Takvimler 6 Şubat'ı gösterirken binlerce insan için saat 04:17'de kaldı. Sevinçlerin, hüzünlerin, hayallerin, kırgınlıkların, öfkelerin... İnsana dair hangi duygu varsa... Hepsinin binlercesi için bittiği gün... Geride kalan milyonlar içinse acının, öfkenin, umutsuzluğun, çaresizliğin aynı anda bir yumruk büyüklüğündeki et parçasına sıkıştığı gün... Bu kadar duyguyu o küçücük organ nasıl taşıyabilirdi? Öyle ya kâinatta hiçbir yere sığmadığını ve sadece kulunun o küçücük kalbine sığdığını söyleyen Rabbimiz öyle yaratmıştı o organı. Taşıyabilirdi demek...
Ülkemiz adına çok soğuk bir güne uyandık 6 Şubat'ta. Hem hava soğuktu hem de insanların muhatap olmalarını beklediği vicdanlar soğuktu. Bir duvar kadar soğuktu o vicdanlar. Enkazın altındaki yardım çığlıkları bile ısıtmaya yetmiyordu. Canlar giderken onların vicdanlarının soğukluğu yanan ciğerleri daha da yakıyordu.
Siyasetçisinden bürokratına, uzmanından mimarına toplumun birçok kesiminden yorumlar geldi ve gelmeye devam ediyor. Rant kavgası içinde olan siyasetçiler birbirlerine yüklenirken, işin uzmanları aldıkları ilim ile bilimsel açıklamalar yapıyor. Bilimsel veriler, istatistikler, günah keçileri, gerçek suçlular ve ihmalkârlıklar vs. hiçbiri giden canları geri getiremeyeceği gibi yanan yüreklere de su serpmeyecek.
Suçlu her kim olursa olsun bu depremin meydana gelmesine “ol” emrini veren yüce bir kudret var. Aynı zamanda bizi bu durumdan kurtaracak tek zat... O'na sormak gerekmez mi bu durumun gerçek sebebini?
Kitap başında öğrendiğimiz bilgilerin bir anda donup kaldığı noktadayız. Her gün okuduğumuz Kur’an’ın ve mealinin gözümüzün önünde canlandığı ama tıkanıp kaldığımız yerdeyiz. Okumak başka yaşamak bambaşka...
Öyle bir sarsıldık ki görüntüler kıyamet sahnesi adeta. Yer ve gök ölüm yağdırıyor sanki. Ölümden kaçmak mı? Elbette bu mümkün değil. Ve böyle bir inanç da taşımıyoruz. Fakat “Nasıl bir ölüm bulacak bizi?” sorusu ürpertiyor insanı. Gerçekten lezzetleri bıçak gibi kesiyormuş düşüncesi bile. Soğuğun bıçak gibi kestiği kış mevsiminde enkaz altında kalmak, sevdiğini orada bırakmak yahut evsiz kalmak...
Ölümden sonrası var tabi... Ölenler için şehitlik makamını isterken kalanlar için sabır niyaz ediyoruz. Evet hiç de kolay olmadığının da farkındayız. Bir beton yığını altında “can” dediğini günlerce bekleyen bir yürek için sabır dilemek... Cenazelerini dahi bulamayan yüzlerce yürek için sabır dilemek... Zor olsa da bundan daha onarıcı bir tedavi olabilir mi? Sabır... Her şeyin sahibine teslim olmak. Yaraları sarıp iyileştirecek olana yönelmek. Bu karanlıktan bizi aydınlığa çıkaracak olana dayanmak. Ebedi yurdun varlığını idrak ederek bu acıları cennete vesile kılmak...
“Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme”1 ayeti tekrar tekrar dilimizde... Evet biz biliyoruz ki O, taşıyamayacağımız yükü yüklemeyecek bize. O'nun gazabından O'nun rahmetine sığınmak elbette tek ve yegâne çaremizdir. Öyle ya hangi beşer bu yangını söndürmeye güç yetirebilir?
