Hamd, Rahman ve Rahim ismi ile merhamet eden, Vedûd ismi ile tüm kullarını seven Allah’a; Salât-u Selam ise O’nun, “Âlemlere rahmet olarak gönderdim” buyurduğu Rasulullah’a olsun.
Allah’ın selamı ve rahmeti ise; Allah’ı ve Rasulü’nü gerçekten seven, O’nun kutsal davasını dava bilen ve bu uğurda mücadele eden tüm Müslümanların üzerine olsun.
Allah Azze ve Celle bütün alanlarda ‘seçilmiş’ insanlar yaratmıştır. ‘Seçkin’ bir insan olmak ile ‘seçilmiş’ bir insan olmak arasında çok fark vardır. Bir insan; çalışmak, göz nuru dökmek suretiyle ‘seçkin’ bir insan olabilir ama ‘seçilmiş’ bir insan olması ancak Allah’ın onu seçmesi ile mümkündür. Allah kimi seçeceğini en iyi bilendir. Allah seçtiği zaman hata yapmaz. Seçtiklerinden hiçbir tanesi davasından dönmemiştir. Sonradan döneklik yapacak, davasından taviz verecek olanları Allah hiçbir zaman seçmemiştir.
Allah Azze ve Celle Fizik, Kimya, Matematik ve Tıp gibi bütün alanlarda kabiliyetli insanlar yaratır. Onlar da o alanlarda seçilmişlerdir. Bütün alanlarda seçilmişler yaratan ve insanlara onların eli ile nimetler sunan Allah, en önemli alan olan hidayet alanında birilerini seçmemiş olabilir mi? Allah Azze ve Celle için en önemli mesele hidayettir, doğru yolu göstermektir. Elbette ki o alanda da kalbi güçlü, kabiliyeti yüksek olan insanları yarattı. Peygamberler ve peygamber olmayan Mustafalar (seçilmişler) her birisi böyledirler. Onlar konuşacaklar, onlar yaşayacaklar, onlar örnek olacaklar, “usvetun hasene” olacaklar ve bu şekilde insanlar onların izinden giderek hidayet yolunu bulacak.
Peygamberler sadece inanç esaslarını, ibadet ve ahlâk esaslarını anlatmak için değil, yeryüzünde bir devlet, bir medeniyet kurmak, Allah’ın istediği gibi bir toplum meydana getirmek, fetihler gerçekleştirmek ve zalimlere karşı mücadele etmek için gönderilirler. Peygamberler sadece öğüt vermek için değil, yeryüzünün liderleri olarak gönderilirler. Allah Azze ve Celle muradını onlarla bildirir, onların eli ile bir medeniyet kurar ve tüm insanlara örnek olur.
Allah Rasulünü sevmek nedir? Bu sadece şiirlerde edebiyat parçalamakla olmaz. Allah’ın Rasulünü sevmek; O’na teslim olmak, O’na itaat etmek, O’na bağlanmak ve O’nun izinden gitmekle olur. Şairler şiir yazacaklarsa, peygamberin davasını şiirleriyle anlatmalılar. Peygambere olan sevgini ifade etmek istiyorsan, peygamberin davasını omuzla! İşte o zaman sevgini ispat etmiş olursun!
Hz. Peygamberi sevmek, sorgulamadan teslimiyet göstermekle olur.
