Şüphesiz ki Rabbimiz Teâlâ’nın insanların tam olarak inceliklerine hiçbir zaman vakıf olamayacağı, birbirinden güzel isimleri vardır. Mana yakınlığı olduğundan dolayı bu sayıda Rabbimizin dört isminden bahsedeceğiz inşallah.
Rabbimizin El-Kebîr ismi; “büyüklükte kendisinden daha üstünü düşünülemeyen”, El-Celîl; “mâlikiyet, hâkimiyet, kudret ve azâmet gibi bütün celal sıfatlara sahip olan”, El-Mecîd ; “azamet ve şerefle muttasıf, rahmeti ve ihsanı bol, lütuf ve cömertliği seven, şanı yüce ve cömert” manalarını içerirken El-Müteâl; “izzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce olan” manalarına gelmektedir.
Rabbimiz Teâlâ’nın aynı gibi görünen bu isimlerinde esasen çok ince farklar kendini gösterir. Kimi isimde bu inceliği, lütfunda, cömertliğinde, kimi isminde rububiyyetinde, kimi isminde ise ulûhiyetinde olduğunu görürüz. Evet, Rabbimizin birbirine yakın isimlerinin bu kadar çok olması kullarının bu noktada ciddi yanlışlar yapmasındandır. Nitekim insan bir varlığı ne kadar iyi tanırsa ondan korkusu da ona olan sevgisi de bu nispette artar. Rabbimiz Teâlâ da yüceliğini ve ululuğunu değişik isimlerle ortaya koyarak insana kendi konumunu bildirmiş ve bunun karşılığında kulundan, Yaratıcısının emrine amade bir hayat sürmesini istemiştir.
Nitekim insanlar ve cinler bu dünyaya imtihan için gelmişlerdir. Şeytan da bu imtihandan geçti ancak kendi acziyetini anlayamayıp Rabbimizin emri karşısında büyüklendiği için lanete uğrayanlardan oldu. “… Allah buyurdu: ‘Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten ne alıkoydu?’ İblis: ‘Ben ondan daha hayırlıyım, beni ateşten onu ise çamurdan yarattın’ dedi.”1 Şeytan bunları söylerken, aslında ne büyükleneceği bir sıfata ne de büyük bir güce ve şerefe sahipti. Nitekim hem zatında hem fillerinde hem sıfatlarında yegâne büyüklük Allah’a aittir.
İnsan ki Allah’ın “Kün” (Ol!) kelimesine hayatını bağlamışken, her şeyiyle Allah’a ihtiyacı varken hangi sıfat ve fiille büyüklük iddiasında bulunabilir, büyüklük adına hangi işi ortaya koyabilir? İşte bu gerçeği anlamayanlar kibir hastalığına tutulmuşlardır, eksik ve aciz olmalarına rağmen kendilerini ‘tam’ olarak görürler ve nasihati kabul etmezler. Haddizatında şehvetlerin esiri olanlar, makamlar karşısında kendini kaybedenler, Allah’ın kendisine bahşetmiş olduğu kulluk konumunu basit metalar karşısında unutanlar ve Allah’a rağmen O’nun dünyasında O’na meydan okuyanlar, Allah’ın kendilerine verdiklerinin ötesinde hiçbir şeyin maliki değillerdir. Nitekim, Rabbimiz zamanın en büyüğü gibi görünen Nemrut’un ölümünü ufacık bir sinekle gerçekleştirmedi mi? Demek ki insan ne kadar azarsa azsın, Allah’ın yüceliğine ve şanına asla zarar veremeyecek, bilakis kaybeden kendisi olacaktır.
“Sana ayetlerim geldiği zaman onları yalanladın, büyüklük tasladın ve nankörlerden oldun. Kibirlenenler için cehennemde yer yok mu?”2 ayeti insana, Allah’ın bu isimlerini hiçe saydığında ahirette karşılaşacağı azabı bildirmektedir. Buna rağmen insan, tuğyanından dolayı dünyasını da ahiretini de ifsat etmekte ve kaybedenlerden olmaktadır.
Rabbim cümlemizi kalbini kibir hastalığından arındıranlardan ve nefsine kıymet vermeyenlerden eylesin.
1- Araf, 11-12
2- Zümer, 59-60