Hamd; yaratan ve gönderdiği vahiyle kullarını cahiliye hayatından kurtarıp İslam Medeniyetine ulaştıran Allah Azze ve Celle’ye, Salât-u selam; vahyi bize ileten ve insanları cahiliye hayatından kurtarmak için gece gündüz gayret gösteren Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, Selam ise; her meselede İslam’ın değerlerini esas alarak cahiliyenin değerlerini, yaşam tarzını ve sistemlerini terk ederek yeniden İslam Medeniyetine kavuşmak için çaba sarf eden tüm kardeşlerime olsun.
Cahiliye Anlayışının Getirdiği Sorunlar
Allah Azze ve Celle gönderdiği kitabı ve Rasulü ile insanın şahsi, ailevi ve toplumsal hayatını düzene koyar. Uluslararası ilişkileri düzenleyecek yasalar gönderir. Çünkü bütün dünya O’nundur ve O kendi dünyasında nasıl bir insan, nasıl bir toplum, nasıl bir medeniyet meydana getirmek istiyorsa ona göre kanunlar koyma hakkına sahiptir. Ayrıca en iyi bilen Allah’tır ve insanı insandan daha iyi tanır. Çünkü insanı yaratan O’dur. İnsanoğlu ise Allah’ı ve kanunlarını kendi hayatından uzaklaştırmak ve özgür olmak istemektedir. Fakat Allah’a karşı özgür olmaya kalkışan insan, hayvanların dahi yapmadığı şeyleri yapmakta ve sonucunda cahiliye hayatına duçar olmaktadır.
Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den evvel Roma’da, Yunan’da, Hindistan’da, Mısır’da, İran’da ve bütün dünyada cahiliye hayatı yaşanıyordu. Roma arenalarında insanları zevk için öldürüyorlardı. Özellikle esirleri vahşi hayvanların önüne veya ateşe atıyorlar, bağırtılarını dinliyorlardı. Bundan zevk alacak hâle gelmişlerdi. Eski Roma’da ve Yunan’da intihar övünülecek bir şeydi. Filozoflar bile intiharı normal bir olay olarak görüyor hatta takdir ediyorlardı. Toplu olarak intiharlar gerçekleşiyordu. Bir erkek, karısını bir hayvanı öldürdüğü gibi öldürebilirdi. Hiç kimse kendisine hesap sormazdı. Orta Çağ’da Hristiyan âlimleri “kadının ruhu var mıdır, yok mudur; kadın insan mıdır yoksa hayvan mıdır?” tartışması yapıyorlardı. Hindistan’da insanlar yeni doğmuş olan çocuklarını Ganj Nehri’ne atarak güya tanrılarına sunuyorlardı. Çünkü tanrıları kan içici bir tanrıydı.
Putperestlik almış başını gitmişti. Hindistan’da 330 milyon put vardı. İnsanlar artık gördükleri her parlak taşı put olarak kabul ediyorlardı. İran’da ise erkekler kendi kız kardeşleriyle evleniyorlardı. Sonra kız kardeşi hamile kalınca onu da öldürüyorlardı. İran hükümdarı dahi bunu yapıyordu. İşte İslam’dan evvelki cahiliye hayatı… Allah Azze ve Celle tarih boyunca peygamberler göndermek suretiyle bu tür olaylara müdahale ediyor ve insanlığı bu çukurdan kurtarıyordu.