Hz. Peygamberin koyduğu esasları sorgulayanlar; istedikleri kadar O’nun ümmeti olduklarını, O’nu sevdiklerini söylesinler, yalancıdırlar. İnsanların kanunlarını bile sorgulamaktan korkup, Hz. Peygamberin kurduğu medeniyeti sorgulamaya kalkanlar, istedikleri kadar salât-u selam göndersinler, bu sözlerinde yalancıdırlar. Sevmek, sorgulamadan kabul etmektir. Hz. Peygamberin koyduğu hükümleri sorguluyorsanız O’na bağlı değilsiniz demektir. Bağlanmak için şart koşuyor, pazarlık yapıyorsanız, O’nu gerçekten sevmemişsiniz demektir. O ne demişse; “İşittik ve itaat ettik” diyenler; işte onlar gerçekten Hz. Peygamberi sevenlerdir. “Ya Rasulallah! Ben seni çok seviyorum ama bana şunları emretme. Ya Rasulallah! Ben seni çok seviyorum ama benim kılık kıyafetime karışma. Ben seni çok seviyorum ama benim yediğime, içtiğime karışma, parayı nasıl kazanacağıma, nasıl harcayacağıma karışma. Sen bana belki olsa olsa namazı, orucu emredebilirsin, ama hayatıma karışma” diye düşünenler, belki bunu böyle ifade etmiyorlarsa da şu bir gerçek ki; birçok insan hayatına Rasulullah’ı karıştırmamaktadır ve buna rağmen Peygamberi seviyorum demeye de devam etmektedir.
Hakikatte Peygamberi sevmek O’na ittiba etmeyi, O’na itaat etmeyi gerekli kılar.
Kur’an buyurur ki “Kul in küntüm tuhibbûnallâhe fettebiûnî.” “De ki; eğer hakikaten Allah’ı seviyorsanız bana uyun.” Allah’ı sevmek, Allah’ı tanımakla olur. İnsan tanımadığını sevemez. Allah’ı tanımak, Allah’ın mahlûkatına bakmakla olur. İnsan mahlûkatı tanımadan Allah’ı tanıyamaz. Allah kullarına kendisini, kâinat ile mahlûkatı ile tanıtır. Mahlûkata bakmayanlar Allah’ı tanıyamazlar. Allah’ı tanıyamayanlar O’nu sevemezler, O’nu sevmeyenler Peygambere uyamazlar, çünkü Peygambere uymak onlara zor gelir. Belki herkes Peygambere uymak isteyebilir fakat birçok kişiye bu zor gelir. Çünkü altyapısı hazırlanmamıştır, altyapı hazır olmayınca her yük insana ağır gelecektir. Hasta bir adama şu masayı kaldır desen kaldıramaz. Hâlbuki çok ağır değildir ama o hastadır. İşte onun için “Eğer Allah’ı seviyorsanız” buyruluyor, sevmiyorsanız Peygambere uymak isteseniz de uyamazsınız çünkü zor gelecektir. Hem Allah’ı sevmeden Peygambere uymanızın bir kıymeti de yoktur.
Seven sevdiği uğrunda fedakârlık yapar.
“Peygamberi seviyorum” diyenler, O’nun koyduğu esasları yeryüzünde hâkim kılmak için mücadele etmiyorlarsa, O’nu gerçekten seviyor olamazlar. Çünkü kişi sevdiği uğrunda hiçbir şeyini feda edemiyorsa, sevmiyor demektir.
Kimdir gerçekten Rasulullah’ı seven?
‘Rasulullah’ı seviyorum’ diyenlerin içinde hangisi dürüsttür. O’nu rüyasında görmek isteyenler mi? O’nu rüyasında görmek isteyenlerden birçoğu; eğer Rasulullah’ı rüyalarında görseydiler ve Allah’ın Rasulü onlardan zor işler isteseydi, mesela; “malının dörtte birini Allah yolunda ver” veya “tembel tembel oturuyorsun, git benim davam uğrunda mücadele et” deseydi acaba bir daha Rasulullah’ı rüyalarında görmek isterler miydi? O halde O’na sevgi iddiasında bulunanlardan hangisi dürüsttür. “Gel Allah yolunda şunları yapalım neslimizin halini görmüyor musun? Uyuşturucudan ızdırap çekenleri, içkiden kıvrananları görmüyor musun? Allah’a küfredenleri, plajları, televizyonları, faizli bankaları, kumarhaneleri görmüyor musun? Sen Rasulullah’ı sevmiyor muydun? Gel, O’nun davasını omuzlamış, O’nun medeniyetini kurmak için gayret gösteren yeni bir nesil hazırlayalım” dediğinizde; “benim işim var gelemem,” “annem babam bırakmıyor gelemem,” “hastayım gelemem” diyenler, Allah ve Rasulünü sevdikleri iddialarında dürüst olabilirler mi?
