Hadis

Hadislerde Gösterilen Fetih İdealleri

Paylaş:

   Bismillahirrahmanirrahim. İslam, yeryüzünde adaleti sağlamak üzere gönderilmiş bir nizamdır. Bu sebeple gönderilen elçiler, sadece insanın Allah’a karşı bireysel kulluğu ile ilgilenmemiş, aynı zamanda diğer insanlarla ve toplumla ilgili sorumluluklarıyla da ilgilenmişlerdir.

   Her devirde toplumlara hükmeden egemen güçler olmuştur. Bu güçler kendilerini hüküm koyucu birer ilah gibi kabul ettirmeye çalışmışlardır. Karşılarına sesini çıkaran ve yanlışlarını korkmadan dile getiren Allah elçileri gelinceye kadar, rahatça insanları sömürmekte idiler. Ne zaman bir peygamber çıkmış ve: “İnsanlar ilah olamazlar, sadece kâinatı yaratan ilah olur, bu yüzden tek ilahınız Allah’tır” demiş, arkasından da insanlara yapılan haksızlıklara tepki göstermişse, zorbaların hışmına uğramıştır. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve O’na inanan ashabı da aynı sebeplerle, çeşitli çile ve ıstıraplara maruz kalmıştır. Baskı, işkence, iftira, yıldırma, tehdit, suikast ve sürgün…

   Son elçi, son peygamber olan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İslamî davetinin gerek Mekke döneminde, gerekse Medine döneminde kendisiyle beraber davanın çilesini çeken, ağır hakaret ve işkencelere maruz kalan ashabının ileride gerçekleşecek bazı müjdelerle moralini düzeltmek istemişti. Şüphesiz bu müjdeler ile Allah yolunda çile çeken Sahabe-i Kiram Radıyallahu Anhum hem moral buluyor hem de yaşadıklarına sabretmeleri kolaylaşıyordu.

Mekke’de Verilen Müjdeler

   Müşrikler, Hz Peygamber’in davetini engelleyebilmek maksadıyla, amcası Ebu Talib’i ölüm döşeğindeyken ziyarete geldiler ve ondan yeğeninin, ilahlarına sövmemesi, atalarını akılsızlıkla itham etmemesi karşılığında, Hz. Peygamberi dini ile baş başa bırakmayı teklif ettiler. Ancak Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara şu karşılığı vermiştir: “Amcacığım, peki ya ben onları bundan daha hayırlı bir söze çağırırsam nasıl olur? Onlar bu sözü söyleyecek olurlarsa, tüm Araplar, onlara boyun eğecek, Arap olmayanların da her şeylerini ellerine geçireceklerdir.”1

   Bir defasında da Ebu Cehil: “Muhammed iddia ediyor ki; eğer siz onun dediklerini yapmak üzere ona tâbi olursanız, siz Arap ve Acem’in melikleri olursunuz, ölümünüzden sonra yeniden dirilirsiniz ve sizin için Ürdün’ün bahçeleri gibi cennetler kılınır” dedi.2 Bu rivayetler göstermektedir ki Allah Rasulü henüz Mekke’de bile İslam’ın parlak istikbalini haber vermekteydi. Üstelik burada dikkatimizi çeken bir durum vardır,  o da çeşitli sebeplerden dolayı iman etmeyen, tereddütleri olan veya kendi çıkarlarını düşünen müşriklere, eğer Müslüman olurlarsa, gelecekle ilgili parlak günlerin olduğunun haber verilmesidir. Bu şekilde hem müşrikler imana davet edilmiş oluyor, hem de Müslümanların şimdiki durumlarına bakarak onların hep böyle zayıf kalacağını düşünmemelerini, aksine ileride güçlenip zaferler kazanacakları müjdesi veriliyordu. Yine Müslümanlara da bu müjdeler büyük moral kaynağı oluyordu. Henüz çok zayıf ve sayıları da çok azken, gelecekle ilgili bu haberlerin verilmesi şüphesiz mü’minlerin ilahi muştulara iman edip onunla sevinmelerini sağlıyordu.