Günümüz Cahiliyesinin Geldiği Nokta
Allah Azze ve Celle cahiliye hayatından kurtulup medeni olalım diye bize bu dini gönderdi. Müslümanlar İslam nimeti sayesinde yaklaşık 1200 sene bütün dünyaya örnek olacak bir medeniyet meydana getirdiler ve dünya devleti kurdular. Ancak son asırlarda kalplerimize dünya sevgisi ve ölüm korkusunun girmesiyle rahata meyledip vazifelerimizi yapmaz hâle geldik. Vazifemizin “Yeryüzünde İslam Medeniyeti kurmak, adaleti sağlamak ve tüm çeşitleriyle zulme engel olmak” olduğunu unuttuk. ‘Ceza amelin cinsindendir’ kaidesi kendini bir kez daha ispat etti ve Allah, dünyaya dalan Müslümanların elinden dünyayı çekip aldı. Maksatlarının aksi ile cezalandırdı. Ahireti unutup dünyaya meyletmenin cezası olarak dünyada geriledik. Gerilememizin sonucu olarak Batı’ya hayranlık başladı. Batı’da bilimin gelişmesi ve modern hayat birçok Müslümanın gözünü kamaştırdı. Yeni nesiller, bilimin temelini İslam âlimlerinin attığını, Batı’nın bilimi bizden alıp da geliştirdiklerini bilmedikleri gibi modern hayat ile medeni hayatın da farkını bilmiyorlardı. Modern olmayı medeni olmak zannediyorlardı. Ayrıca dini, hayatın dışına çıkarmış, dinin hükümlerini iptal etmiş ve laikleşmiş Batı medeniyetinin ileride ne kadar sorunlu bir dünya meydana getireceğini göremiyorlardı. Batı hayranlığının sonucunda İslam âleminde son iki üç asırdır tekrar İslam’dan cahiliyeye dönüş başladı. Oysa bilimi geliştirmek gibi birtakım hizmetleri olsa da Batı Medeniyeti insanlığı uçurumun kenarına getirdi. Büyük ölçüde ahlaki değerleri bitirdi.
Yeryüzünde zina ve zinanın çeşitleri çoğaldı. Zina eden erkek ve kadınlar, kadınlaşan erkekler, erkekleşen kadınlar, erkekle evlenen erkekler, kadınla evlenen kadınlar, eş değiştirme partisi yapan alçaklar… Bunlar Avrupa’da büyük yürüyüşler gerçekleştiriyorlar. “Ne zaman homoseksüel olduğunu açıklayacaksın?” gibi pankartlar asıyorlar. Batı Medeniyeti neredeyse insanların ahlak ve namus anlayışını bitirdi.
1955-65 yıllarında kadının daha çok özgürleştirilmesiyle ilgili propagandaları arttırdıkça arttırdılar. Kadınların daha çok süslenmesi ve açık saçık gezmesi sağlandı ve on sene içerisinde kadınların kullandığı kozmetik ürünlerin satışı 500 kat arttı. 2019 yılı itibari ile kozmetik sektörünün ekonomik büyüklüğü dünyada 300 milyar dolar ve Türkiye’de 3.5 milyar dolar gibi korkunç bir rakama ulaşmıştır. Kadının daha fazla özgürleştirilmesi için neden gayret gösterdikleri anlaşılmış oldu. Kozmetik ürünlerini satabilmek ve toplumun ahlakını bozarak içten çürütmek için kadınları nefislerinin esiri durumuna getirmek istiyorlar. Bu, kadının özgürleştirilmesi midir yoksa kadınların ticari bir metâ olarak kullanılması mıdır?
Bugün bazı bilim adamları bazı erkeklerden aldıkları spermleri, sperm bankalarında özel dondurucularda saklıyor, isteyenlere o spermleri satıyorlar. Örneğin, adam çocuğunun zeki bir insan olmasını istiyorsa zeki bir insanın spermlerini satın alıyor, eğer cesur olmasını istiyorsa cesur bir insanın spermlerini satın alıyor ve tıbbi yöntemlerle karısının bu spermlerle hamile kalmasını sağlıyor. Sonra da doğan çocuğu kendi çocuğu olarak kabul ediyor. Bu, insanın yalnızca namus anlayışını değil insanlık onurunu da kaybetmesidir.