Rasulullah’ı görmek isteyenlerin birçoğu sadece O’nunla sohbet etmek, O’nun elini öpmek isterler. O’nun kendilerine talimat vermesini istemezler. Bu gerçek sevgi değildir.
Âmine Hatun anlatır; “oğluma hamile iken kendimden bir nurun çıktığını ve Suriye’de Şam topraklarını ve daha uzaklarda Basra’nın kalelerini aydınlattığını gördüm. Sonra bir ses işittim. Ses bana diyordu ki; “Sen karnında yarınlarda halkının önderi olacak bir şahsı taşıyorsun. O’nu doğurduğun zaman de ki; Ey Rabbim O’nu bütün kötülüklerden sana emanet ediyorum ve sonra adını Muhammed koy.”
Âmine Hatun’un rüyası gerçekten de çıkmadı mı? Allah Rasulü, “Siracen münira” her tarafı aydınlatan bir kandil gibiydi. Yeryüzünde bir medeniyet meydana getirdi. Allah Rasulü Sallallahu Teâlâ Aleyhi ve Sellem 40 yaşına varana kadar ne Allah hakkında konuşmuş, ne ahiretle ilgili konuşmuş, ne siyaset hakkında konuşmuş, ne felsefe ile ilgili konuşmuş hiçbir zaman bu konulara girmemiş olan bir insandı. 40 yaşına yakın dağa çıkmaktan hoşlanır hale geldi. Dağa çıkmak, yalnız kalmak istiyordu. Rabbi O’nu göreve hazırlıyordu. Bu insan birdenbire Allah ve ahiretle ilgili konuşmaya başladı. O, hiçbir zaman şiir söylememişti ama öyle şeyler söylüyordu ki bunlar insanüstü şeylerdi ve hiçbir şair O’nun dediğinin yanına bile yaklaşamıyor, hep O üstün geliyordu. Ve çalışmaya başladı; önce en yakınlarına, en güvendiği kimselere, hakkı ve hakikati arayanlara, sır tutmayı bilenlere öğretiyordu davasını. Sonra bir gün “En yakın akrabalarını uyar” ayeti geldi ve artık Hz. Peygamber tüm akrabalarına aleni bir şekilde anlatmaya başladı davasını. Mücadele başlamıştı artık, hergün bir sürü olayla karşılaşıyordu. Önceleri Mekke’nin müşrikleri bu duruma sessiz kaldılar, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Fakat baktılar ki Müslümanlar çoğalmaya başlıyor, özellikle Hz. Ömer’in iman etmesi onların gözünü korkuttu ve engellemelere başladılar. Efendimizin çok sevilmesinin bir sebebi budur. O’nun başına gelen olaylar, O’nun çektiği sıkıntılar O’nun çok sevilmesinin önemli sebeplerindendir. Çok namaz kıldığı için, fazla oruç tuttuğu için değil. Bir insan; O’ndan daha fazla namaz kılıp, oruç tutabilir. Hatta 20 defa haccedebilir ama hiçbir zaman O’nun derecesine ulaşamaz ve O’nun kadar sevilemez. Çünkü O’nun başına gelenler kimsenin başına gelmemiştir. Urve Bin Mesud Hudeybiye Antlaşması esnasında Peygamberimize olan hürmeti, saygıyı görmüş ve “Bizans Kralı’nı, İran Kralı’nı, Yemen Kralı’nı gördüm, onlara olan saygıyı gördüm. Hiç kimseye Muhammed’e gösterilen saygının gösterildiğini görmedim, O’nu o kadar sayıyor, seviyorlar ki aldığı abdest suyunu kapışıyorlar” diyordu.
Allah Rasulü neden bu kadar seviliyordu?
