Bir defa bile olsa dünyayı değiştirme isteğin oldu mu? Eğer olduysa bu isteğini gerçekleştirmeyi düşündün mü? Ya da hiç böyle bir düşüncen olmadı mı? Bu yazıyı okuduktan sonra olacağına inanıyoruz. Dünyayı nasıl değiştirirsiniz sorusuna gerçek hayatta uygulanabilecek bir bakış açısıyla cevap veren bu yazıyı sizlerle paylaşıyoruz. Yazının ilk kısmını önceki sayımızda yayınlamıştık. Şimdi ise ikinci kısmını yayınlıyoruz. İyi okumalar...
Yazının ilk kısmında dünyayı değiştirmekten, özellikle de kendi dünyanızı değiştirmekten bahsetmiştik. Şimdi de bu değişim için nasıl harekete geçebileceğinizden bahsedelim...
Sık sık şu öldüren paradoksa kapılıyoruz: “Gerçekten bir şeyler yapmak istiyorum ama bunun ne olacağını bilmiyorum.” Bunu çözmenin bir yolu hoşlandığınız şeyleri düşünmektir. Bunu bir düşünün. Pozitif psikologlar, negatif psikolog olmaktan sıkılan ve ‘insanların ne problemi var ki’ diyen insanlardır. Onlar insanların hangi güzel yanları olduğunu bulmak ve bu bilgiyi paylaşmak istemektedirler. Bu konuda bir test yaptılar: iki grup insanı, diğer insanlara neyin haz verdiğini araştırmak için gönderdiler. Birinci grup hedonizme (her zaman için en çok haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüş) gönderildi. Çikolata yerken ayak masajı isteyen kimseler gibi. İkinci grup ise anlamlı bir şeyler yapmaya gönderildi. (Onlara göre anlamlı) Sonuçlar geldi ve anlamlı şeyler yapan grup hedonizm ile iştigal edenlerden daha derin ve uzun süreli memnuniyet duygusuna sahiptiler. Onlar, içlerinde değiştiler ve şunu hissettiler: “iyi olan bir şeyi yapan bir insanım” Dünyayı değiştirmek çikolata yemekten ve ayak masajı yaptırmaktan daha güzeldir. Peki, anlamlı dediğimiz şey nedir? Yaratıcının insana yüklemiş olduğu vazifeyi dava edinmek ve bu dava uğrunda çalışmak en anlamlı şey değil midir? İnsanın var oluş sebebini de düşündüğünüzde en anlamlı tercihin bu olacağı aşikâr değil midir?
Geçmişte sizi iyi hissettiren neler yaptınız? Ortaya koyduğunuz farklı olabilecek ne var? Peki, ulaşabildiğiniz hayalleriniz nelerdir? Ama esas konuya gelmek istiyorsanız kendinize şu soruyu sormalısınız: “Eğer başarısız olmayacağınızı bilseydiniz, ne yapardınız?” Sanki başarı büyülü bir şekilde garantilenmiş gibi. Soruyu bu şekilde sormak önemlidir. Bu şekilde ulaşılabilir ama gerçekten yapmak istemediğiniz sıkıcı cevaplardan kurtulmuş olursunuz. Asıl sansasyonel olanın ve gerçekten yapmak için tutkulu olduğunuz şeyin peşinden gidin çünkü ancak o zaman onun için ısrar eder, üstelersiniz. Bu soruyu şu andan itibaren hayatınız boyunca aklınızda tutun. Her sorduğunuzda ve yeni bir cevaba ulaştığınızda harika bir sonuç ortaya çıkacaktır. Aklınıza gelen şeyler o kadar büyük olacak ki herhangi bir kişiye söylemekten çekineceksiniz. Bununla beraber bir de şöyle bir tehlike var: Ondan sonra ne olacak? Onu ulaşılamayacak bir fikir olarak değerlendirip çok güzel çerçevesi olan ve harika bir şekilde çizilmiş bir tablo gibi evinizin duvarına asma ihtimaliniz de var. Statik düşünce kullanıyoruz. Statik düşünceden vazgeçip süreç düşünmeye başlamalıyız. Yani istediğimiz şey bir anda elimizde olmayacaktır. Bunu bir süreç olarak değerlendirmek zorundayız.
Alman Nietzsche diyor ki: “Her son amaç değildir. Bir melodinin sonu amaç değildir.” Peki, ne demek istiyor? Bir konsere gittiğinizde bu müziğin bitmesini istiyorum böylece bundan zevk alabilirim demezsiniz. Tam tersine müzik devam ettiği sürece zevk alırsınız, hiç bitmesin istersiniz. Yani görevini bir müzik parçası gibi düşün. Zaten başladı duyabiliyor musun? Bence kulağa çok hoş geliyor ve sen de bunun hiç bitmesini istemiyorsun… Bunu fark etmekteki güzel şey ise bunun ulaşmak istediğiniz bir sonuç olmasından ziyade bir süreç olmasıdır. Bu şekilde kendini sınırlamaktan vazgeç ve yapmak istediğin işin devasa boyutlarından korkmaktansa attığın her küçük adımdan zevk almaya çalış. Çünkü insanlık tarihindeki hiçbir kimse küçük adımlar atmaktan başka bir şey yapmadı. Neil Armstrong bir gün uyandı ve “Şimdi Ay’a gidiyorum” demedi.
