıyor, hastalık ve yorgunluktan dolayı bir an bile koşamadığı zaman köpekler vücudunu parçalıyordu. Öyle ki mahkemesini izlemek amacıyla Mısır’a gelen insan hakları temsilcisinin Seyyid Kutub’un vücudundaki işkence izlerini görmemesi için mahkemesi ertelendi. İnsan hakları temsilcisinin Mısır’dan ayrılmasından iki hafta sonra mahkemeye çıkarılarak 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste on yıl kaldıktan sonra sıhhi sebeplerden dolayı serbest bırakıldı ancak kendi evinde zorunlu ikamete tabi tutuldu.

1965’te “Yoldaki İşaretler” adlı eserinden dolayı tekrar tutuklandı. Kitabın özellikle “La İlahe İllallah Bir Hayat Nizamıdır” makalesi Mısır rejimini rahatsız etmişti. Bu defa birçok hastalığa birden yakalanmış, yaşı da 60’a dayanmıştı. Cellatlar tam dört gün boyunca onu bağladılar, yiyecek ve içecekten de mahrum bıraktılar. Su istediğinde cellatlar suyu getiriyor ancak ona vermiyor, daha fazla eziyet çektirmek için getirilen suyu gözleri önünde yere döküyorlardı. Yapılan bunca işkenceye rağmen onu davasından vazgeçiremeyince bu kez psikolojik işkence yapmaya başladılar. 25 yaşındaki mühendis yeğeni Rıfat Bekr eş-Şafii’yi getirerek gözleri önünde ona akıl almaz işkenceler yaptılar. İşkencelere dayanamayan Rıfat dayısının gözleri önünde şehit oldu. Bu yolla da Kutub’u vazgeçiremeyince bu kez Azmi adındaki diğer yeğenini getirerek abisi Rıfat gibi şiddetli işkencelere tabi tuttular.

22 Ağustos 1966’da hakkında gerçekleştirilen göstermelik mahkemede idam kararı verildiğinde kararı tebessümle karşılamıştı Seyyid Kutub. “Zindan Hatıraları” kitabında mahkeme koridorunda karşılaştığında kız kardeşi Hamide Kutub’la birlikte uzaktan mahkeme kararını soran Zeynep Gazali, Seyyid Kutub’un cevabını şöyle aktarır: “Allah yolunda şehitlik! Allah yolunda şehitlik!”

29 Ağustos 1966’da idam sehpasına götürülürken kendisine idam kararının iptali karşılığında sadece özür dilemesini teklif eden Cemal Abdünnasır’a şu cevabı vermişti: “Eğer Allah kanunu ile mahkûm edilmişsem ben Hakk’ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkûm olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah’a şükürler olsun ki 15 sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah’ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.”

İdam sehpasında kendisine kelime-i şehadeti telkin eden cezaevi imamına verdiği cevapsa Tevhidî yaşamın bedelini tüm gerçekliğiyle ortaya koyuyordu: “Ben bu kelimeden dolayı idam ediliyorum, sense bu kelimeyi bana telkin ederek ekmek yiyorsun.”

Seyyid Kutub’un dünyevi bedeni idam yoluyla öldürülüp toprağa gömülmüş ancak gösterdiği kararlılık ve fedakarlık, inanç sahiplerinin önünü açan bir meşale kılmıştır. Şehitlerimizin kanıyla güçlenen İslam davasını yaşatmak, şehitlerin izinden gitmek duasıyla…