Bugün zina kanunen serbest ve devlet himayesi altında değil midir? Devlet fuhuşa düşürülen kadınlardan vergi almakta ve almış olduğu o vergileri memurlara hatta camideki imamlara maaş olarak vermektedir. Bu kabul edilebilecek bir şey midir? Bir devlet kendi milletinin namusunu, kadınlarını- kızlarını korumak zorunda değil midir? Mafyaların tuzağa düşürdüğü kadınlar üzerinden elde edilen paralar için devletin “bu kadar para kazandın o hâlde bir kısmını da bana ver” demesi nasıl kabul edilebilir? Devlet mafyaların elinden o kızları kurtarmak zorunda değil midir? Bir insan kendi karısını- kızını satarsa, o pis kazancı yerse bu adama ne denir? Bunu devlet yaptığında farklı görülebilir mi? Böyle bir şeyi devletin yapması caiz olabilir mi? Devletin vazifesi milletinin canını, malını, namusunu, dinini, aklını ve neslini korumak değil midir?
Bugün kumar, devlete ait olan Milli Piyango İdaresi tarafından oynatılıyor. Böyle bir devlet kumarhaneleri engeller mi? Neredeyse bütün oteller kumarhaneye dönüşmüş durumda. Oynanan kumar üzerinden devlet vergi alıyor. Devletin kumarı engellemesi, insanların mallarının haksız yolla ele geçirilmesine ve ailelerin yıkılmasına engel olması gerekmez mi?
Bugün ülkemizde faiz devletin izniyle serbest değil mi? Müslümanların topraklarında faiz yoluyla zenginler ve bankalar, fakirlerin kanını emiyorlar. Onlar güçlendikçe fakirler daha fakirleşiyor. Devlet, vatandaşlarının güçlüler tarafından sömürülmesini engellemek zorunda değil midir?
Bugün yeryüzünde cinayetlerin, tecavüzlerin, uyuşturucunun, alkol tüketiminin, hırsızlığın, yolsuzluğun ve terörün artması, psikiyatristlerin önünde kuyrukların oluşması, boşanmaların çoğalması, LGBT’nin yayılması, ateist ve deistlerin çoğalması, adaletsizlik ve zulmün yaygınlaşması, bütün bunlar ve benzerleri cahiliye hayatının sonuçları değil midir?
Bugün neredeyse dünyanın tamamında ırkçı fikirler ve ırkçı hareketler var. Atalarıyla hem de kâfir ve zalim atalarıyla övünenler var. Hatırlarsanız Cumhurbaşkanlığı sarayında merdivenlere, geçmiş 16 Türk devletini temsilen birer asker yerleştirilmişti. Geçmiş 16 Türk devletinin 8 tanesi Osmanlı, Selçuklu gibi Müslüman devletler olsa da onların içerisinde putperest, Şamanist olan devletler de var. Bir Müslümanın Şamanist atalarıyla övünmesi caiz olamaz. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Kim kâfir olan dokuz atasını, onlarla izzet ve şeref kazanmak düşüncesiyle sayarsa, cehennemde onların onuncusu olur”1 buyuruyor. Atalarımızın içinden kâfir olanlarıyla övünemeyiz. Bunu caiz görecek olursak Mısırlı Müslümanların Firavun ile, Nemrut’un soyundan gelen Müslümanların da Nemrut ile övünmeleri ve ‘4000 yıllık tarihimiz var’ demelerini de caiz görmemiz gerekir. Yarınki nesillerin bugünün zalimleri ve darbecileriyle övünmeleri doğru olabilir mi?