Bu topraklarda yaşayan herkesi az ya da çok bir şekilde etkileyecek yeni bir döneme girdik. Sonunun hayra çıkması için dualar ederken, alışılmışın dışına çıkmanın verdiği tedirginliği taşımaktayız. Dünyanın geçiciliğini bilsek de her yolculuğun hüznünü yaşamaktan alıkoyamıyoruz kendimizi. Doğru ya insanız hani... Bir kalp taşıyor, seviyor, alışıyor, bağlanıyor ve özlüyoruz. İnsanız... Maddenin enkazında biz de manen enkaz oluyoruz bazen. İnsanız... Her şeyin başımıza gelebileceği bir gerçek. İnsanız... Düşmek olduğu gibi yeniden kalkmak da bizim için. “Her zorlukla beraber bir kolaylığın olduğunu” bildiren yüce kudrete dayanmışız... Harap olmuş şehirler, evler, yuvalar... Bir enkaz adeta yüreklerimiz... Alışılmışın dışında olsa da bu durum, beklenmedik bir şey değildi. İnsanız ve burası dünya... Ebedi yurdun burası olmayışını bilmek kuvvetli bir dayanak... Ve Rabbimizin taşıyamayacağımız yükü yüklemeyecek olması... Evet taşıyacağız bu yükü. Kimimiz ağır aksak yürüyecek belki, kimimiz normal adımlarla. Belki koşamayacak hiçbirimiz ama taşıyacağız biiznillah...
Üzerimize evvela insan olarak ve bilhassa mü’minler olarak büyük mesuliyet düşüyor. Bu süreçte insan birlik olmanın kıymetini daha iyi anlıyor. Gerçekten deprem bölgesinde olanlar için çok çok ağır bir şey. Efendimizin de ifade ettiği gibi “bir vücudun azaları” olduğumuzu daha iyi anladığımız bir dönemdeyiz. Canımız yanıyor fakat bizzat onların yerinde olmak kaldırılamaz gibi geliyor. Sonra “Rabbim bizden daha merhametli” diyor insan. Bu acıları yaşayan mü’min yüreklere eminim desteğini gönderiyor. Rabbim! Sen'in gazabından yine Sen'in rahmetine sığınırız.
Bizler Müslüman olarak uyanık ve akıllı olmak zorundayız. İlk olarak bu felakette ilahi mesajı çok iyi anlayıp, anlatmak gerekir. Sonuç olarak Rabbimin izni olmadan bir yaprak dahi kımıldamıyor. O müsaade ettiyse yapmadığımız görevler yahut yaptığımız hataların var olduğunu görmek gerekir. Toplumun emri bil maruf nehyi anil münkeri terk etmesi, haramların umumileşmesi Allah'ın gazabına sebebiyet verdiğini her daim hatırlatmak gerekiyor. İkinci kısım ise siyasi açısı... Müslüman akıllı ve uyanık olmak zorundadır. Öncesi ve sonrasında çok farklı karanlık tuzaklar olsa da dayandığımız sağlam bir kaynağımız, Rabbimiz var... O'nun yardımının gelmesi de ancak görevimizi yaptığımızda olacak. Bunu da biliyoruz.
Şu an bir çoğumuz depremzedeler için birçok şey olmayı aklımızdan geçiriyoruz belki. Bir ATT ya da AFAD ekibi, belki bir psikolog vs... Evet bu istekler insan olmanın verdiği mesuliyet duygusu ile bir şeyler yapma çabası... Ama şunu daha iyi anladık ki en önemli ve kutsal olan meslek, Allah’ın razı olduğu bir davetçi olmak. Şu an toplumların maddi ve manevi huzurunu sağlayacak yegâne meslek...
Ülkemizden tek ses yükseliyor şimdi: “Sesimi duyan var mı?” Bu ses yavaş yavaş duyulmamaya başlayacak. Çünkü bu sadece enkaz altında kalıp hâlâ nefes alanlar için söyleniyor. Bizler Müslüman olarak bu çağrıyı her daim tüm insanlığa yapmamız gerekiyor. Sadece maddi enkaz altında kalanlar için değil manevi enkaz altında kalanlar için de “SESİMİ DUYAN VAR MI?” dememiz gerekiyor. Şimdiye kadar demediysek de en azından şimdiden sonra diyelim...
Rabbim tüm ümmete uyanış nasip etsin. Bu karanlık günleri aydınlığa çevirsin. Yakınlarını kaybedenlere sabır versin. Şu ayet hep aklımdan geçer... “Allah mü’minleri karanlıklardan nura çıkarır...”2 O halde gerçek bir mü’min olmaya gayret edelim. Edelim ki nura erişebilelim.
- Bakara, 286
- Bakara, 257