İnsanın acz ve fakrına, nefsi emmaresinin desiselerine uymakta ısrarına, hevasının peşinden iz sürerek öz benliğinden -yani halifeliğinden- ayrılmasına, cehaletinden ve alışkanlıklarından ödün vermemesine rağmen yine de Allah’a davet vazifesini üstlenmesi, ona verilen ne büyük değerdir.
İnsanın, fıtratında var olan bunca zaafına rağmen, bu ulvi görevi yerine getirmesi, batınî ve haricî engellere rağmen yoluna azimle devam etmesi elbette çok zor. Ancak her şeye rağmen insana verilen en değerli, en şerefli vazifedir Allah’a davet etmek…
Müslüman, yeryüzünde Allah’ın adını yüceltmek, Peygemberi metodu takip ederek İslam ümmetinin kurtuluşu için her türlü gayreti ve fedakarlığı göstermek zorundadır. Aynı zamanda toplumda huzuru tesis etmek, adaletsizliği ortadan kaldırmak, zulme rıza göstermemek de müslümanın vazifelerindendir.
Rabbimiz; “Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve gerçekten ben müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kimdir?”1 buyurarak, müslümanlara en güzel sözün davetçisi olmalarını emretmektedir.
Tarih boyunca Allah’a davet, peygamberlerin ve onların yolunu takip eden İslam davetçilerinin asli vazifeleri olmuştur. Kur’an’da; “Ben Allah’a bir basiret üzere davet ediyorum. Ben de, bana tabi olanlar da böyleyiz”2 ayeti yer almaktadır. Bu ayet de başta Peygamber olmak üzere onun izinden giden ve basiret ile Allah’a davet edenlerin hepsini kapsamaktadır.
“Ve kimdir o kimseden daha güzel sözlü ki, yani sözü ve görüşü o kimseden daha güzel olan hiçbir kimse olamaz ki, ‘Ben şüphesiz müslümanlardanım deyip, yani ihlas ile Allah’a yüz tutup, İslam yoluna seve seve girip, hayır ve düzeltmeye çalışarak Allah’a davet etmektedir. Bundan dolayı Allah’a davet, tevhid ve itaatine davet demektir ki, bunun neticesi de Allah’a kavuşmaya davete varır. Kısacası Allah’a davet en güzel sözdür, ancak böyle olması iki şart ile şartlıdır. Birisi o davet yalnız kuru bir laftan ibaret kalmamalı, durumu sözüne aykırı olmamalı, sözü ile birlikte salih ameli de olmalıdır. Yani önce kendini düzeltmeli, kendisi ilâhî ahlâk ile ahlâklanmalı, başkalarını davete layık ve sözüne kendi fiili şahit olacak şekilde çalışarak, güzel iş yaparak davet etmeli ki, basiret üzere bulunmak ve icabında kılıca sarılmak bu salih ameldendir. Birisi de İslam’dır. Davetçi müslümanlardan olmalı, davetine hiç şirk karıştırmayarak “Rabbimiz Allah deyip sonra istikametle giden” samimi müslümanlardan bulunmalıdır. İslam olmayınca amelde tam düzgünlük bulunmaz ve Allah’a davet edilmiş olmaz.”3
Yeryüzünde söylenen en güzel söz, Allah’ın dinine davet amaçlı sarf edilen sözdür. Ancak sözleri doğrulayan, yapılan salih amellerdir. Ve öyle bir davet ki; içinde Allah’ın rızası haricinde başka hiçbir niyet yok, hiçbir şeye meyil yok, hiç bir merciye kendini beğendirme arzusu yok… İşte Allah’a özgü kılınmış bir davet ancak bu şekilde gerçekleşmiş olmakta.
Yani tamamıyla davayı Allah’a has kılmak. O’nun için yola çıkmak, O’nun yönlendirmesiyle yola koyulmak ve ömür son buluncaya kadar ‘en güzel söz’ün sözcüsü olmak…
• Davetçi, Rabbine verdiği ahde sadakat gösterir. Bundan dolayı hiçbir engel onu yolundan alıkoyamaz. Hiçbir teklif, Allah’ın kendisine vâd ettiği tekliften daha büyük değildir. Vazgeçemez, yolunu değiştiremez, davasını satamaz.
• Davetçi merhametlidir. Davetine icabet edenler az olsa da, sözünün kıymeti bilinmese de yine de insanlığın kurtuluşu için davetine ara vermez, ye’se düşmez.
“İslam davetçisi merhametlidir” der Muhterem Hocamız. Yani ‘benim yüzümden bu adamın ayağı kaymasın, cehenneme gitmesin’ der. Bu merhamet olursa kazanmak kolaylaşır kaybetmek zorlaşır. Bu aynı zamanda insanın ahlakını da güzelleştirir.
• Davetçi ilgilidir. Muhterem Hocamız; “İlgi, şifadır” der. Ve yine “İslami davette başarı, ilgi ile mümkündür” diyen Hocamız, birebir ilginin, insanlarla hâldaş olmanın, insanları İslam davasına kazanmada önemli olduğunu vurgulamaktadır.
• Davetçi kötülüğe kötülükle karşılık vermez. “Sen kötülüğü en güzel bir tavırla sav. O zaman bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”4
“Çünkü iyiliğin etkisi ile kötülüğün etkisi bir olmaz. -Nitekim değerleri de bir değildir- İnsanların kötülüklerine karşı sabır göstermek, hoşgörülü davranmak, nefsin isteklerinin üstüne çıkmak serkeş ruhları uysallaştırır, yatıştırır, onlara güven duygusunu verir. Düşmanlığı dostluğa, serkeşliği uysallığa dönüştürür.”5
İnsanlarla Neden İlgilenmeliyiz:
• “Biz insanı şerefli bir şekilde yarattık”5 buyurmakta Rabbimiz. O halde şerefli olanla ilgilenmek, ona verilen değerin gereğidir.
Allah insana değer vermiştir. Onu halifelisi yapmış, bütün mahlûkatı insanın emrine amade kılmıştır. Yine insana verilmiş olan akıl ve irade de verilen değerin boyutunu göstermektedir.
• Bizim ilgilenmediğimiz her bir insan, bâtıl ideolojilerin kıskacında boğulacak, hakkın taraftarı olacağı yerde bâtılın taraftarı olacaktır. Bu şekilde hem dünyasını hem de ahiretini kaybedecektir. Ve Rabbimiz bunun hesabını sorduğunda söyleyecek hiçbir sözümüz olmayacaktır.
• Ümmet olmak ve yeryüzünde İslam Medeniyeti’ni kurmak için insanlarla ilgilenmek zorundayız. Aksi halde vazifemizi hakkıyla yerine getirmiş olamayacağız.
• İnsanları hedefsiz yaşamaktan kurtarmak ve onlara yaratılış gayelerini hatırlatmak mecburiyetindeyiz. İnsan imtihandadır. Birçok engel, yolunu tıkamakta ve çoğu zaman bunları kaldıracak takati kendisinde bulamamaktadır. İşte böyle bir anda müslüman kardeşine merhametle uzanan elin, onu boğulmaktan kurtaracak ve felaha ermesine vesile olacaktır.
İnsanların hidayetine vesile olmak ve bununla en büyük kârı elde edebilmeyi Rabbimizden niyaz ediyoruz. Rabbimiz kelamımızı razı olduğu kelama, halimizi razı olduğu hale çevirsin. İnsanların bizim elimizle hidayet bulmasını nasip etsin. (Âmin)
2- Yunus,108
3- Elmalılı Hamdı Yazır
4- Fussilet, 34
5- Seyyid Kutub