Bugünün önemli bir sorunu da ideolojilerdir. İnsanı tanımayanlar tarafından geliştirilen, insana uygun olmadığı hâlde insanlara dayatılan ideolojiler insanlara cahiliye hayatı yaşatmakta ve birçok medeniyet sorunu meydana getirmektedirler. Mesela demokraside fikir ve ifade özgürlüğü, idarecilerin iş başına seçimle gelmesi gibi bazı esaslar İslam’a uygun olsa da içinde İslam’a aykırı unsurlar taşımaktadır ve İslam’a aykırı olan bu unsurlar birçok sorunlara yol açmaktadır. Demokraside seçim sandığı var ama zaten bunu insanlara İslam öğretti. Dünyada seçim yokken İslam seçimi ortaya koydu. Halifeler seçimle iş başına geldi. Fikir ve ifade hürriyetini dünyada ilk olarak İslam kabul etti. Dinde zorlamanın olamayacağını beyan etti. Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir âlimin, düşünce ve ilim adamının araştırmalarının sonucunu açıklayabileceğini, içtihad hatası yapmış olsa bile sevap kazanacağını ifade etti. Böylece düşüncenin ve düşünceyi ifade etmenin önünü açtı. O hâlde bizim başka bir izme ihtiyacımız yok. İslam eksik mi ki başka izmlerle tamamlayalım? İslam yamayı kabul etmez. Allah Azze ve Celle: “Bugün dininizi kemale erdirdim (tamamladım, eksiksiz hâle getirdim) ve sizin için din (hayat nizamı) olarak İslam’dan razı oldum”2 buyuruyor. Başka bir ayette: “Kim İslam’dan başka bir din (inanç ve hayat nizamı) ararsa ondan kabul olunmayacaktır. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır”3 buyuruyor. O hâlde Müslümanlar bazı esasları İslam’a uyuyor diye hiçbir beşerî ideolojiyi kabul edemezler.
Ayrıca demokrasi sadece fikir ve ifade özgürlüğü ya da idarecilerin iş başına seçimle gelmesi değildir. Biz demokrasiyi bir bütün olarak görmek zorundayız. Demokraside haramlar serbesttir. Haramların serbest olması birçok kötülüklere sebep olmaktadır. Bir Müslüman olarak haramların serbest olmasını kabul edemeyiz. Diyelim ki bir toplumun büyük bir çoğunluğu içkinin, zinanın, kumarın, faizin ve çıplaklığın serbest olmasını istiyor ama Allah bunları haram kılmıştır. Allah mı daha iyi bilir yoksa insanlar mı?4 Allah Azze ve Celle’nin kitabında yanlış mı var ki Allah’ın kitabını terk edeceğiz de insanların dediğini yapacağız? İnsanın ilminin Allah’ın ilmi gibi olamayacağı açıktır. Kur’an-ı Kerim: “İnsana az bir ilim verilmiştir”5 buyurmaktadır.
Diğer taraftan Allah mı daha yetkilidir yoksa insanlar mı? Dünya Allah’ındır, insanlar da Allah’ın kullarıdır ve Allah’ın dünyasında oturmakta, Allah’ın verdiği nimetlerle beslenmektedirler. O hâlde Allah’a itaat mi doğrudur, insanların çoğunluğuna itaat mi? Kur’an-ı Kerim: “Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler”6 buyuruyor. Allah Azze ve Celle çoğunluğun görüşünün her zaman doğru olamayacağını ifade etmektedir. Çünkü insanlar nefsin, şeytanın, çevrenin, medyanın ve hâkim güçlerin etkisi altındadırlar. O hâlde doğru olan, insanların çoğunluğuna itaat değil sonsuz ilim sahibi olan ve bütün varlıklar kendine ait olan Allah’a itaat etmektir.
