Furkan Nesli Dergisi’nin bir yazarı olarak değerli Başyazarımız Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin aramıza dönmesinden dolayı Rabbimize sonsuz hamdu senalar olsun diyerek yazıma başlamak istiyorum. 22 ay gibi uzun bir süre ailesinden, sevenlerinden ve Allah rızası için yaptığı ilmi sohbet ve derslerinden haksız ve hukuksuz bir şekilde alıkonuldu. Kendisi, sevenlerinden ve halktan tecrit edilmek istendikçe Allah Azze ve Celle, onun sesini kitlelere daha fazla duyurdu. Hani bir söz vardır: “Zulüm kısmak istediği sesi nara yapar.” Aynen öyle oldu. Yapılan zulüm ve haksızlıklar, kara propagandalar, kirli planlar Allah’ın izniyle ters tepti ve Hocamızın haklılığı her bir olayla daha fazla duyulur oldu. Bu süreçte başta Allah’ın yardımı, sonrasında Muhterem Hocamızın her türlü baskıya rağmen dik duruşu ve hakkı söylemekten geri adım atmayışı büyük rol oynadı. Bir etken daha var ki onların mücadelesi, sürekli dinamizmi ve her türlü engele rağmen meydanlarda oluşları da bu sürecin olumlu seyretmesinde, kamuoyunun gündeminde yer edinmesinde büyük katkı sağladı. İşte bu üçüncü etken: Furkan Gönüllüleri…
Furkan Gönüllülerinin süreç içerisinde hak ve adalet arayışlarına, her türlü meşru eylemlerine geçmeden önce bir yanlış algıyı düzeltmek istiyorum. Sanki Furkan Gönüllüleri bugüne kadar hak ve adaletten yana olmamış, yapılan zulümlere sessiz kalmış, vakıflarına ve hocalarına zulüm yapıldığında ancak seslerini yükseltmeye başlamışlar gibi bir algı var toplumda. Benzeri yanlış algı vaktiyle Muhterem Hocamızın tenkitleri için de söylenmekteydi. Alparslan Kuytul Hocaefendi, hükümetin bazı yanlışlarını tenkit ettiği zaman, “Spor salonları konferans için kendilerine verilmeyince tenkit etmeye başladı” şeklinde yanlış bir yargıya varılmıştı. Hâlbuki Muhterem Hocamız, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgal edeceği dönemde yeni kurulan hükümetin Irak’ta ABD ile ortak hareket etmek ve askeri birlikle Irak’a girilmesi yönünde meclise tezkere sunduğunda, bu politikayı en sert eleştirenlerin başında gelmiştir. Müslümanları bırakıp ABD ile iş birliği içinde olmanın hem Allah katında hem Müslüman coğrafya nazarında çok kötü sonuçlar doğuracağını söylemiş, bu konuda samimi nasihatlerde bulunmuştu. Hocaefendi, ‘din nasihattir’ çerçevesinde, İslam’ı ve Müslümanları ilgilendiren konularda eleştirilerine o tarihten sonra da devam etmiştir. Doğru bulduğu politikaları desteklemiş (baş örtüsü, çözüm süreci gibi), doğru bulmadığı konularda da (Irak, Suriye meselesi, Mısır’da laikliğin tavsiyesi gibi) tenkit etmiştir. Dolayısıyla tenkitler spor salonlarının verilmemesiyle başlamamış, tam tersine öncesinde yapılan tenkitler ve bu tenkitlerin haklılığının zaman içinde ortaya çıkması, spor salonlarının verilmemesiyle başlayan ve daha sonra düğün salonlarında bile konferansların engellenmesine kadar devam eden süreci doğurmuştur. Aynı şey Furkan Gönüllülerinin hak ve adalet arayışı için de söylenmektedir: “Hocaları içeriye girince, ya da zulüm kendilerine isabet edince meydanlara çıktılar, zulme tepki göstermeye başladılar.” Durum gerçekten bu minvalde midir yoksa bu da yanlış bir algı mıdır?
