Furkan Hareketi mensuplarına yapılan baskı ve zulmün asıl sebebinin Tevhidi anlatan, her türlü haksızlığa ve zulme muhalif duruş sergileyen ve engellere rağmen mücadeleye devam eden yapıları sebebiyle olduğunu geçen sayımızda ifade etmiştim. Her tarafta baskı ortamı oluşturarak sessiz bir toplum meydana getirmek isteyenler, bu hareketin toplumdaki tesirini kırmak için son yıllarda birçok iftira ve kumpaslara imza attılar. Gelinen son durum itibariyle Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi ve hareketin mensuplarından bazıları haksız yere hâlâ hapiste yatmaktadır.
Süreci masaya yatırıp, baskı ve zulmün kime ne kazandırdığını ortaya koymaya çalışalım. Öncelikle Türkiye’de İslamcılığın geldiği nokta ve Furkan Hareketinin bu süreçte nasıl bir tavır sergilediğine bakalım. Özellikle 28 Şubat’ta (1997) yapılan haksız baskı ve zulümlere reaksiyon olarak sonraki yıllarda İslami kesimde bazı kıpırdanmalar oldu. 2002’deki iktidar değişikliğinin getirdiği hava ile İslami kesim, Türkiye’de bazı şeylerin artık değişmeye başladığını, her şeyin İslam ve Müslümanlar adına daha iyi olacağını öngörüyordu. Dindar nesil söylemleri, İslam coğrafyasında ezilen halkların (özellikle Filistin) hamisi olduğumuz, küresel güçlerin hakimiyetine son verecek güçlü bir Türkiye imajı sürekli dile getiriliyordu. “One minute!” çıkışı bu süreçte çıtayı biraz daha yükselten bir adım oldu ve kitleler artık gerçekten Ortadoğu ve İslam coğrafyasında ezilen halkların koruyucusu ve yardımcısı olduğumuza ikna edildi. Özellikle iktidarın nimetlerinden nemalanan bazı STK’lar ve başındakiler müntesiplerine durumun bu minvalde olacağını telkin ediyorlar, her seçim zamanı daha bir iştiyakla gidişatı destekliyorlardı. Hatta seçim zamanlarında (belediye seçimlerinde bile) sıklıkla dile getirilen “Biz kaybedersek Kudüs kaybeder, Mekke kaybeder” sloganı durumu özetlemektedir. Bazı hocaların gelinen noktayı İslam Tarihi ile özdeşleştirip, “Mekke döneminden Medine dönemine geçiş yapıldığı” şeklinde tespit etmesi konuya bakışlarını göstermesi açısından manidardır. Furkan Hareketi ise geçmişten bugüne (yaklaşık 30-35 yıldır) Nebevi Hareket metoduyla hareket edip, eğitim ve davet çalışmalarıyla toplumun ıslahı ve değişimini sağlamaya çalışmaktadır. Kuru hamasi söylemlerle ve gayri nebevi yöntemlerle bir yere varılamayacağını, nefisleri eğitmeden elde edilecek güç ve zenginliğin fayda yerine zarar getireceğini vurgulamaktadır. Bu nedenle İslam’ı ve Müslümanları ilgilendiren meselelerde yapılan yanlışları (kimin yaptığına, kimden geldiğine bakmadan) tenkit etmiştir. Özellikle ABD’nin Irak’a girmesinde, Suriye meselesinde ve Mısır’a laikliğin tavsiye edilmesinde Müslümanlığın gereği olarak yetkililere nasihatte bulunmuş, din nasihattir çerçevesinde hareket etmiştir. Bu duruşu anlamayanlar Furkan Hareketini muhalefetin yanında durmakla, başkalarının ekmeğine yağ sürmekle suçladılar. Halbuki Müslüman kardeşinin yaptığı yanlışları ona hatırlatmamak, her yaptığını alkışlamak ona en büyük kötülüktür. Bu durum onu, bir süre sonra kendisinde hata olmadığına inandırır, samimi niyetlerle kendisini uyaranları da hain veya art niyetli görmesine sebep olur. Gerçek dost, kişiye acı da olsa doğruyu söyleyebilendir.