Demokrasilerde kitleler önce devletler ve bir takım medya kuruluşları tarafından yönlendirilmekte, muhaliflere propaganda yapma ve görüşlerini beyan etme şansı verilmemekte sonra da toplumun önüne seçim sandığı konulmakta ve ‘istediğinizi seçin’ denilmektedir. Başka görüşte olanların kamuoyu oluşturmalarına müsaade edilmemekte ve bunun adına da demokrasi denmektedir. Ayrıca seçimde kitlelere nizam ve medeniyet tercihi yaptırılmamakta, sadece kişi ve parti tercihi yapılmasına izin verilmektedir. Çünkü hâkim güçler zaten nizam ve medeniyetin ne olacağına karar vermişlerdir. Halk sadece mevcut nizamı en iyi idare edecek kişiyi seçme hakkına sahiptir. Bu, gerçek bir seçim değildir. Bu, seçimle insanların uyutulması ve aldatılmasıdır. Sandıklardaki seçenekler, “İslam mı, Demokrasi mi? Sosyalizm mi, Faşizm mi?...” değildir. Hâkim güçler zaten sisteme karar vermişler, şu sistem olacak demişlerdir. Kitleler sistemin ne olacağına değil sadece o sistemde kimin başbakan olacağına karar vermektedir. Bu gerçekten fikir özgürlüğü müdür? Bu olsa olsa aldatmaca bir özgürlüktür. Gerçek seçimlerde sadece sisteme hâkim partiler değil, her fikrin temsilcisi fikrini ortaya koyabilir, insanları ona davet edebilir, eşit şartlarda yarışma yapılır, insanların doğruları öğrenmesi sağlanır ve ondan sonra seçim yapılır; işte gerçek seçim odur. Bugün böyle midir?
İSLAM MEDENİYETİNE GEÇİŞİN ADIMLARI
Cahiliyenin sorunlarından kurtulup İslam’a dönüş yapmak evvela inanç esaslarında olmalıdır. İşe Tevhid inancıyla, Allah’ı tek ilah ve tek otorite olarak görmekle başlamak icap eder. Kur’an 23 yılda tenzil ile kademe kademe indi. Allah Azze ve Celle insanları bir nakış gibi işledi. Önce Tevhid inancını sonra farzları, haramları ve gündelik hayata dair kanunları kademe kademe yerleştirdi. Bu şekilde onları eğitti ve insanlar cahiliyeden İslam’a geçişi başardı.
Efendimiz de sahabesini bu yönteme göre sabırla eğitmiştir. Peygamberimiz tıpkı bir çiftçi ne yaparsa onu yapıyordu. Bir çiftçi evvela tarlayı yabancı otlardan, dikenlerden, taşlardan temizler sonra tohum atar. Eğer otların, dikenlerin içine tohum atacak olursa tohum filizlenmez, filizlense bile gelişmez. O yüzden öncelikle o yabancı otlar temizlenmeli ondan sonra tohum atılmalıdır. İşte, Peygamberimiz de öyle yapıyordu. Önce ashabını Tevhid inancı ile şirkten, haramlar ile günahlardan temizliyordu sonra namaz, oruç… tohumunu atıyordu. Bugün biz de bu şekilde bir eğitime muhtacız. Evvela yabancı fikirlerden, şirkten, ideolojilerden ve haramlardan temizlenmemiz icap ediyor. Güzel ürünler verebilmemiz için öncelikle ulü’l- elbâb yani temiz akıl sahipleri olmamız, ideolojilerle ve haramlarla kirlenmemiş akla sahip olanlar hâline gelmemiz gerekiyor.
Bugün insanların bir kısmı aklını ve kalbini demokrasiyle, bir kısmı sosyalizm, bir kısmı faşizm, bir kısmı ırkçılık, bir kısmı da dünya sevgisi, mal- mülk, mevki ve makam sevdası ile kirletmiştir. Bunlara istediğiniz kadar ayet-hadis anlatın, hiçbir zaman o ayetler- hadisler akıllarına ve kalplerine fayda vermeyecektir. Evvela akıllarımızın ve kalplerimizin temizlenmesi, gayrı İslami fikirlerden boşaltılması ondan sonra ayet ve hadislerin öğretilmesi gerekir. Yani bir çiftçinin tarlada tohumu yetiştirmek için takip ettiği sıraya göre eğitim vermemiz gerekmektedir. Önce temizlik, ardından tohum atma, ardından gübre ve su verme. Böyle yapılması icap ederken biz o yanlış fikirlerle, ideolojilerle kirlenmiş olan akıllarımıza ayetleri-hadisleri dolduruyoruz. Bu yüzden bir türlü nefisler ıslah olmuyor, o ayet ve hadisler hayata tesir etmiyor.