FURKAN VAKFININ ÇİZGİSİ
Furkan Vakfı, kurulduğu günden bu yana adının Furkan olmasının gereğini yapmış, her zaman ve her yerde hakkı ayakta tutmuş, gücün ve makamın değil hakikatin yanında yer almış, zulme ve haksızlığa da daima muhalefet etmiştir. Bu, dün böyleydi, bugün de yarın da böyle olacaktır. Daha önce birçok kez yaptığı Filistin’e destek ve İsrail’i tel’in mitingi, Mısır’da Muhammed Mursi ve arkadaşlarına yapılan darbeye karşı miting vb. birçok faaliyeti 8-10 bin kişilik katılımlarla gerçekleşmesine rağmen medyada yer bulamamış, adeta görmezden gelinmiştir. Furkan Hareketinin en bariz söylemi Tevhiddir ve bu söylem en büyük hak sahibi olan Allah Azze ve Celle’nin gasp edilmiş hakkını savunmanın, kulları üzerinde mutlak hakimiyet hakkını Allah’a tevdi etmenin adıdır. Bütün peygamberlerin mücadelesinin temeli, toplumdaki tüm hastalıkların tedavisi, her türlü haksızlık ve zulümlerin son bulacağı hak davanın adıdır Tevhid. Gerçek hak ve adalet arayışı en büyük hak sahibinin hakkını savunmakla başlamalı değil midir? İşte Furkan Gönüllüleri hak davanın anlatıldığı, peygamber kıssalarının değinildiği derslerle yoğruldular, böyle bir mektebin talebesi oldular. Öncelik Allah Azze ve Celle’nin hakkını savunmakla beraber yeryüzünde ezilen ve hakkı gasp edilen tüm mazlumları gündemlerine almış, onların kurtuluşu için kalıcı çözümler peşinde koşmuşlardır. Dolayısıyla zulüm kime isabet ederse etsin, ırkı, coğrafyası neresi olursa olsun daima mazlumdan yana olmuş, hakkın ve adaletin tecellisi için çalışmayı şiar edinmişlerdir.
Başta Vakfın kurucusu Alparslan Kuytul olmak üzere tüm Furkan Gönüllüleri toplumda adaletin hakim olması, zulüm ve haksızlıkların son bulmasını istemektedirler. Toplumun ve özellikle de neslin içinde bulunduğu kötü gidişattan kurtulması için gönüllü olarak davet ve eğitim çalışmaları yapmakta, zamanlarının çoğunu neslin kurtuluşu için harcamaktadırlar. Kur’an’ın işaret ettiği gibi toplumun kurtuluşu ancak o toplumdaki fertlerin hayatının değişmesiyle ve bu değişimin sonunda Allah Azze ve Celle’nin onlara nimet (İslam Medeniyeti gibi) vermesiyle mümkündür.1 Bu değişimin olabilmesi, eğitim ve ıslah çalışmalarıyla, çok sayıda fedakâr insanın gayretiyle mümkündür. Sonuç olarak: Furkan Gönüllüleri zulme daima karşı çıkmış, engel olamasa da zulmün duyulmasını sağlamıştır. Aslına bakılırsa Hocaefendi’nin hapse atılmasının bir sebebi de 15 Temmuz darbe girişiminin akabinde yapılan tutuklamalarda adaletin gözetilmediğini dile getirmesidir. O dönemde tutuklamalarda hakkın ve adaletin gözetilmesi gerektiğini, kuru ile yaşın birlikte yakılmaması gerektiğini söylemiştir. Bu söylemleri, kendisini susturmak isteyenlerin hazırladıkları iddianamelerde mahkeme heyetinin tutumunu etkilemek amaçlı kullanılmış, tutuklanma sürecini hızlandırmıştır. Yani Alparslan Kuytul Hocanın susturulmaya çalışılması, Furkan Gönüllülerinin ve onları sevenlerin sindirilmeye çalışılmasının bir sebebi de adaleti ve mazlumların hakkını savunmak istemeleridir. Herkesin sustuğu, konuşmamayı marifet ve tedbir zannettikleri bir dönemde konuşmalarıdır.
ÖRNEK TUTUMLA GEÇEN İKİ YIL
Bu konulara açıklama getirdikten sonra asıl konumuza dönelim. Furkan Gönüllüleri bu zorlu süreçte nasıl bir rol üstlendiler, bu imtihanı (Allah’ın yardımıyla) nasıl geçtiler?
