İşte Aile Akademisi Derneği’nin yayımladığı “10 maddede İstanbul Sözleşmesi neden iptal edilmeli?” bildirisi:
1. İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NİN MERKEZİNDE TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI VARDIR
Toplumsal cinsiyet, kadınlık ve erkekliğin sosyal olarak inşa edildiği fikrine dayanmaktadır. Cinsiyetin sosyal bir yapı olarak kavramsallaşması bilimsel zeminden ziyade, politik argümanlara dayanmaktadır. Bu nedenle günümüzde tüm dünyada toplumsal cinsiyetin ideolojik olduğuna dair tartışmalar yürütülmektedir. Ayrıca kadın ve erkeğin doğuştan getirdiği biyolojik cinsiyeti ile toplumsallaşma sürecinde elde ettiği varsayılan toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımlar literatürde net değildir. Hangi duygu, düşünce, davranışların kadın ve erkek biyolojisiyle, hangilerinin sosyal inşa sürecinde elde edildiği tartışmalıdır. Hatta biyolojik cinsiyetin de toplumsal bir kurgu olduğunu iddia eden önemli teorisyenler bulunmaktadır. İstanbul Sözleşmesi oldukça tartışmalı olan bu toplumsal cinsiyet kavramına dayalı olarak oluşturulan bir metindir. Resmî Gazetede yayımlanan 34 sayfalık Türkçe metinde 24, İngilizce metinde 25 yerde toplumsal cinsiyet kelimesi geçmektedir. Sözleşmede toplumsal cinsiyetin tanımı şu şekildedir (Madde 3: Tanımlar, c bendi): “Kadınlar ve erkekler için toplum tarafından uygun görülen ve sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler anlamına gelir.” Bu tanım olabildiğince genel, olumlu veya olumsuz etkileri olan rol ayrımı yapmayan, nitelikten ne kastettiği açık olmayan bir içeriğe sahiptir. Tüm sözleşme kadına yönelik şiddeti bu ucu açık tanıma dayandırarak önlemeyi tavsiye etmektedir. İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet tanımını yapan ilk uluslararası anlaşma olması bakımından da önemlidir. Toplumsal cinsiyet merkezli inşa edilen İstanbul Sözleşmesi, toplumsal tabanı dikkate alan eleştirilere duyarsız, tek taraflı bir metin görünümündedir. Metin bu haliyle bir toplumu ayakta tutan kültürel değerlerin belirlediği toplumsal rol beklentisini değersizleştiren, küçük bir grubun değerden arınık rol beklentisini temel değer haline getiren yeni bir emperyalizm türüdür.
Sözleşmede feminist ideolojinin dili ön plandadır. Sözleşmenin “Kadınlara yönelik şiddetin, erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm kurmasına ve kadınlara yönelik ayrımcılığa neden olan ve kadınların tam ilerlemesini engelleyen ve kadınlar ile erkekler arasındaki tarihsel eşitlikçi olmayan güç ilişkisinin tezahürü olduğunun bilincinde olarak” hazırlandığı ifade edilmiştir.