İnsana Bakışımızı Değiştirmek
Hz. Peygamber yeryüzüne inkılâpçı bir peygamber olarak gönderildi. Bütün alanlarda inkılâplar gerçekleştirdi ve bütün alanlarda insanları Allah’ın boyasıyla boyadı. Onlara Tevhidi yani Allah’tan başka bir otoritenin olamayacağını, insanların Allah’ın kulu olduğunu ve ilahlaştırılmaması gerektiğini öğretti. Onları ırkçılıktan kurtardı. Onlara Allah’ın değer verdiklerine değer vermeyi, malın ve makamın önünde eğilmemeyi, zenginlere değil takva ve ilim sahiplerine önem vermeyi öğretti.
İslam’a göre insan Allah’ın halifesidir ama ilah değildir! İslam’a göre insan Allah’ı temsil edecek, Allah’ın vekili olacak ama haddini aşmayacak, ilahlık taslamayacak, “benim dediğim olur” demeyecek, kulluğunu unutmayacaktır. Kulluğunu unutursa, spermden yaratıldığını unutursa, “benim dediğim olacak” derse, güçlendiği, zenginleştiği, makam sahibi olduğu zaman Allah’ın koyduğu esasları terk etmeye başlarsa artık İslam anlayışı gitmiş yerine cahiliye anlayışı gelmiş demektir.
İnsana bakışımız nasıl olmalıdır? İnsan, Allah’ın kulu ve vekili midir, yoksa özgür bir varlık mıdır? İnsanı Allah’a rağmen özgür olarak görenler, cahiliye anlayışına sahiptirler. İnsan şeytana, nefsine ve insanlara karşı özgür olur fakat Allah’a karşı özgür olamaz. Kâinatta mutlak özgürlük sadece Allah’a aittir. Allah’a karşı kendini özgür hissedenlerde cahiliye anlayışı var demektir. Çünkü cahiliye insanları peygamberi ve kitabı kabul etmiyor, istedikleri gibi yaşayabileceklerine inanıyorlardı.
Bilimi özgür zannedenlerde de cahiliye anlayışı vardır. Bilimin insanlığın başına bela olmaması, insanı insanlıktan çıkarmaması için vahiy tarafından konulmuş ölçülere uyması gerekir. Bilim vahyin koyduğu sınırları dikkate almak zorundadır. Aksi hâlde bilim kötü yönde kullanılır. Eskiden cahiliye döneminde savaşlarda yüzlerce kişi ölüyordu, bugün savaşlarda milyonlarca insan ölüyor. Çünkü o dönemde bugünkü gibi atom bombaları, uçaklar, helikopterler, füzeler yoktu. Vahyin tayin ettiği haramları dikkate almayan bir bilim, insanları geçmişteki cahiliyeden çok daha kötüsüne götürmektedir. Bilim vahyin koyduğu sınırlara uyduğunda insanlık için büyük bir nimet, sınırları dikkate almadığında ise insanlık için büyük bir bela olmaktadır.
Allah’ın Boyasıyla Boyanmış Nesiller Meydana Getirmek
Her meselede cahiliye hükmünü terk etmiş, İslam’ın hükmünü kabul etmiş olan yeni nesiller meydana getirmekle mükellefiz. Öyle bir insan modeli meydana getirmeliyiz ki onun üzerinde bütün boyaları örtecek olan Allah’ın boyası olmalıdır. Boya nedir? Boya uzaktan görünendir. Dolayısıyla Müslüman uzaktan bakıldığı zaman görünmelidir. O toplumun, Müslümanların toplumu, İslam toplumu olduğu belli olmalıdır. Yollarınıza, çarşı-pazarınıza bir bakın, İslam toplumu manzarası var mı? Allah’ın boyasıyla boyanmış bir gençliğiniz var mı? Televizyonlarınıza, gazetelerinize, mekteplerinize bakın, Allah’ın boyasıyla boyanmış mı?