Ortada bir suç ve suç örgütü olsaydı, binlerce seveni ve destekleyeni olmazdı. Ya da eğer atılan iftiraların halkta bir karşılığı olsaydı bu uzun süreçte savunanlar giderek azalırdı. Furkan Gönüllülerinin çabası ve bu çabanın karşılığında gündem olması gerçekleşmezdi. Furkan Gönüllüleri, hocalarını ve gözaltına alınan diğer vakıf yöneticilerini ilk günden itibaren yalnız bırakmadılar, on günlük gözaltı sürecinde emniyetin önünde beklediler. Sonrasında mahkeme süreçleri boyunca da daima hocalarına, vakıflarına sahip çıktılar. Her türlü meşru yolla hak arayışına girdiler. Hem kendilerine yapılan zulmü hem de diğer zulüm ve haksızlıkları dile getirmek için önceleri basın açıklamaları, kitap okuma eylemleri gibi yöntemleri denediler. Sonrasında özgürlük atkılarıyla yürüyüşler, balon uçurma, cami çıkışı lokum ve çorba dağıtma gibi meşru etkinlikler gerçekleştirdiler. Normal şartlarda bu gibi masum hak arayışlarına herhangi bir engel olmaması gerekirken maalesef çoğu zaman emniyet güçlerinin engellemelerine, zaman zaman da orantısız müdahalelerine maruz kaldılar. Birçok Furkan Gönüllüsüne para cezası kesildi, birçoğu hakkında soruşturma açıldı, bir kısmı da mahkemelik oldu. Onların amacı tüm bunlarla geri adım attırmaktı. Ancak bu plan da ters tepti. Çünkü bu zorlu süreç Furkan Gönüllülerinin Hocalarına, vakıf yöneticilerine ve birbirlerine olan bağlılıklarını kuvvetlendirdi, kardeşlik bağlarını sıklaştırdı. Kamuoyuna örnek bir dayanışma görüntüsü verildi. En küçük bir hadisede toplanıp bir araya gelinince, adeta tek yürek gibi çarpınca o toplu görüntüler defalarca “Biz Kocaman Bir Aileyiz” dedirtti. Tüm bu dayanışma ve dik duruşların ardında yatan en önemli gerçek, bu hareketin Allah Azze ve Celle’nin rızasını gözetmesi, sırtını dünyevi güçlere değil Allah’a dayaması ve geçmişinden bu yana tertemiz olmasının getirdiği haklılık duygusudur.
Bu haklı oluşun verdiği güçle Furkan Gönüllüleri, kendilerine yapılan zulmü kamuoyunda birçok kesimle paylaşmak ve farkındalık oluşturmak için bu süreçte birçok STK temsilcisiyle, mecliste bazı milletvekilleriyle ve çeşitli illerde önde gelen kanaat önderleri ile görüştüler. Hem süreç hakkında bilgilendirme yapıldı hem de Furkan Vakfı ve Alparslan Kuytul Hoca’nın yapmış olduğu faaliyetler anlatılarak bire bir tanıtım yapıldı. Bu görüşmelerde birçok kesimden olumlu geri bildirimler alındı. Kırpılmış bazı videoları izleyip hakkımızda olumsuz kanaat oluşmuş kimselere asıl videoları içeren sunumlar yapılarak, gerçeklerin nasıl çarpıtıldığı anlatılınca onların da kanaatlerinin değiştiği görüldü. Hemen herkesin ortak görüşü bize yapılanların susturma amaçlı olduğu, iddianamenin içeriğinin boş olduğu yönündeydi. Özellikle hocamızın çıkarıldığı her iki mahkemenin ilk duruşmasında tahliye almış olması, tahliyesinin hemen akabinde bir gün bile geçmeden yeniden tutuklanması bu davanın siyasi olduğunu tescillemiş oldu. Bu süreçte yapılanların zulüm olduğunu dile getiren ve bize destek veren herkese teşekkür ediyorum. Sürecin büyük bir proje ve tüm İslami faaliyetleri bitirmeye dönük olduğunu anlamayan ve susmayı tedbir addedenlerin de bir an önce uyanmasını, İslam kardeşliğinin gereği olarak tüm Müslümanların ortak bir paydada birleşmelerini temenni ediyorum. Furkan Gönüllüleri bu süreçte sadece hocalarının ve vakıf yöneticilerinin değil ülkedeki tüm mazlumların hakkını dile getirdiler. Basın açıklamalarında KHK mağdurlarına, bebekli annelerin tutukluluğuna, 28 Şubat davasında mazlumiyetleri tescillendiği hâlde hâlâ içerde yatanlara kısacası toplumun tüm kesimlerine yönelik haksızlığa ve hukuksuzluğa dikkat çektiler.
