Bizleri davası ile şereflendiren Yüce Rabbimize hamd olsun. Kelime-i Tevhid Davasının önderi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e de salât ve selam olsun.
Kıymetli kardeşlerim; diğer yazar arkadaşların da değindiği gibi bugün yozlaştırılmış en önemli kavramlardan biri de bu oldu; İslamcılık! İçi boşlatıldı ve gerçek manasını ifade etmeyen bin-bir terimle dolduruldu. Kur’anî kavramların ve dolayısıyla gerçek İslamcılığın unutulmasını isteyen bir takım güçler, İslami kavramları radikalizmle eşleştirerek bu kavramları kullananları aşırıcılıkla itham ettiler. Bu durumun oluşturduğu tedirginlik Müslümanları Kur’anî kavramlardan uzaklaştırdı ve o kavramları kullanmaya bile cesaret edemez hale getirdi.
90’lı yıllarda öyle bir gün gelmişti ki artık Müslümanlar ‘tevhid’ diyemiyor ‘cihad’, diyemiyor, ‘cemaat’ diyemiyordu… Dini sohbetlerin yerini çay sohbetleri ifadesi aldı, ‘ders yapıyoruz’ diyemeyenler zamanla ders yapmayı da bıraktılar. ‘İslamî faaliyet’ demeye yürek yetmez hale gelince yapılanların önce adı sonra şekli değişti ‘İslami faaliyetler’, ‘insani faaliyete’ dönüştü. Artık paralar insani yardım için toplanıyor, mitingler insani değerlere sahip çıkmak için yapılıyordu. Bu şekilde; zalim Amerika’nın, İsrail’in Müslümanları katletmesine tepki olması gereken mitinglerde bile tekbir getirmeye cesaret edemeyen bir İslamcılık doğmuş oldu.
Yüreklere salınan bu radikalleşme korkusu tutmuştu ve ‘İslamcılar’ her geçen gün ‘İslamcılık’tan uzaklaşıyordu. Önceleri adına ‘takiye’ deseler de ‘mürşidin zikri neyse fikri de o olurmuş’ hesabı, değişim sadece dilde kalmadı; dillerden düşen Kelime-i Tevhid davası gönüllerden de düştü ve artık sancağımızda Kelime-i Tevhid yazmaz hale geldi. Bu durumda bir kısmımızın elindeki sancak düşmedi ama sancaktaki Kelime-i Tevhid yok oldu. Tabiî ki sancak boş kalacak değil ya! Yerini doldurmak için düne kadar ‘asla’ diyeceğimiz gayeler sancağa geldi, yerleşti. Müslümanlar ılımlı oldu, hümanist oldu, ırkçı bile oldu, hatta laik oldu, demokrat oldu ve kırmızı çizgiler tamamen kayboldu.
Çalışmaların şekli değişince; Kur’an- Sünnet derslerinin yerini siyasi platformlar, ilmi derslerin yerini sloganlar, köklü çalışmaların yerini günü birlik faaliyetler alınca zamanla Kur’an’ın hedeflerinden de uzaklaşıldı. Peygamberimizin hayatını okuyanlar onun elinden dilinden düşmeyen Kelime-i Tevhid sancağını hatırlarından çıkarmıyordu. Efendimizin amcası Ebu Talip; Peygamberimize gelip “Ey yeğenim kavmin bana geldiler, şöyle şöyle söylediler. Hem kendine hem de bana acı. Gücümün ve senin gücünün yetmediği bir yükü bana yükleme. Senin sözünden kavminin hoşuna gitmeyeni terk et!” demişti. O yüce Rasul “Vallahi ey amca güneş sağ elime ay da sol elime verilse, Allah bu davayı galip getirinceye veya bu dava uğrunda helak oluncaya kadar davamı terk etmem”1 buyurmuştu. Ama bugün birtakım güçlerin Tevhid davasından hoşlanmadığını gören Müslümanlar aynı tavrı göstermekten aciz kaldılar, dik duruş sergilemektense ne acıdır ki sancağı değiştirmeyi, ılımlılaşmayı, gayri İslami sistemlerle barışmayı ve davadan vazgeçmeyi tercih ettiler.
Bu durum Kur’an ve Sünnet eğitiminden uzaklaşmanın belki de doğal neticesi! Olaylara artık Peygamberimiz gibi bakamayıp neyin önemli neyin önemsiz olduğunu ayırt edemeyen Müslümanlar; önemsiz ve geçici birtakım menfaatler uğruna en kıymetli değerlerinden, Efendimizin canından öte gördüğü davasından vazgeçtiler.
