“Malını veremeyenler, ümmetin gerçekten kurtuluşunu istiyor sayılamazlar.” Alparslan Kuytul Hocaefendi
İnsana sınırsızca veren, ona verebilmeyi de bahşeden Allah’a hamd, infakı en güzide örnekleriyle öğreten Efendimiz’e, ailesine ve ashabına salât, hayatlarını infak ederek İslam’ı yayan cömert müminlere selam olsun.
İnfak kelimesinin aslı; ‘ne-fe-ka’ fiilidir. Bu da tükenmek, azalmak, elden çıkmak anlamlarına gelse de daha çok malın elden çıkarılması, harcanması ve sarf edilmesi anlamında kullanılmaktadır. İnfak daha özel bir mana ile malı veya benzeri ihtiyaç maddelerini bir yolda harcamak, tüketmek demektir. Bu gerek hayra, gerek şerre harcamak olsun.1 Dinî ve ahlâkî bir terim olarak ‘infak’ genellikle; Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, ihtiyaç sahiplerine her türlü yardımda bulunması şeklinde anlaşılmıştır. Allah yolunda yapılan bütün harcamalar... Bu harcamalar, mal, zaman, mesai, maddî ve manevî değeri olan her şeydir.
Kur’an’da sadece üç şey “Allah yolunda” (fî sebilillah) kaydı düşülerek emredilir: Cihad, hicret, infak. Bu kayıt infakı bir yönüyle mâlî bir cihad kılarken, bir başka yönüyle metâdan (geçici ve fani olan) nâîme (daimi ve sabit olan) hicret kılar. Yani dünyanın basit ve faniliğinden, sabit ve kâmil olan nimete, yani cennete hicrettir bu. İnfak, malın ve canın Allâh’a adanışıdır. Verilen her nimeti, O’nun yolunda, O’nun davası uğrunda harcamak ve sarf etmektir. İnfak, her ne kadar ferdî bir ibadet, kişisel bir sorumluluk olsa da, onun hedefi ve sonucu açısından İslam’ın gelişmesinde ve hâkimiyetinde önemli bir rolü vardır.2
Kur’an’da, 14’ü Mekke’de, 11’i Medine’de inen toplam 25 sûrede ve doğrudan 80 küsur ayette infak üzerinde durulmaktadır. Buna infakı çağrıştıran ayetleri de katarsak sayı 200’leri bulur. Bu kadar yerde infakın emir ve teşvik edilmesi, Rabbimizin kullarına olan sonsuz merhametinin bir neticesidir. Zira Allah (c.c.) kullarını, infak ibadetini îfâ etmeye çağırırken, aslında kullarını infakın manevi feyz, bereket ve huzurundan lâyıkıyla istifade etmeye davet etmiş olmaktadır.3
Kur’an, takva sahibi müminleri tanıtırken; onları ‘Allah yolunda infak edenler (harcayanlar)’ olarak tanıtıyor. İnfak edenleri sürekli övüyor, ödüllerinin büyük olduğunu haber veriyor. “Onlar gayba inanır, namazı dosdoğru kılar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.”4 “Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler… Allah, iyilik yapanları sever.”5 “Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin.”6 “Gece ve gündüz, gizli ve açık, servetlerini infak edenler var ya, işte onların karşılığı Rabbleri katındadır...”7
“...Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun...”8
İnsan sevdiğini dikkate alır. Sevdiğine değer verir, sevdiğini önemser, sevdiği için sevdiği şeylerden fedakârlık yapar, onu kırmamaya özen gösterir. Ancak insan tanıdığını sever, tanımadığına ise biraz mesafeli ve ilgisiz durur. İşte bizim Rabbimizle olan ilişkimiz de çoğu kez böyledir. O’nu, çok az tanıyoruz ve doğal olarak da hakkıyla sevmiyoruz. O’nu tanıdıkça sevgimiz de artacak, O’na sevgimiz arttıkça, anlamsız olan şeylere olan sevgimiz azalacaktır. Rabbimizin bizden beklediği hakiki iman da budur. Bu iman O’nun uğrunda neleri feda ettirmez ki? Bu bilinç bizde olgunlaştıkça Allah’a yaklaşan kullardan olabiliriz.
Âhiret bizim gerçek evimiz ve geleceğimizdir. Bu dünyada bizler kalıcı olarak var değiliz. Âhirette bir çok zenginlik, orayı hak edenleri bekliyor. Sadece bu dünyanın gayrimenkullerine koşan ve sadece burayı isteyene oradaki zenginlikler verilmeyecektir. Âhiretin zenginlikleri dünyada yapılacak infaklar yoluyla ve Rahman’ın rızası ile alınabilir.
Ağaç ile meyve arasında nasıl sağlam bir bağ var ise, Kur’an, iman ile infak arasında sağlam bir bağ kuruyor. Cömertlik tohumunun atılmadığı gönül bahçelerinde infak meyvelerinin hâsıl olmasını beklemek beyhûdedir. İnfak iman etmenin gereğidir. Ya da iman iddiasında bulunanlar ‘infak bilincine sahip olmalılar. Mülkün (her şeyin) Allah’ın olduğuna iman ettikten sonra, Allah’ın kendisine verdiklerinden O’nun ‘ver’ dediği kadar, ‘falancaya ver’ dediği yerlere vermek iman borcudur.
“Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsini bencil tutkularından korursa işte onlar felah bulanlardır. Eğer Allah’a güzel bir borç verecek (infak edecek) olursanız, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah Şekûr’dur, Halîm’dir.”9
Allah (c.c.), infakı bizzat borç olarak kullarından istemektedir. “Allâh’a güzel bir borç verecek olan kimdir? Artık Allâh, bunu kendisi için kat kat arttırır. Onun için oldukça üstün ve onurlu (kerim) bir ecir vardır.”10 İbn Mesud’un rivayet ettiğine göre Ebû Dehdah el-Ensari, Allâh’a güzel borç verme hakkındaki ayet nazil olduğunda Rasûlullâh’a: “Ya Rasûlallâh! Allâh bizden borç mu istiyor?” diye sordu. Rasûlullâh (s.a.v.): “Evet, ya Ebâ Dehdah, Allâh borç istiyor!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebu Dehdah, Efendimiz (s.a.v.)’den elini uzatmasını istedi ve O’nun elini alarak: “Ben bağımı Allâh’a borç (karz-ı hasen) olarak veriyorum!” dedi. İbn Mesud, Ebu Dehdah’nın bağında 600 hurma ağacı olduğunu ve onun bağı içindeki evinde, ailesiyle birlikte oturduğunu söyler. Bu infaktan, Allâh’a borç verme sözünden sonra Ebu Dehdah evine gelir ve hanımına: “Ey Dehdah’nın annesi! Bu bağı ve evi boşaltacağız. Çünkü ben bu bağı Allâh’a borç verdim...” der. Hanımı da ona: “Ya Ebâ Dehdah! Çok kârlı bir alış veriş yaptın!” diye cevap verir. Daha sonra da eşyalarını ve çocuklarını alarak bağdaki evi boşaltırlar.11
Unutmamalıyız ki bize emanet olarak verilen bu beden, can ve mal, elimizde ebedî kalacak değildir. Muhakkak bir gün aniden hepsi ile vedalaşacağız ve her şey mülkün gerçek sahibi olan Allâh’a kalacak, yani ona dönecektir. Dolayısıyla şimdiden, yani hayatta iken bu emanetleri Allâh yolunda yerlerine teslim etmeliyiz ki ebedî mükâfata nâil olabilelim. Biz teslim etmesek bile asıl sahibi zaten dünyaya veda anında bizden her şeyi geriye teslim alacak. Ancak arada büyük bir fark olacak. Birinci şekilde, yâni infak ettiğimiz takdirde Allah (c.c.), bunu kendisine verilmiş bir borç olarak kabul buyuracak ve karşılığını kat kat ihsân eyleyecek. İkinci şekilde, yâni infak etmediğimizde ise elimize hiçbir şey geçmeyecek, mes’uliyetini yüklenmiş olacağız. Efendimiz (s.a.v.), ömrünü infaktan uzakta kalarak geçirenleri şöyle îkâz buyurur: “Âdemoğlu: ‘malım, malım...’ deyip duruyor... Ey âdemoğlu! Yeyip tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip sevap kazanmak üzere önden gönderdiğinden başka malın var mı ki?”12 Para, madde, eşya insanı yöneten efendi olmuş; insana hizmet etmesi gereken bunlar, insanı kendisine kul köle yapmış. Çağdaş insan bunlar için yaşıyor, bunlar için çalışıyor, bunlar için âhiretini ve huzurunu mahvediyor. Sahabe birbirleriyle hayırda yarışıyordu; şimdiki insan ise fani eşyada yarışıyor. Evine yaptığı yatırım kadar âhirete, cennet köşklerine yatırım yapamadan ölüp gidiyor.
İnsan neden cimrilik eder? Kimin mülkünde yaşıyoruz, kimin verdiği rızıkla rızıklanıyoruz ve neticede kimin malını kimden esirgiyoruz? Şüphesiz ki mülkün gerçek sahibi Allah’tır. O bize nimetlerini emanet olarak veriyor. Kul bir emanetçi ve tasarruf memuru hükmündedir. Fakat tasarrufundan mes’ûl bir memur… Kula verilen nimetler birer imtihan vesilesidir. Allah bu malın tasarruf yetkisini şu an itibariyle bize vermiş olabilir; ancak, Allah insanoğluna bahşettiği bütün imkânları birer imtihan vesilesi olarak değerlendirdiği gibi, kul “şükür mü edecek, yoksa nankörlük mü edecek?” diyerek denemektedir.13
İnsan yaşarken karşılaştığı şeylere ilgi duyar, onları elde etmek ister ve bunun için mücadele eder. Bu mücadele ihtiyaç duyulan şeylere, meşru daire içersinde bir yöneliş ise, bu belki biraz haklı görülebilir. Ancak ne var ki durum, bu şekilde kalmaz ve gelişirse, kişi her şeye ihtiyaç ve gereksinim diye bakmaya, falanın var benimki de olsun demeye başlarsa, bu duygu yerini zamanla sevgiye bırakır. İşte kırılma noktası burasıdır. Artık kişi sevdiği şeyleri vermemeye başlar, sözüm ona onları muhafaza eder ve esirger. Elindekinin hiç bitmemesini ister.
Hâlbuki infak edilmeyen her nimet dura dura bozulan, kokuşup kirlenen suya benzer. Şeyh Sâdî ne güzel söyler: “Para yığmakla, yükseleceğini sanma, duran su fenâ kokar. Bağışlamaya çalış, akan suya gök yardım eder. Yağmur yağdırır, sel gönderir, onu kurutmaz.” Hz.Mevlânâ da bu gerçeği şöyle ifâde eder: “Ekin eken, önce ambarı boşaltır, ama sonra hâsılâtı pek çok olur. Tohumu ambarda tutan ise, sonunda onu farelere yem eder.”
Allah’a Emanet Olun…