Şu anda gelinen noktada Furkan Vakfı kurucusu Alparslan Kuytul Hoca’nın Irak, Suriye, Mısır, Rus uçağı meselesi ve ülkede giderek özgürlüklerin daraltıldığına dikkatleri çekmesi gibi diğer konularda öngörülerinin çıktığını görmüş olduk. Elinde hiçbir istihbarat bilgisi olmamasına rağmen, ilmi altyapısı ve Kur’an’ın hareket metoduna dair bakışıyla samimi uyarılarda bulundu. Tebrik edeceklerine hapsettiler çünkü onlar her yaptıklarının alkışlanmasına alışmışlardı. Haklı bile olsa farklı bir sese tahammülleri yoktu. 15 Temmuz (2016) süreci bu hareketin üzerine gidilmesi için istenilen fırsatları sağlamıştı ve 2014’ten bu yana zaten hayırlı ve meşru faaliyetleri engellenen Furkan Vakfına 2018’in Ocak Ayında operasyon yapıldı. Yaklaşık 8 yıl süren bu sürecin ayrıntısını dileyen kimseler dergimizin önceki sayılarından ve sosyal medyadan öğrenebilirler. Ben bu olayın farklı bir yönüne temas etmek istiyorum. Gelecekte bu yıllar samimi bir şekilde değerlendirildiğinde hak ortaya çıkacaktır. Kim kazanımlarını, menfaatlerini kaybetmeme adına gidişata sessiz kalmış, kim de her türlü baskıyı, sürgünü ve hapsi göze alarak hakikati haykırmış görülecektir. Asıl mesele Hakk’ın hatırı mı yoksa gücün, makam-mevkiin hatırı mı meselesidir. Allah Azze ve Celle yolunda çekilen sıkıntılar, Rabbimizin rahmetini çekmeye vesiledir. Hakkın hatırını âli tutmak önemlidir. Hocamızın her zaman söylediği şu söz ne kadar anlamlıdır: “Biz bu dünyada konuşmanın bedelini ödüyoruz, birileri de yarın ahirette sessiz kalmanın bedelini ödeyecekler.” Gerçekten İslami camianın suskun tavrı kabul edilemez. Çoğu zaman başka ülkelerde yapılan zulümleri ve haksızlıkları yüksek perdeden eleştirenlerin, kendi toplumumuzda ve yanı başımızdaki olan bitene sessiz kalmalarını izah etmekte zorlanıyorum.
Bu durumun topluma yansıyan tarafına baktığımızda, şu anki nesil ve belki gelecek nesil uzun bir süre İslam’a ve Müslümanlara mesafeli duracaktır. Yapılanların İslami ambalajla sunulması toplumu İslam’dan nefret eder hale getirmektedir. Alabildiğine lüks yaşantı ve israf, her türlü haksızlık, haramların yaygınlaşmasına duyarsızlık ve neslin gidişatını umursamama… Daha buna benzer nice sayamadıklarımızın faturası elbet bir gün topluma yansıyacaktı ve zaten emareleri de çoktan belirdi.