Bu süreçte “Acaba kim kazandı, kim kaybetti?” diye bakıldığında bu soruya evvela şu açıdan cevap verilebilir. Asıl kazanç veya kayıp Allah Azze ve Celle’nin katındadır. İster Hak nazarından bakılsın isterse halk nazarından, sonuçta bu zulmü yapanlar, Kur’an’ın ifadesiyle “ مَّناَّع للِّخَْيِْ ” “Hayra engel olanlar”2 olarak tarihe geçtiler ve kaybettiler. Zulme uğrayıp da bedel ödeyenler, zulme rıza göstermeyenler, o zulmü engelleyemeseler de en azından kitleler tarafından duyulmasına vesile olanlar kazandılar.
Adalet mefhumunun büyük yara aldığı bir dönemden geçiyoruz. Mahkemeler farz edelim adaleti sağlamaya çalışsalar bile kıyamet günündeki gerçek mahkeme gibi adil olabilir mi? Mademki böyle bir şey söz konusu değil o halde herkesin Mahkeme-i Kübra’yı (büyük mahkeme) düşünerek hareket etmesi kendi yararına olacaktır. “Ey iman edenler! Allah’a itaatsizlikten sakının. Herkes yarın için ne hazırladığına baksın! (Evet) Allah’a itaatsizlikten sakının; şüphesiz Allah yapıp ettiklerinizden tamamen haberdardır. Allah’ı unutan, bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar gerçekten yoldan çıkmışlardır.”3 Aslında ayetler durumu özetliyor. Tarih boyunca güçlerine ve makamlarına güvenerek zulmedenler evvela Allah’ı ve hesap gününü unutmuşlardır. Bu yüzden alabildiğine güç sarhoşluğu içerisinde yaptıklarının yanlarına kalacağı zannıyla zulmetmeye devam ederler. Her bir zulüm bir yandan zulmetme isteklerini kamçılarken diğer yandan aynı oranda Allah’ı ve hesabı da unutmalarına sebep olmaktadır. Böyle kimseler bir nevi kısır döngüye girerler. Allah’ın onlara verdiği ceza da yani kul olduklarını, aciz olduklarını unutturma cezası da eklenince büsbütün kaybederler.
Sonuç olarak: Furkan Gönüllüleri bu süreçte yapılması gerekeni yaptılar. Gece gündüz neslin kurtuluşu için hayatını vakfeden, fedakâr bir alim olan hocalarını ve vakıf yöneticilerini yalnız bırakmadılar. Tüm ülkeye bu konuda örnek oldular. Çünkü her bir alim o toplum için büyük bir değerdir. Alimlerden beklenen ilmiyle amil olmalarının yanında toplumu en iyi şekilde yönlendirmeleri, yalnız Allah’ın rızasını dikkate almaları ve her koşulda hakkı söylemeleridir. Böyle alimlerin çok azaldığı bir asırda Alparslan Kuytul Hocaefendi gibi hayatı tertemiz olan, daima haktan yana olan ve Allah’ın rızası dışında hiçbir menfaat gütmeyen bir alim elbette ki yalnız bırakılamazdı. Sevenleri ve talebeleri de onu yalnız bırakmadılar. O da kendisine verilen haftada bir on dakikalık ailesiyle telefonla görüşme hakkını sevenlerine ve talebelerine ayırdı. Adeta haftalık cuma derslerine (on dakikalık özet şeklinde olsa da) devam etmiş oldu. Her yönüyle vefa ve kardeşlik örnekleriyle dolu bir süreç yaşandı. Zulmedenler bu süreçte belki bağların zayıflayacağını hatta kopacağını düşündüler ancak gelinen durum onların beklentilerini boşa çıkardı.
Rabbim kendi yolunda saf tutmayı, vefa ve kardeşlik dolu örneklerle bir ömür birlikte mücadele etmeyi bizlere nasip etsin. Maruz kalınan zulümleri ve sıkıntıları da ümmetin uyanışına vesile kılsın.
1. Rad, 11
2. Kalem, 12
3. Haşr, 18, 19