Ufak adımları fark etmeliyiz. Ufak adımlardaki gizli güç, size cesaret vermesidir. Onlar beraberinde ufak zaferleri getirecektir. Birçok ufak zaferler ise sizi bir sonraki adıma yönlendirecek ve hevesinizi artıracaktır. Yani onları seni cesaretlendirmesi için kullanabilirsin. Ufak adımlarını saptamak istiyorsan kendine şu soruyu sor: Bir sonraki 24 saat içinde ne yapabilirim? Çünkü sonraki 24 saatte bir şey yapamıyorsan sana dünyayı değiştirmeye başlayabileceğini düşündüren şey nedir? Görevi aldın, ufak adımlarını belirledin, şimdi ise kendine biraz müttefik bulman gerekiyor. Tek başına bu yükü taşıyamazsın değil mi? Yapacağın şey denemek ve tanıdığın insanlardan oluşan destek ağı haritanı çıkarmak. Kendini ortaya koy ve insanların ismini de etrafına yaz. Kimin sana destek olduğunu, senin kime destek olduğunu… Çift taraflı ilişkiler faydalı olanlardır. Tıpkı psikologların bağımlılar ve alkolikler üzerinde kullandığı ilişkiler gibi. Böyle bir ilişki haritasını çiz ve git o insanlardan davan için yardım iste. Onlardan gerçekten sana yardım etmelerini istemelisin. “Bunu isteyemem, bu gerçekten çok zor” diye düşünebilirsin ama insanlar kendilerine bir şey sorulmasından hoşlanırlar çünkü bu onları daha zeki, cömert ve düşünceli yapar/hissettirir. Ama insanlar “hayır” diyebilecek bir yol bulamadıklarında kendilerine bir şey sorulmasından hoşlanmazlar. Onlara “yardım eder misin?” diye sorarsın ve “bu arada eğer yardım edemezsen ileride de yardım edebilirsin” diyebilirsin. Onlara bir kez bu şekilde sorduğunda niye hayır desinler ki? Bu yaptığın şey onları, senin görevinin aktif bir parçası olmak için özgürleştirmektir. Gerçekten o işin parçası olmak için bazı şeyleri yapmak isteyeceklerdir. Ülke çapında senin gibi düşünen başka insanlar olduğunu da fark edeceksin. Tüm ülkeye yayılmış olan insanları görebilir ve gidip bu insanları bulabilirsiniz.
Birkaç yıl önce iklim değişikliğinden dolayı çok korkmuş ve endişelenmiştim. Tüm dünyadaki insanların, yaşayışını değiştirmesi gerektiğini düşünmeye başlamıştım. Yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak ve kendi kendini daha uzun süre idare eden yeni kaynaklar keşfedilmeli diye düşünüyordum. Herkesin bitki yetiştirmeye, kendi kıyafetlerini yapmaya başlaması gerektiğine inanıyordum. Bunun için hayal edebileceğiniz tüm kampanyalara katıldım, ülke çapında harika şeyler yaptık. Yaklaşık bir yıl sonra fark ettim ki harika şeyler yapıyorduk ama ben hep aynı yüzleri görüyordum. Güzel yüzler ama hep aynı yüzler. Ben ise herkesin değişmesini istedim sadece sezonluk kampanyalara katılan insanların değil. Ardından Alistar Mackintosh’un bir kitabına rastladım. Kitap “bir insan iyi bir komşu değilse nasıl kötü bir kampanyacı olacağını” yazıyordu. Bu kitap beni tam kafamdan vurmuştu çünkü ben iyi bir komşu değildim. Bu konuda ne yapabilirim diye kendime sordum. Tüm kampanyalardan çekilebilir ve sokağıma gidip çalışabilirdim. Kendime ait bir bahçem vardı. Bahçemden bir çuval elmayı alıp evime gittim. Kızıma ihtiyacım olmadığı halde bana cesaret verdiği için onu da yanıma alarak sokağımdaki her evin kapısını çaldım. Risk alıyordum. Her kapıyı çaldım ve elmaları dağıttım. Çok güzel insanlarla tanıştım. 6 ay sonra birçok domates yetiştirmiştim. Bir kutuya doldurdum, kızımın elini tuttum ve yine tüm kapıları çaldım. “Merhaba” dedim sonra kızım “Merhaba” dedi ve onlara domates verdim. Bu yaptığım eylemden sonra sokağımdaki birçok insan hayatında ilk defa bitki yetiştirmeye başladı. Onlara iklim değişikliği ile alakalı şeylerden bahsetseydim eminim dinlemeyeceklerdi. Ama bu şekilde onların bitki yetiştirmesini sağladım. İşte bu bir çözümdü. Bu eylemimden çok önemli bir şeyi keşfettim: “Pozitif olanı önemsemeye çalış” Filozof Reynold Williams diyor ki: “Asıl olan umutsuzluğu ikna edici hale getirmek değil umudu muhtemel hale getirmektir.” Bu bir yolculuk ve sen de yolcusun ve serüven şimdi başlıyor. Bundan keyif almalısın.*
* Bu yazı, John Paul Flintoff’un TEDxAthens’te yaptığı https://youtu.be/JH6FBwbqxUA adresindeki “How to change the world: John Paul Flintoff at TEDxAthens 2012” başlıklı videodan derlenmiştir.