Allah Azze ve Celle bu dünyaya insanı imtihan etmek ve hangisinin daha güzel ameller işleyeceğini göstermek için göndermiştir. Gönderiliş gayesini uzunca süredir unutmuş olan insanoğluna Rabbimiz, ülkemizde acı bir şekilde bu gerçeği tekrar hatırlattı.
Deprem ve diğer afetler maddi sebepleri olduğu kadar daha çok manevi sebepleri olan olaylardır. Allah yeryüzünü bazen sarsmak suretiyle insana kudretini ve azametini hissettirmektedir. İnsan, bir çocuk misali neyi istediğini ve neyin kendisine zararlı olduğunu anlayamamakta ve her zaman akıl baliğ olmamış bir çocuk misali aynı hatalara devam etmektedir. Allah ise kullarına adeta bir anne baba terbiyesi ile yaklaşmakta ve onu önce defalarca uyarmakta; fakat anlamayınca hatasının sonucuyla onu baş başa bırakıp acı sonu görmesine müsaade etmektedir.
Depremin ilk vurduğu saatlerdi. Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya ve diğer şehirler enkaz şehirlere dönmüşlerdi. Canlar enkaz altında inim inim inlerken, dışardaki insanların gözü bir yudum su ve bir lokma ekmek arar olmuştu. AFAD ve diğer yardım kuruluşları koordine edilip talimat beklerken, tüm cemaatler ve İslami STK’lar sahaya ilk inenlerdi. O gün öyle çok profesyonel olmaya hacet yoktu…
Ülkemiz çok acı günler geçirmekte ve belki sonucu yıllarca unutulmayacak dramlara sahne olmaktadır. Deprem bölgesinde acılar içinde kalan halkı yalnız bırakmamak tüm insanlığın görevi olduğu kadar, en evvelinden İslami cemaatlerin görevidir. Devletin yetişemediği yerde cemaatler varlık göstermek ve din, inanç, mezhep gözetmeden musibete uğrayanlara yardım ulaştırmak zorundaydı. Ve gördük ki bu görevlerini nerdeyse tüm cemaatler hakkıyla yerine getirmiş bulunmaktadır.
Bir yudum su, bir kaşık çorba insanların içini ısıtıp, onlara ümit vermeye yetiyordu. Enkaz altında olan yakınlarına ulaşacak amatör ama samimi ümmet yürekli mü’min insanlar, insanlara Allah’ın yardımını hatırlatmaya yetiyordu. Sahada o gün olmak adeta vacipti. Anın vacibi o gün orada bir lokma ekmek, bir kaşık çorba ve enkaza sallanan birkaç balyoz darbesiydi.
Her an, her saat ve her dakika önemliydi. Ölenlerin yakınları cenazelerini alıp uzaklaşmak isteyen bakışlarla etrafını izliyordu adeta. Enkazdan ses alanlar ise tükenmişliğin verdiği çaresizlikle kendilerine yardım edip enkaza birkaç kürek ve balyoz sallayacak eller arıyorlardı. Cemaatlerin ve STK’ların o gün sahada olması aslında bir var oluş ve yeniden doğuşun hikayesi olacaktı. 15 Temmuz’dan sonra kirletilmeye çalışılan cemaatlerin imajı, bugün yeniden inşa edilecekti.
O gün orada bulunan tüm İslami cemaat ve yardım kuruluşları aslında kendi isimlerini değil, İslam’ın şerefini kurtarma çabasındaydı. Bu depremle kullarını uyandırmak isteyen yüce Allah, temiz kullarıyla, o meşhur sakallı ve sarıklılarla da kullarına merhametini gösteriyordu. Bir yandan şefkat tokadı, bir yandan şefkat ve merhamet kucaklayışı sardı deprem bölgelerini. Din düşmanlığını elden bırakmayanlar sürekli onları yok saymaya çalışsalar da her kamera görüntüsü ardında bir sakallı belirdi.
Zihinler, kendisine donmak üzereyken ulaşıp yolda kalan aracına yakıt ulaştıranları, açlığın ve susuzluğun kendisini iki büklüm ettiği o soğuk gecelerde ekmek çorba uzatan o yüce gönüllü insanları asla unutmayacak. Birtakım iftiralarla devlet düşmanı ve suç örgütü ilan edilen Alparslan Kuytul Hocaefendi ve talebeleri, oradaki depremzede halk tarafından çoktan aklanıp halk hareketi ve Müslümanlara uzanan yardım örgütü olarak yerini aldı bile. Talimatla yürütülen mahkemelerde aklanmayı çok da önemsemiyoruz aslında. Bizim halkın kalbinde ve gözünde yerimiz tekrar belirgin hale geldi bile. Halk bizi, mahkeme etti ve karar oradan çoktan çıktı: “Furkan Hareketi tertemizdir.”
Bir kez daha şu memlekette görüldü ki insanları, toplumu bir arada tutan en etkili çimento İslam’dır. Bu çimentoyu topluma ulaştıran İslami cemaatler ise bu toplumun mimarları olmaya adaydır. Ancak asla haksızlık ve zulümden yana olmamak şartıyla. Bugün bizi insanlığa hizmete çağıran bu musibet ve bela, daha önce de memlekette olan onca zulme karşı da birlikte olmaya çağırmalıydı. En azından bundan sonra bu bela bize, zalime karşı birlikte olmayı öğretmeli ve asla mazluma sırt çevirmemeliyiz. Şunu unutmayalım, zalimin de mazlumun da dini ve kimliği önemli değildir. Müslüman da olsa zalimse karşı olmalısın, gayri müslim de olsa mazlumsa sahip çıkmalısın! Müslümanın bakışı bu olmalıdır. Deprem, bize ölenlerin ve enkaz altında olanların kimliğine bakmadan oraya gitmeyi hatırlattığı gibi, bu depremlere sebep olan manevi unsurların -zulüm ve günahın çoğalması gibi- artmasına sebep olanların kimliğine bakmamayı da öğretmelidir. Bizi hak ve hayır uğrunda bir araya getiren Rabbimize sonsuz şükürler olsun.
“De ki: Durmadan bir şeyler yapın; yaptıklarınızı Allah da peygamberi de müminler de görecektir.”1
Ayette de bahsedildiği üzere hem dünyada hem de ahirette yüce Yaradan, ahirette ise Peygamberimiz ve tüm mü’minler yaptıklarımızı görüp bize dua edip ve şefaatte bulunacaklar. Yeter ki şu dünyayı Allah’ın adaleti ve medeniyetiyle daha yaşanılır bir hale getirelim. Kardeşlik aksın çeşmelerden, merhamet yürüsün sokaklarda, rahmet yağsın toprağa, gözyaşlarımız yangınlar söndürsün zulüm coğrafyalarında, yetimin başını kaldıran el olsun her bir dokunuşumuz, mazluma umut, zalime hudut olsun duruşumuz ve uzansın ellerimiz duayla semaya, ‘yardımın ne zaman?’ deyiversin dillerimiz zikirle ıslanarak...
Hidayet güneşi, bu toprakları hiç terk etmedi etmeyecek! Mümbit toprakların, kurak çocukları olmayı bırakalım artık. A cemaati, B cemaati rakip değil, yarış içinde… Gayretimiz İslam sancağını taşımak olmalı! İslam sancağı taşınmalı öteye, bir adım kaldı hürriyete!
- Tevbe, 105