Hâkim sistemlerin baskısı altında rengimizi kaybediyoruz, renksizleşiyoruz, grileşiyoruz. Nasıl ki güneş, kumaşın rengini açıyor ve bozuyorsa aynı şekilde hâkim sistemlerin baskısı altında renklerimiz açılıyor, Müslümanlığımız ılımlı hâle getiriliyor. Ilımlı ve haramlara karşı sessiz Müslümanlar çoğalıyor, haramlar adeta helalleşiyor ve artık kimse harama “haram” demez hâle geliyor, böylece herkes haramlara alıştırılıyor hatta haramlara buğzetmiyor. Hâkim sistemlerin baskısı altında Müslümanların renkleri açıldıkça açılıyor. Bundan kurtulmak ve rengimizi muhafaza etmek, karşılaştığımız her meselede İslam’ın hükmünü öğrenmek sonra da taviz vermeden İslam’ı yaşamakla mümkün olabilir. Rengimizi muhafaza etmek, Allah’ın boyasından gurur duyan ve onun dışında boya kabul etmeyen nesiller meydana getirmekle mümkün olabilir.
Bundan 300 sene kadar evvel yavaş yavaş İslam’dan cahiliyeye dönüş yapmaya başladık. İslam’ın hükümlerini terk ettik. Bu durum önce bize çok önemli gelmedi, az gördük, önemsemedik fakat onlar birikti ve bu şekilde İslamî hassasiyetini kaybetmiş, başka boyalarla boyanmış insanlara dönüştük. Cahiliye hayatını, dünyada ne kadar suç işlendiğini, yeryüzünde cinayetlerin, uyuşturucunun, boşanmaların, intiharların çoğaldığını, annesiyle, kız kardeşiyle zina edenlerin, nenesiyle evlenen alçakların ortaya çıktığını, homoseksüelliğin, travestiliğin çoğaldığını, terörün ve kadın cinayetlerinin çoğaldığını gördük. Aklınıza ne kadar suç geliyorsa her sene çoğalıyor. Hani üniversiteler çoğalınca, insanların tahsil seviyesi yükselince suçlar azalacaktı? Üniversiteler suçu azaltmadı hatta çoğalttı. Cahil bir hırsız bir eve girip 3-5 kuruş parayı çalmakta, okumuş hırsızlar ise memleketin kanını emmekte, memleketi soyup soğana çevirmektedir. O hâlde şimdi cahiliye değer ölçülerini bırakıp yeniden İslami değer ölçülerine sarılmanın gerektiği daha net anlaşılmıştır.
Dünyada bütün suç çeşitleri çoğalmaktadır. Kur’an buyuruyor: “Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden bir gruba itaat edecek olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.”7 Allah size iman nasip ettikten sonra eğer o Ehl-i kitaptan -Yahudi ve Hristiyanlardan- bir kısmına uyarsanız, onların değer ölçülerini, sanatlarını, örf-adetlerini, ideolojilerini, kanunlarını alırsanız sizi imanınızdan sonra döndürüp tekrar kâfir yaparlar. Kendi renkleriyle boyarlar. O zaman günahlar ve suçlar çoğalır. Bunu bize ‘Rabbimiz’ dediğimiz Allah haber veriyor. Biz cahiliyeden İslam’a gideceğimize, onların insani ve ahlaki değerlerini, kanunlarını alıp geçmiş cahiliyeden daha derin olan bugünkü cahiliyeye mi gideceğiz? Toplumda hiç olmazsa İslam adına 3-5 şey kaldıysa onları da mı kaybedeceğiz?
