Bir gün yüce zâtlardan birine sorulur: ‘Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?’ ‘Bakın göstereyim’ der büyük zât. Önce sevgiyi dilinden gönlüne indirememiş olanları çağırarak, onlara bir sofra hazırlar. Hepsi sofraya oturur, derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelir ve arkasından da ‘derviş kaşıkları’ denilen bir metre boyundaki kaşıklar uzatılır kendilerine. Büyük zât: ‘Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz’ diyerek talimat verir. ‘Peki’ der ve içmeye teşebbüs ederler.
Fakat o da ne? Kaşıklar uzun olduğundan döküp saçmadan bir türlü yemeği ağızlarına götüremezler. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, sofradan aç kalkmışlar. Bunun üzerine o zât:
‘Şimdi… Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe’ der.
Bu defa yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen insanlar gelir, oturur sofraya…
‘Buyurun’ deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içerler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş olarak karınları tok bir şekilde ve Allah’a şükrederek kalkarlar sofradan.
‘İşte’ der yüce zât: “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz.
Şunu da unutmayın: Hayat pazarında alan değil,
veren kazançlıdır her zaman…”