İsrail’le anlaşma Ramazan ayında geldi… İki ülke 2010’da kopan ilişkilerini yeniden kurma kararını aldı. Anlaşmanın açık ve gizli maddeleri olduğu anlaşılıyor. Anlaşmanın detaylarını kamuoyu ile paylaşma konusunda İsrailli yetkililer çok hevesli. Ancak Türk tarafı da bu sızdırmaları yalanlamıyor veya yalanlayamıyor…
Ortaya çıkan tablo Türkiye açısından tam bir mağlubiyet. Güya İsrail özür diledi, ama anlaşma öylesine İsrail yanlısı ki, kimin özür dilediğini anlamak zor. Hatta diyebilirim ki Türkiye özür dilemiş olsaydı, bu kadar trajik bir tablo ortaya çıkmazdı belki… Yani vaziyet o kadar kötü.
Anlaşmanın en vahim tarafı İsrail’in hiçbir şey vermiyor oluşu, ama karşılığında her istediğini alışı. Aldıklarının başında ise Mavi Marmara gibi bir girişimin tekrarlanmasının önünü tamamen kesmesi var. Varılan mutabakat gereğince Mavi Marmara’da katledilen 9 Türk ve yaralanan onlarca kişinin kanı yerde kalacak. O gemide katliam yapan askerlerden biri bile mahkeme karşısına çıkmayacak. İsrailli yetkililer diyor ki “Türkiye ile anlaştık. Türkiye’deki davalardan bir şey çıkmayacak, gelecekte bu tür davalar da açılamayacak.”
Böyle bir şey olabilir mi? 9 insan ölür de bunun mahkemesi bile yapılmaz mı? Hiç şüphesiz yapılan hukuka da ahlaka da aykırı. Türkiye adına müzakereleri kim yürüttüyse, bu karar kabul edilebilir değil, Türkiye’ye yakışır da değil.
Anlaşma sadece Türkiye’deki davaları kapsamıyor, müzakere yapan diplomatlarımız Türkiye dışında devam eden davaların sonuçlanmaması için de söz vermişler. Yani başta İspanya olmak üzere diğer ülkelerde devam eden Mavi Marmara davalarında da İsrail’i tutacakmışız, onun lehine şahitlik yapacakmışız… Olacak iş değil!
Kamuoyu çok farkında değil ama İsrail’in bu anlaşmadan en büyük kazancı; Türkiye’nin uluslararası ortamda desteğini garanti altına alması. Anlaşma öncesinde Türkiye NATO ve OECD’deki engellemelerini zaten kaldırmış ve İsrail’e onlarca yıldır beklediği fırsatları vermişti. En son anlaşmayla Türkiye, üye olduğu uluslararası örgütlerin hiçbirinde İsrail aleyhine çalışmamaya ve İsrail’in üyeliğinin sağlanması için çalışmaya da söz veriyor. Yani gönüllü İsrail lobisi oluyoruz. İsrail böyle bir sonuç için milyarlarca dolar bile vermeye razı olurdu belki ama Türkiye, bunu altın tepside İsrail’e sunmuş oldu.
Bu açıdan baktığımızda Türkiye’de hiçbir hükümetin bu kadar İsrail yanlısı bir tutuma razı olmadığı görülecektir. Cumhuriyet tarihi boyunca sağcı-solcu, sivil-askeri pek çok hükümet geldi geçti. Ancak bu kadar İsrail’e taviz verenini, açıktan bu kadar İsrail yanlısı bir anlaşmayı kabul edeni görmedim...
