Aynı dine iman etmiş ve aynı çatı altında hizmet eden kimselerin hizmetlerinden lezzet alabilmeleri, kardeşliği iliklerine kadar hissetmeleri ve Kuran-ı Kerim’in ifadesi ile “bir binanın tuğlaları” gibi saf tutup çarpışanlardan olabilmeleri için bazı ahlaki hastalıklardan uzak durmaları gerekmektedir. İşte bu ahlakî hastalıklardan uzak durmaları kendi aralarındaki kardeşliği kuvvetlendirecek, dayanışmayı artıracak, Allah’ın yardımını da beraberinde getirecektir. Biz bunlardan birkaç tanesinin dayanışmayı bozma yönü ile ele alacağız.
Gıybet: İslamın kardeşlik hukukuna riayet edenlerin belki en fazla düştükleri hata kardeşlerinin gıybetini yapmaktır. Kardeşinde görmüş olduğu hasleti-hatayı ya gidecek söyleyecek veya Hüsnü Zanna devem edip susacak yada içi içini kemirirken bir taraftan da yavaş yavaş gıybet tuzağına, şeytanın ağına düşecek. İşte bu çıkmaza düşen kişi cesaret gösterip kardeşini kardeşliğin bir gereği olarak, kelimeleri kardeşine nasihat sadedinden seçerek uyarması gerekmektedir. Yapmazsa o zaman başkası ile konuşup onun yüzüne gülmeye devam edip şahsiyeti bozulacak ya da gıybet edip gıybetini yaptığı kişiye mesafe koyup kardeşliği bozulacak ve gıybet günahına düşmüş olacaktır. Her durumda İslam kardeşliği zarar görecek aralarında dayanışma ortadan kalkacak, kalpler bozulacak. Muntazam olarak işlemesi gereken İslam toplumundaki çarkın dişlilerinde aksamalar, kırılmalar ve bozulmalar meydana gelecektir. Bu bozulmanın bir sonucudur dayanışmanın zarar görmesi.
Gıybet, dayanışmaya zarar verecek olan birçok kötü haslet içinde ilk basamaktır. Bu basamağa çıkan kişi diğer kötü hasletlerle arasındaki duvarı da ortadan kaldırmış olur. Dolayısı ile bu ilk basamak olan gıybet basamağına çıkmamak, bu basamağın diğer kötü hasletlerin düğümünü teker teker çözebilme etkisinde olduğunu bilmek gerekir.
Gıybet eden kişi kendinden emin olsa dahi beraber gıybet ettiği kişi ya da kişilerden emin olamaz. Yapmış olduğu gıybetin onların kalbinde nasıl bir etki bıraktığını bilemez. Kardeşler arasında dayanışmanın ne kadar zedeleneceğini ve uhuvvetin ne oranda zarar göreceğini bilemez. Gıybetten her halde kaçınmalı nefsinden emin olmamalı ve gıybet tuzağına düşmemelidir. Çünkü nefsinden gece gündüz nefis terbiyesi ile meşgul olanlar dahi emin olmamışlardır.
Gıybet eden kişi uhuvvete zarar verecek hastalığa tek kendisi tutulmuşken gıybet etmek sureti ile bu hastalığı başkalarına da bulaştırmaktadır. Böylece hem kendisine yaptığı gıybet ile zarar vermekte hem de kardeşlerinin birbirine kenetlenmelerine mani olmak sureti ile dayanışma ahlakı zarar görmektedir.
Gıybet eden kişi geçici olarak içindeki ateşi gıybet etmek sureti ile söndürse dahi kendisi için ahirette söndürülmesi mümkün olmayan bir ateş yakmıştır. Dünyada iken de başka bir ateşe kapı açmıştır. O da hasettir. Şimdi de hasedin dayanışmayı bozma yönünü ele alalım.
Hased: Hadiste buyrulduğu üzere “Hasetten kaçınınız. Biliniz ki ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi haset de amelleri yer bitirir, iyilikleri siler götürür” nevinden bir ameldir hased. Hased eden kimse birçok hayırdan mahrum olduğu gibi çevresindeki insanların da hayır işlemelerine engel olur. Hased eden hasid kendisi bazen uhuvvetin bir gereği olarak kardeşine ufacık bir hayır ile yardımda bulunması icap etse o yardıma hasedi engel olur. Belki kardeşine gülümseme ile mukabele edecek olsa hasedi onun karşısına çıkar gülümsetmez, gülümseyemez. Hased ediyor olması sebebi ile Allah’ın hased eden kişiye verdiği dünyadaki cezanın bir gereği olarak hased ettiği kişinin içinde olduğu her hayır kapısı kapanır.