İslami hizmetlerin zayıfladığı, toplumun, iktidarın hataları ve bu duruma sessiz kalan Müslümanların tutumu sebebiyle her geçen gün dinini sorguladığı ve dini değerlerden soğuduğu şu dönemde Allah’ın dini ve O’nun davası için atılan her adım/her çaba değerlidir. İşte Furkan Hareketi bunu yapmaya çalışıyor ve Allah’ın yüce davası yeniden canlansın ve nesiller İslam Medeniyetinin gölgesinde emniyette olsun diye gece gündüz mücadele ediyor. Hem kendisine hem de her kesimden kimselere yapılan haksızlıklara sessiz kalmıyor, meşru zeminde hakkını arıyor, bunun mücadelesini veriyor. Korku atmosferinin hâkim olduğu ve medyanın tek elde toplandığı bugünlerde haklı mücadelesi perdelenmeye çalışılsa da onlar yılmadan yola devam ediyorlar. Çünkü biliyorlar ki hakikat er ya da geç ortaya çıkacaktır. Bu hareketin duyulmasını engellemek isteyenler zulmettikçe daha çok tanınmasına vesile oldular. Boşuna “zulüm kısmak istediği sesi nara yapar” denilmemiştir. Furkan Gönüllülerinin daha önceleri 8-10 bin kişiyle yaptıkları mitingleri (Filistin’e destek ve İsrail’i tel’in mitingi gibi) haber yapmayanlar, 15.000 kişilik konferanslarını görmezden gelenler, atılan iftira ve kumpasları düğmelerine basılmışçasına manşetten verdiler. Tüm kumpas girişimlerine rağmen arzu ettiklerini elde edemediler. Evvela Allah’ın yardımı, sonrasında halkımızın vicdanlı ve sağduyulu yaklaşımıyla, tabi ki Furkan erlerinin haklı mücadelesiyle bu algı operasyonları boşa çıkarıldı. Furkan Hareketi bu mücadelesiyle bir yandan haklı davasını ortaya koymakta diğer yandan halkın İslam’a ve Müslümanlara dair bitmeye yüz tutmuş umudunu yeşertmektedir. Son 20 yıla damgasını vuran iktidarın İslami açıdan olumsuz davranışları ve yanlışları toplumda İslam’a karşı bir soğuma meydana getirmiştir. İslami camianın da olan bitene sessizliği bu yarayı daha da derinleştirmiştir. Buna mukabil Furkan Hareketinin bizzat zulme maruz kalması, İslam adına yapılan yanlışları kabul etmeyip eleştirmesi, zorluklara rağmen yoluna devam etmesi halkımızın takdirini kazanmıştır. İslami oluşumlara mesafeli olan, farklı fikirde olan kişilerin bile Furkan Gönüllülerine yapılanın zulüm olduğunu dile getirmesi, mücadelesinde haklılığını ifade etmesi gelecek adına olumlu bir durumdur. Her ne kadar korku atmosferi nedeniyle hislerini açıkça ifade etmeseler de kapalı kapılar ardında ve ikili görüşmelerde verilen mücadeleyi ve gösterilen duruşu takdir edenler çoktur. Tüm bu güzel gelişmeler aleyhe yapılan algı operasyonlarının halk nezdinde tutmadığının, Furkan Hareketinin tertemiz olduğunun göstergesidir.
Hareketin mensuplarına yönelik planlarına gelince bu hesap da tutmadı. Onlar zulmederek, hapsederek hareketin mensuplarını yıldırmak, birbirlerine ve davalarına olan bağlarını zayıflatmak istediler. Halbuki hareketin bağlıları zulme uğrayınca daha fazla kenetlendiler. Kardeşlik anlayışları daha da gelişti. Daha önce hizmetin, hayırda yarışmanın lezzetiyle bazı sıkıntıları göğüsleyenler mazlum olarak hapis yatmanın, bedel ödemenin de farklı bir tadı olduğunu öğrendiler. Hapistekiler içeride, onların acısını ve derdini paylaşan kardeşleri dışarıda, aynı dava uğruna kardeş olmanın ne demek olduğunu cümle aleme gösterdiler. Davalarına, hocalarına ve kardeşlerine vefalı oldular, unutulmuş olan bu değeri yeniden canlandırdılar. Neredeyse birçok şehirde haftanın belli günlerinde adalet bekleyişleri, basın açıklamaları ve yürüyüşler vb. birçok meşru eylemlerle seslerini duyurmaya çalışmaları toplumun takdirini kazandı. Bu gibi pasif eylemleri gayri meşru göstermek isteyen, bunun için zaman zaman provoke eden emniyet güçlerine rağmen itidali elden bırakmayıp, mücadeleye devam ettiler.
Sonuç olarak tarih tüm olanı biteni kaydetmektedir. Kimileri İslami duruşu ortaya koyuyor, her şeyi göze alarak konuşuyor, bedelini ödüyor, kimileri de kazanımlarımızı kaybederiz korkusuyla sessiz kalıyor, olayları seyrediyor. İnsanlar görmese, toplum anlamasa bile Rabbimiz her şeyi görüp bilmektedir. Önemli olan da Alemlerin Rabbinin şahitliğidir.