Medine’de Verilen Müjdeler

   Hendek Savaşı hazırlıkları sırasında sahabeden bazıları Rasulullah’a, çok büyük ve sert bir kayaya rastlayıp onu kıramadıklarını bildirdiler. Hz. Peygamber hendeğe inerek balyozu ellerine aldı ve besmeleyle o kayaya üç defa vurdu. Her vuruşta mü’minlere büyük müjdeler verdi. Birinci vuruşta Şam’ın (Bizans), ikincisinde İran’ın, üçüncü vuruşta da Yemen’in anahtarlarının kendisine verildiğini, bu memleketlerin saraylarını bulunduğu yerden gördüğünü ifade etti.3 Sonra Kisra’nın Medain’deki beyaz sarayını Selman’a tarif etti. Selman-ı Farisi Radıyallahu Anh: “Doğru söylüyorsun, ya Rasulallah! Seni hak din ve Kitapla gönderen Allah’a yemin ederim ki, o aynı Senin anlattığın gibidir.” Bunun üzerine Peygamberimiz: “Ey Selman! Bu fetihleri Allah benden sonra sizlere nasip edecektir. Şam muhakkak feth olunacak, Herakliyus, ülkesinin en uzak yerine kadar çekilecek! Bütün Şam’a siz hâkim olacaksınız. Hiç kimse size karşı koyamayacak! Yemen muhakkak feth olunacak. Şu Doğu diyarı da feth olunacak ve Kisra öldürülecek!” buyurdu. Selman-ı Farisi: “Ben bunların hepsinin gerçekleştiğini gördüm” dedi.4

   Bir diğer hadiste “Konstantiniyye (İstanbul) mutlaka feth edilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur”5 buyuran Efendimize: “İki şehirden hangisi, Konstantiniyye mi Roma mı önce feth olunacaktır?” diye soruldu. O Konstantiniyye’yi kastederek: “Önce Hırakl’in şehri”6 cevabını verdi.

Fetih Hadislerinin Verdiği Mesajlar

   Bilindiği üzere, İslam’ın ilk yıllarında Hz. Peygamber ve ona tabi olanlar yalnızdılar, kendilerine destek verecek maddi güçlerden yoksundular. Kendi toplumunun zengin ve yönetici takımı (mele), yeni dini doğmadan boğmak, bir avuç Müslümanı da sayıları çoğalmadan yollarından döndürmek istiyorlardı. Sayısal ve siyasal güçleriyle kendilerini her istediklerini yapacak kudrette zannediyorlardı. Öyle ki; zayıf ve kimsesiz Müslümanlara uyguladıkları şiddet ve baskı ile Hz. Peygamber'in etrafında kimsenin kalmayacağını umuyorlar, bu yüzden çeşitli yöntemlerle güç gösterisinde bulunuyorlardı. Onların hâlini şu ayet çok güzel anlatmaktadır: “...Onlar, ‘biz birbirimize yardım için kenetlenmiş bir cemaatiz’ mi diyorlar? Yakında o topluluk bozguna uğrayacak (ve onlar) arkalarını dönüp kaçacaklar. Asıl azapları ise, kıyamet günüdür. Kıyamet ne şiddetli ve ne acıklıdır.”7

   İşte bu ve benzeri ayetler ile8 yukarıda verilen hadisler, İslam’a sadakatle bağlı olan ve Tevhid mücadelesi veren sahabeye moral aşılıyor, güç veriyor, taze iman kazandırıyordu. Vahiy merkezli düşünceye göre, görünür ve şimdiki zahiri şartlar geçicidir. Aslında bu görünür gerçeklik asla sürekli değil, geçicidir, muvakkattir, değişkendir. Yanılgı, değişken olana değişmezmiş gibi bakmaktan ve asıl hakikati göz ardı etmekten doğmaktadır. Sonlu dünyada sonsuzluk hiç bir fâni birey, toplum ve sistem için söz konusu olamaz. Çünkü mülkün gerçek ve yegâne sahibi Allah’tır. “Mülkü, iktidarı dilediğine verir, dilediğinden alır. Dilediğini yüceltir, aziz kılar, dilediğini alçaltır, zelil eder. Her türlü hayr O’nun tasarrufundadır ve O, her şeye kâdirdir.”9 O hâlde mutlak hakikat, hiç kuşkusuz vahyin ve nasların bildirdiğidir.10