Hased eden kişi muhatabını kıskanır. Başkaları ile onun arasının iyi olmasını istemez. Allah’tan bir hayrın ona ulaşmasını istemez. Bir hayır halkasında onun da bulunmasını istemez. Bu sebeple hased eden kişinin kalbindeki bu haslet sürekli karşısına çıkar ve uhuvvet bağı ile yardımlaşıp dayanışmalarına engel olur. Sadece kendisi ile muhatabının yardımlaşmasını bırakın başka yardım halkalarına da mani olur. Kimi zaman dayanışma ahlakına kendisi sırtını döner, kimi zaman ise insanların muhatabı (yani hased ettiği kişi) ile yardımlaşma ve dayanışma içinde olmamaları için elinden geleni yapar.
Bu ruh hali aslında hased eden için bir hastalıktır. Bunun acilen tedaviye ihtiyacı vardır ki oda uhuvvet bağı ile yeniden iman etme hissiyatında buluşup dayanışma ahlakı ile hareket etmekten başka bir şey değildir. Aynı zamanda Rasulullah: “Şu iki kişi dışında hiç kimseye hased (gıbta etmek) caiz değildir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse. Diğeri de Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolda harcayan zengin kimse” buyurmak sureti ile eğer hasid birine gıpta etmek-hased etmek istiyorsa o da hayır üzerinde olan şu iki zümre buyurmuş ve Müslüman kimse için hasedin bir ahlak olarak gıptaya dönüşmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Hased iki şekilde olabilir.
1) Ondaki hayırlar sebebi ile olabilir. İşlediği salih ameller, yaptığı hasenatlar vs.
2) Ondaki dünya malı veya dünyanın geçici menfaatleri sebebi ile olabilir.
Bilmek gerekir ki bu her ikisinde de hased eden kişi için Allah’ın takdirine bir itiraz vardır. Zira dünya malını da diğer hayırları da Allah takdir etmiştir. Bunlar sebebi ile hased etmek demek Allah’ın takdirine itiraz etmek, O’nun taksimini doğru bulmamak demektir. Bu ise bir mü’min için mümkün değildir. O halde hasedden vazgeçip dayanışmayı bozacak amel ve hasletlerden uzak durmak gerekir.
Su-i Zan: Kalpteki hasedin bir sonucudur su-i zan. Artık göz kardeşindeki iyilikleri görmez olur, amelini hayra te’vil edemeyecek bir hale geldiğinde şahit olduğu hadiselerde kalbi hemen su-i zana kayar. Yaptığının bir hata olduğunu fark etse dahi su-i zandan geri duramaz çünkü su-i zan bir sebep değil başka bir hastalığın sonucudur. O da hasettir.
Su-i zan besleyen kimse her halde dayanışma gibi büyük bir hayır ve de amelden mahrum kalır. Bu kötü ameller kişinin adeta hayırlar ile arasına bir perde çeker ve engel olur. Kişiyi herhangi bir salih amelden uzaklaştıran haslet kalpten bir an önce atılmalıdır. Bu haslet dünyayı kendisine zehir etmekle kalmayıp ahiretine de zarar vermektedir.
Dayanışmaya daha fazla ihtiyacımızın olduğu şu zamanda hiçbirimizin kardeşliği zedelemeye hakkı yoktur. Bu dayanışmaya sadece memleketimizdeki din kardeşlerimiz değil ümmet coğrafyasının en ücra köşesinde yaşayan ve ben Müslümanlardanım diyen din kardeşlerimiz de ihtiyaç duymaktadır. Bu küçük coğrafi parçalarda oluşturacağımız dayanışma ahlakına dayalı kardeşlik atmosferi ümmet olma yolunda bir prova niteliği kazanacaktır. Eğer birimizde bizim bir vücut gibi hareket etmemize engel olacak bir haslet var ise ona son vermek en asli vazifelerimizdendir. Rabbimiz kardeşlik hukukuna riayet ederek bir ömür sürmeyi nasip etsin. (Amin)