Ama Kur’an ve Sünnet vitaminleri ile beslenmeye devam edenlerde bu değerler canlı kalmaya devam edecektir. Bugün böylesi yozlaşmanın yaşanması, gerçek davanın kaybolduğunu göstermez. Kur’an ve Sünnet elimizde olduğu müddetçe en karanlık dönemler bile vahyin ışığı ile aydınlanacaktır. Nitekim öyle de olmuştur. Yapılan yanlışları dine yükleyenlerin ve hakikatte İslamcılıktan değil de Allah’tan ümit kesenlerin varlığı moralleri bozmamalıdır.
Bugün Müslümanların eğitimsizliği ve imanlarının zayıflaması, Müslüman modelini değiştirmiştir. Hakikatte, Allah’tan gayrısından korkmadan hakkı haykıran, cesur, şahsiyetli, haksızlıklara karşı tahammülsüz, toplumunun gidişatına duyarlı olması gereken Müslüman modeli tam tersine dönmüş ve Allah’tan gayrı herkesten korkan, şahsiyetsiz, korkak ve nemelazımcı bir yapıya dönüşmüştür. Bu yapının çok açık göründüğü şu zamanda bile çok şükür ki bu davanın bitmediğini, bitmeyeceğini, gösteren örnekler mevcuttur.
Çok şükür ki Furkan Hareketine Rabbimiz bu konuda da öncü olmayı nasip etmiştir. Çoğu Müslümanların sustuğu, haksızlıklara kimsenin ses vermediği, kimsenin doğruları anlatmadığı, en küçük bir tehditte Müslümanların hemen kepenk indirdiği şu Türkiye tablosunda Alparslan Kuytul Hocaefendi, Allah’tan gayrı kimseden korkmadan hakkı konuşmaya, doğrulara sahip çıkmaya, yanlışa yanlış demeye ve Tevhid davasına sahip çıkmaya devam etmektedir. Onun gerçek İslam’ı anlatıp bu davayı yeniden canlandırmasından korkanlar, konuşmasını engellemek için salonları kapattılar, afişleri toplattılar, programa davet eden televizyonları tehdit ettiler ama o yoluna devam etti ve çok şükür ki Öncü Neslin erleri de onu bu davada yalnız bırakmadı. Yağmurda beraber ıslandı, beraber polis müdahalesine maruz kaldı ama bu davanın cesur liderini sahipsiz bırakmadı ve tüm zorlukları aşarak etrafında toplandı.
Furkan Hareketi her daim hak yolda ilerlemeye devam etmiştir. Tehditlere aldırmadan, engellerde yılmadan, kimin ne dediğine bakmadan sadece Hakkın rızasına bakarak doğruları haykırmaya, İslamcı kimliğini esen sert rüzgârlara rağmen muhafaza etmeye devam etmiştir.
Birileri İslamcılığın kökünü kazıyacağını zannetse de, diğerleri ‘İslamcılık bitti, ne yapalım böyle olmuyormuş’ diye kenara çekilse de bu ülkede Elhamdülillah bu damarı kurutmaya kimsenin gücü yetmeyecektir! Evet, bir şeyler bitiyor; Nebevi Metodu terk edenlerin pilleri bitiyor, yolun sonu göründü ve buranın asıl menzil olmadığı anlaşıldı. Yanlış yola girenlerin doğru menzile varması zaten beklenmezdi.
‘İslamcılık bitti, biz bittik’ diyenler şunu bilmelidirler ki siz bitmiş olabilirsiniz ama biz bitmedik. Bizler ve hakikati arayan sessiz yığınlar daha yeni yeşeriyor. Taptaze bir fidan hızla büyümeye devam ediyor.
Bizim vazifemiz pusuladan şaşmamaktır. Pusula vardır, pusula kaybolmadığı müddetçe pusulaya bakanlar yolunu kaybetmez… Bu davanın erlerinin pusulası güneş gibi Kur’an’dır, Efendimizin Sünnet-i Seniyyesidir. Kur’an yok olmadığı müddetçe bu yol da bu yolun yolcuları da yok olmayacaktır. Kur’an’ı kıyamete kadar muhafaza edecek olan Rabbimiz, onun mesajını da o mesajı da duyuracak neferleri de koruyacaktır.
Nebevi metodu terk edip bu çağda bu dava böyle gitmez zannedenler bilmelidirler ki BU DAVA BURADA BİTMEZ! Daha yeni başlıyoruz…
1) Hayatüs Sahabe C.1 sf. 64