   Kur’an’dan ve peygamberi ahlaktan beslenen sahabe nesli, yaşadıkları zorlukları bu müjdelerle aşıyor, yarınlarda vadedilen güzel günlerin özlemiyle sabrediyordu. Zorlu şartlar; açlık, fakirlik, korkulu zamanlar, aileden uzak kalma, savaş ve öldürülme korkusu asla sahabeyi Allah uğrunda mücadeleden alıkoyamıyordu. Elbette onlar da birer insandı, zaafları olanlar da vardı; ancak vahiyle yaşayanlar olarak gelecek günlere ve ahirete olan sarsılmaz imanları zaaflarını yenmeyi ve tüm sıkıntılara sabretmelerini sağlıyordu. “İnkâr edenlere de ki: “Siz (yakında) mutlaka yenilgiye uğrayacak ve toplanıp cehenneme doldurulacaksınız. Orası ne fena yataktır!”11 ayetiyle mü’minler hem moral hem cesaret kazanırken, “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik”12 ayeti de gelecekte kazanacakları zaferleri haber veriyordu.

   Şüphesiz vahiy kaynaklı bu müjdeler sahabe için dünyadan geçme ve Allah’ın rızasını kazanma uğrunda canlarını ve mallarını satma ile neticeleniyordu. Bu yüzden, gösterilen fetih hedeflerine ulaşmak için İran üzerine yürüyen İslam ordularının komutanı Rebi b. Amr Radıyallahu Anh, kendisine buralara kadar niçin geldiğini soran İran Ordusu Komutanı Rüstem’e şöyle cevap vermişti: “Allah bizi, insanları insanlara kul olmaktan kurtarıp, onları Allah’a kul yapmak için gönderdi.”13

   Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem zaman zaman verdiği gelecekle ilgili haberlerle sahabeye şunları kazandırmıştı:

  1. Cesaret kazandırıp düşmanlardan korkmama bilinci
  2. Mevcut hâlin geçici olduğu bilinci
  3. Zorluklara sabretme/dayanma bilinci
  4. Gelecekte fetihler/zaferler olacağı bilinci
  5. Gösterilen fetih hedeflerine ulaşma bilinci

   İşte bu bilinç, şuur ve iman ile yaşayan İslam’ın ilk öncü nesli olan sahabe ile onları takip edenler, Tevhid davası için kıtaları dolaşmış, denizleri geçmiş ve dağları aşarak İslam Medeniyetini kurmuşlardır. Onların arkalarında olan Allah Azze ve Celle ise, onları hiç yalnız bırakmamıştır.

   Günümüzün dava adamları da Peygamberlerin müjdelediği yeni fetihleri hedef edinmelidir. Unutulmamalıdır ki; Hz. Peygamber’in bahsettiği fetih müjdesi tamamlanmamıştır. Sahabenin: “Önce hangisi fethedilecek?” sualine, “Önce Konstantiniyye” diyerek, Roma’nın fethinin sonra gerçekleşeceğini bildirmiştir. Dolayısıyla Roma fethedilmeyi beklemektedir. Sultan Fatih, Doğu Roma’yı fethederek Allah Rasulü’nün övgüsünü kazanmıştı. Şimdi ise sıra Batı Roma’nın fatihlerinin ortaya çıkmasındadır. Müslümanlar, tıpkı geçmişteki olumsuz şartlara aldırmayıp görevlerini yapan ve fetihlere girişen mü’minler gibi bugünün olumsuz şartlarına bakmamalı, görevlerini layıkıyla yaptıklarında, yine parlak zaferlerin gerçekleşeceğine inanmalıdır. Bu bilinç ve azim var oldukça, her devrin Tevhid erlerine Allah’ın yardımı ulaşacak ve İslam düşmanlarının planları başarılı olamayacaktır.

  1. İbn Esir, c. 1, s. 588, İbn İshak, s. 220, İbn Hişam, c. 2, s. 73
  2. İbn Hişam, c. 2, s. 147-148
  3. Buhari, Mağazi, 29
  4. Vakıdi, II, 450
  5. Ahmed Hanbel, Müsned, ıv, 335
  6. Hakim, el-Müstedrek, IV, 553
  7. Kamer, 44, 45, 46
  8. Bkz: Saf, 13; Fetih, 1; Saffat, 172; Ahzab, 25; Şuara, 227; Tevbe, 14, 52; Al-i İmran, 123, 126
  9. Al-i İmran, 26
  10. İsmail Lütfi Çakan, Hadis-Sünnet Üzerine Tartışmalar ve Değerlendirmeler, s. 41-56
  11. Al-i İmran, 12
  12. Fetih, 1
  13. İ. S. Sırma, Halifeler Dönemi, 93