2. TOPLUMSAL CİNSİYET SAVUNUCULARININ DİNE VE GELENEĞE BAKIŞI YANLIDIR
İstanbul Sözleşmesi’nin perspektifini oluşturan toplumsal cinsiyete dair metinlerde din bir ayrımcılık kaynağı olarak sunulmaktadır. Onlara göre din, ataerkil iktidara meşruiyet sağlamakta, kadına ikincil bir rol vermektedir. Geleneksel değerler, örf, kültür de çoğunlukla bu bakış açısıyla hedef tahtasına oturtulmaktadır. Genel yükümlükler bölümü, Madde 12/1’de “...veya kadınlar ve erkekler için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadınlar ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış modellerinin değişimini sağlamak için gerekli tedbirleri alır” denmektedir. Burada yerleşik tüm uygulamaların ortadan kaldırılmasından bahsedilirken, yerine konması hedeflenen yeni davranış kalıpların nereden besleneceği muallakta bırakılmıştır. Kadın ve erkeğe ilişkin tanımlanacak olan yeni rollerle, başka bir toplumsal inşa süreci oluşturulmak istenmektedir. Sözleşmede genel yükümlülükler bölümü, Madde 12/5’te “Taraflar kültür, örf, adet, gelenek, din veya sözde “namus”un işbu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için mazeret oluşturmamasını sağlar” denmektedir. Burada şiddetin yukarıda vurgulanan geniş içeriğinin göze alınması önemlidir. Bir aile üyesinin, diğer bir aile üyesine dini veya kültürel değerler üzerinden herhangi bir müdahalesi, uyarısı durumun şiddet olarak kodlanması için yeterli olabilecektir. Ayrıca bu madde ve 42. maddede namus ifadesi “sözde” vurgusuyla verilmekte, bu şekilde hem kadın hem de erkek için bağlayıcılığı bulunan namus kavramı tahfif edilmektedir. Özellikle Batı’da “Müslüman ve terörist” kavramlarının sürekli birlikte kullanılması gibi “din ve namus” “şiddetle” ilişkilendirilerek kullanılmakta, sanki namus, din, gelenek kavramları şiddetin kaynağıymış gibi sunulmaya çalışılmaktadır.
3. İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDE ELE ALINAN ŞİDDETİN İÇERİĞİ BELİRSİZDİR
Sözleşmedeki yaptırımların üzerine bina edildiği şiddet kavramının içeriği oldukça belirsiz ve bu nedenle geniştir. Madde 3, Tanımlar, a bendinde “kadına karşı şiddet, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir” denmektedir. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ifadesi daha çok kadının fiziksel şiddetten veya cinsel saldırılardan korunması düşüncesini akla getirmektedir. Oysa bu tanımın içeriğinde belirtilen ‘ıstırap verebilecek’ olan ifadesinin neyi içerdiği belirsizdir. Aynı şekilde psikolojik şiddetten ne anlaşılacağı muğlaktır. Zarar veya acı verilmesi son derece öznel algılanabilecek ifadelerdir. Sözleşme boyunca geçen tüm şiddet ifadeleri bu genel söylemi referans almaktadır. Bu ifadeler istismara oldukça açık, şiddeti uygulayan veya mağdur olanın öznel değerlendirmelerine imkân tanıyacak ölçüdedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’nda duygusal şiddet/istismar kapsamında “kadınları kontrol etmeye yönelik davranışlar” da tanımlanarak bir kişinin eşinin kıyafetlerine “karışması” ya da facebook ve Twitter hesabına “karışması” şiddet olarak yer almıştır. Bunlar şiddetin araçsallaştırılarak, aile ilişkilerinin ve aile temelli toplumsal yapının değiştirilmeye çalışıldığını göstermektedir. Aile kurumundaki karşılıklı sorumluluklar yok sayılmakta, eşler sadece bireysellikleriyle ele alınmaktadır. Ayrıca sözleşme 18 yaşın altındaki kız çocuklarını da kadın olarak tanımlamaktadır (Madde 3, Tanımlar, f bendi). Bu tanımlamayla neyin amaçlandığı ne sözleşme metninde ne de açıklayıcı metinde ifade edilmemiştir.
4. SÖZLEŞME ARABULUCULUĞU YASAKLAMAKTADIR
Sözleşmenin 48. maddesi arabuluculuğu yasaklamakta, “Taraflar işbu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddete ilişkin olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır” demektedir. Sözleşmedeki şiddetin fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddeti içerdiği göz önüne alındığında, bu maddede sadece fiziksel şiddete yönelik değil, tüm şiddet türlerine yönelik bir yasağın konduğu görülmektedir. Bu maddeden de anlaşılacağı üzere, sözleşmede aileyi koruyabilecek tedbirlere yer verilmemekte, toptancı bir yaklaşımla arabuluculuğun faydalı olabileceği durumlar da dışlanmaktadır.
Çok tartışılan İstanbul Sözleşmesinde yer alan bu maddelere bir sonraki sayımızda devam edeceğiz…
1. Kaynak: Aile Akademisi Derneği