Allah Rasulünün Ashabının O’na gösterdiği eşine rastlanmamış sevgi örnekleri çoktur. Ebu Talha Uhud Savaşı esnasında Rasulullah’ın önünde savaşıyordu. “Ya Rasulallah! Benim arkamda dur. Ben sana siper olacağım. Arkamdan çıkma Ya Rasulallah! Oklar sana değmesin, bana değsin” diyordu. Böyle bir sevgi nasıl hâsıl oldu? Sahabesi Rasulullah’ın makamını, O’nun derecesini iyi anlamıştı. Bu sadece çok namaz kılan bir adamın derecesi değil, bu Allah katında kıymetli olanın derecesi! Bu Allah’ın Habibi’nin derecesi! Bu bir dava adamının derecesi! Bu Allah yolunda mücadele edenin derecesi! Bu her türlü fedakârlığa katlananın derecesi!
Hz. Peygamberin etrafındakilerin ve en yakınlarının O’nu çok seviyor olması, O’nun davasında dürüst olduğunun en büyük delilidir.
Bu, peygamberliğinin doğru olduğunun en büyük delilidir çünkü onlar O’nu yakından tanıyorlardı. Eğer O’nda en küçük bir yalan görselerdi O’na hürmet etmezlerdi. Bu sebeple etrafındakilerin O’na çok hürmet etmesi, birçok insanın iman etmesine bile vesile oluyordu. O’na olan saygıyı ve sevgiyi gördükleri zaman birçok insan; “O’nu yakından tanıyanlar bu kadar hürmet ediyor, seviyorsa demek ki bu dürüst bir insandır” diyor ve iman ediyordu.
Hz. Peygamber’e olan bu sevgi bütün sahabesi arasında dalga dalga yayılmıştı. Müşrikler Mekke’de Zeyd Bin Desine Radıyallahu Anh’ı yakaladılar, öldüreceklerdi. Onu idam edecekleri yere doğru götürüyorlarken Ebu Süfyan dedi ki; “Ey Zeyd doğru söyle! Şu anda ister misin Muhammed senin yerinde olsaydı, sen de kendi evinde çocuklarınla beraber olsaydın?” Zeyd Radıyallahu Anh dedi ki;
“Vallahi bırakın O’nun benim yerimde olmasını, ben Rasulullah’ın ayağına bir diken batmasına bile razı olmam!”
Ashabı O’nun kıymetini biliyor, kendi canından bile önde tutuyordu.
Birçok dava adamının, dava adamı olmasında birtakım sebepler olmuştur: Bir sosyalistin, Sosyalizm uğrunda mücadele etmesinde belki de en mühim sebep fakir olmasıdır. Kimi de kendi ırkının haklarının verilmediğini görür, ırkının haklarını istemek için kendi ırkının davasını güder. Yani kimini ırkının haklarının verilmemesi, kimini de fakir olması mücadele insanı yapmıştır. Yine kiminin makam peşinde, zenginlik peşinde koşması onu bir davanın adamı yapmış olabilir. Hazreti Peygamberde bunların hiçbirini göremezsiniz. O zaten Mekke’nin en şerefli aşiretinin çocuğuydu. İmtiyazlı bir aileden geliyordu. İsteseydi zengince bir hayat yaşayabilirdi ama O, insanlığın kurtuluşu için mücadele etti, tehlikelere ve zorluklara göğüs gerdi. Hiçbir şey O’nu davasından alıkoymadı.
O’nun o mübarek hayatı çilelerle doludur. Tevhid davasını üstlendiği anda dostları düşman oldu. Bütün imtiyazları terk etti, yapılan bütün tekliflere aldırış bile etmedi. Memleketinden kovulmaya razı oldu, sevdiklerini kaybetmeyi göze aldı ama asla davasından vazgeçmedi.
İşte böyle bir insan sevilmez mi? Bu ümmetin O’nu bu kadar çok sevmesinin bunun gibi birçok sebebi vardır. Bize düşen de O çilekeş Nebi’nin çektiği kutsal çileye talip olmaktır, O’nu gerçekten sevmek, O’nun yolunda fedakârlık yapmaktan kaçmamak ve O’nun gösterdiği yolda bu ümmetin kurtuluşu için mücadele etmektir.
Allah’a Emanet Olun.
*02-01-2015 – Osmaniye -Peygamberi Sevmek-
Bu yazı Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin “Peygamberi Sevmek” konulu konferansından düzenlenmiştir.