Allah’a Kulluk Yaparak Özgürlüğe Ulaşmak
La İlahe İllallah sadece bir sözden ibaret değildir. La İlahe İllallah, bütün sahte ilahları terk etmek ve hayatımızda bağlı kalacağımız esasları sadece Allah’tan almak demektir. Kulların dediğini yapmayıp Allah’ın dediğini yapmak ve bu şekilde hayatın değişmesi demektir. Tevhid, Allah’a teslim olarak, özgürlüğümüzü Allah’a vererek şeytana, nefse ve insanlara karşı özgürlüğü elde etmektir. Allah’a teslim olmayan ya şeytanın ya nefsinin ya da insanların dediğini yapacaktır. Bunlara itaat mi daha doğrudur yoksa Allah’a itaat mi? Allah mı üstündür, yoksa insanlar mı?
Allah Azze ve Celle peygamberlerini göndererek onlara öncelikle Tevhidi öğretti. Allah’tan başka bir ilah yok diyeceksiniz, otorite olarak sadece Allah’ı kabul edeceksiniz. Çünkü sizin O’ndan başka bir ilahınız, bir ma’bûdunuz, ibadet edilen, itaat edilen bir makamınız yok. O bir şey dediği zaman başkalarının sözüne bakmayacaksınız. Kur’an buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah ve Rasulü’nün önüne geçmeyin, Allah’a itaatsizlikten sakının! Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir.”8 Yani Allah ve Peygamberi bir şey dediğinde ne siz Allah’ın ve Peygamberinin önüne geçin ne de başka birinin öne geçmesine müsaade edin. Bunu hem siz yapmayacaksınız hem de yapmak isteyenlere izin vermeyeceksiniz.
“Tevhid inancı sayesinde dünya devleti olmuştuk” diyoruz. Peki, nasıl oluyor da La İlahe İllallah akidesi, mensuplarını dünya devleti yapıyor? Çünkü La İlahe İllallah akidesine inananlar kendi kafalarına göre değil Allah’ın kanunlarına göre bir insan ve medeniyet meydana getirmekte, doğru ve adaletli kanunlarla birçok sorundan kurtulmaktadırlar. Böylece güçlenmektedirler. İslam Medeniyetinde Allah’tan başkasına boyun eğmeyen şahsiyetli bir insan ve şahsiyetli bir toplum meydana gelmektedir. İşte o güçlü ve şahsiyetli toplum da dünya devleti olmaktadır. Tarihte de aynen öyle olmadı mı? Bugün eğer yeniden yönümüzü İslam’a çevirirsek geçmişte gerçekleşen şey Allah’ın izniyle bugün de tekrar gerçekleşecektir.
İnsan eğer Rabbine yaklaşmak istiyorsa elbette ki Rabbinden gelen ölçülere bakmak zorundadır. Allah’ın gönderdiği hükümleri dikkate almadan Allah’a yaklaşmak ve Allah sevgisine ulaşmak mümkün değildir. Allah’ı seven O’nun gönderdiği hükümleri bırakıp başka hükümleri kabul edemez. Allah’ın gönderdiği hükümlere aykırı hükümlere itaat edenler Allah’ı seviyorum iddiasında dürüst olamazlar. Allah’ı sevenler sadece O’ndan gelenlere uyar, O’nun kanunları dışındakileri reddeder ve böylece cahiliye hayatından da kurtulmuş olurlar.
Allah Azze ve Celle bizlere her meselede İslam’ın değerlerini alan, cahiliye değerlerini terk eden kullarından olmayı nasip eylesin. Müslümanlar olarak cahiliye hayatını, cahiliye değerlerini ve sistemlerini terk edip yeniden ümmet olup, İslam’ın değerlerini hâkim kılmayı ve yeryüzünde insana uygun bir medeniyet meydana getirmeyi, bu uğurda mücadele eden İslami hareketlerin içerisinde yer almayı cümlemize nasip eylesin. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.
- Ahmed bin Hanbel, 5/128
- Maide, 3
- Âl-i İmran, 85
- “De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” (Bakara, 140)
- İsra, 85
- Enam, 116
- Âl-i İmran, 100
- Hucurat, 1