Bir diğer taviz ise; Gazze işgalinin resmen tanınmış olması. Türkiye, bu anlaşmayla Gazze’ye yardım yapma hakkı elde ettiğini söylüyor ama bu hak zaten vardı. Sadece Türkiye değil, pek çok ülke Filistin’e yardım yapıyor. Zaten Filistin büyük oranda yardımlarla geçiniyor. Yani ortada kazanılmış yeni bir hak yok…
İşin doğrusu şu; Gazze denizden, karadan ve havadan abluka altında yaşıyor. Bir tek limanları ve havaalanları bile yok. Tüm giriş-çıkışlar kontrol altında. Her şey İsrail’in iznine bağlı. Mısır kapısı bile İsrail’in isteklerine göre işletiliyor. Üstelik İsrail, Gazze’de hatırı sayılır bir yatırım yapılmasına da müsaade etmiyor... Kısacası İsrail, Gazze’nin açık hava hapishanesi gibi kalmasını, ülkenin taş devrinde yaşamasını istiyor. Bu İsrail’in değişmez Gazze politikası. Gazze’nin birazcık toparlanmasına izin verirlerse bununla baş edemeyeceklerini düşünüyorlar.
Zaten Mavi Marmara’nın amacı da buydu, yani Gazze ablukasına bir son vermek, Gazze’yi özgürleştirmek. Erdoğan da 2010’dan 2016’ya kadar Gazze ablukasının kaldırılmasını barış için vazgeçilemez 3 şarttan biri olarak ilan etmişti. Ancak en son anlaşma Türkiye’nin bu şarttan vazgeçtiğini, hatta İsrail’in Gazze üzerindeki otoritesini resmen tanıdığını gösteriyor. Nitekim Gazze’ye yardım için geçen hafta gönderilen Lady Leyla gemisi doğrudan Gazze’ye değil, İsrail’in Aşdot limanına gitti ve yardımlar kara yoluyla Gazze’ye ulaştırıldı. Bu yardımlarda ölçü, yardımların İsrail’e teslim edilmesi ve onun izin verdiği yardımların Filistinlilere ulaştırılması…
Sonuç olarak Gazze ablukası kalkmadığı gibi İsrail, Gazze işgali ve ablukası politikasında Türkiye’nin sadece fiili değil hukuki desteğini de elde etmiş oldu... İsrail bundan sonra kendisini eleştiren herkese dönüp, “bizler Müslümanlara düşman değiliz. Bu nedenle Türkiye’nin muhafazakâr hükümeti bize dost ve müttefik ülke olarak bakıyor” diyebilir.
Sonuç olarak çok şaşırdığımı, anlaşmanın üzerinden bir hafta geçmiş olmasına rağmen, şaşkınlığımı hâlâ atamadığımı söylemeliyim… Erdoğan hükümeti, İsrail anlaşmasıyla Cumhuriyet dış politikasında büyük bir sapmaya imza attı. Bu anlamda Erdoğan ve hükümetin muhafazakâr hareketler içinde de bir ilke imza attığını söylemeliyiz...
Sanki gizli bir el var ve AK Parti politikalarının içini teker teker boşaltıyor ve yerine tam zıttı politikalar yerleştiriyor. Bunu Güneydoğu’da, güvenlik politikalarında gördük, yaşamaya devam ediyoruz; bunu cemaatler ve dini ilişkiler politikasında gördük, yaşamaya devam ediyoruz; bunu demokratikleşmeden geri dönülürken gördük, yaşamaya devam ediyoruz…. AK Parti en büyük iddiası olan devletçiliği geriletme idealinden bile vazgeçmiş durumda. Varsa yoksa devlet, devlet, devlet. Bu anlamda bugünkü hükümetin devletçiliği 1940’ların İnönü devletçiliğinin bile ötesine geçmeye başladı…
Artık karşımızda liberal ve özgürlükçü bir hükümet yok… Sanki AK Parti görünümlü ulusalcı bir hükümetle karşı karşıyayız. Perinçek’le kol kola, omuz-omuza; İsrail ile kucaklaşmış; içeride baskıcı, dışarıda taviz üstüne taviz veren, çok sert U dönüşleri yapan bir yönetim var karşımızda…
5 Temmuz 2016