Ey insan! Yaşıyorken, hem de Kur’an çağında;
Çırpınıp duruyorsun, cehâlet batağında.
Kalbin katı… Gözün kör… Başın kibir dağında
Kur’an sana gel diyor, bak bendedir adresin,
Ey eşref-i mahlûkat! Daha Kur’an ne desin!
Malın, mülkün, şöhretin, dünyada her şeyin var;
Ya dünyadan Rabbine götürecek neyin var?
Bana yeter diyorsan, şu üç günlük itibar;
Bir dördüncü gün var ki; çok çetindir bilesin,
Bunlar masal diyorsan… Daha Kur’an ne desin!
O münezzeh ruhundan, ruh vermekle insana;
Erişilmez bir şeref, bahşetti Allah sana,
Ne kadar sevdiğini buradan anlasana!
Sen ki; taparcasına, kendine kul kölesin,
Nefsini put yapana… Daha Kur’an ne desin!
Bir gün var ki; çok yakın, dağların yürüdüğü,
Göklerin, güneşleri önünde sürüdüğü,
Kâinatı toz duman, dehşetin bürüdüğü;
Kıyamet senaryosu, oyun değil bilesin;
Hâlâ ürpermiyorsan… Daha Kur’an ne desin!
O büyük mahkemede, bütün diller susacak;
Konuşacak bu defa, göz, kulak, el, kol, bacak.
Uzuvlar birer birer, haramları kusacak;
Açılacak önünde defterleri herkesin;
Kendine gelmen için… Daha Kur’an ne desin!
Gör ki dünya sırtında, nice insan taşıyor;
Kimi yaşarken ölmüş, kimi ölmüş yaşıyor.
Kimi Arş-ı Âlâ’ya dolu dizgin koşuyor;
İşte Cennet! İşte sen! Gayret et ki giresin;
Ey eşref-i mahlûkat! Daha Kur’an ne desin!*