Siyer

Hz. Peygamber’in Davetinin Farklı Yollarla Engellenmesi

Paylaş:

Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, “kalk ve uyar”1 emri gereğince gece-gündüz demeden genel davet vazifesini yerine getirme çabası, İslami davetin ilk yıllarından itibaren Mekkeli müşrikleri kara kara düşündürüyordu. Onlar vahyin nurunun insanlara ulaşmaması için ve saltanatlarını yıkacak kutsal bir otoriteye müsaade etmemek için akıllarını zorluyor, bunun üzerine gece gündüz mesai yapıyor ve birçok farklı engelleme yoluna başvuruyorlardı. İşkence, davetin daha ilk günlerden başlayıp son anına kadar devam ediyor ancak bazı zamanlar dozajı artıyordu. Bu sayfamızda davanın müntesiplerine işkence edilmesi, onların öldürülmesi, boykot uygulanması ve davanın liderine suikast girişimiyle yapılmaya çalışılan engellemelerin birkaçından kısaca bahsedeceğiz.

MÜNTESİPLERİN KORKUTULMASI YOLUYLA ENGELLEME

İslami davete icabet edenlere işkence edilmesiyle ve öldürülmesiyle davetin etkisi kırılmaya, yeni katılacak olanlar ise korkutulmaya çalışılıyordu. Davetin ilk yıllarında bütün fertleriyle İslam dairesine giren Yasir ailesine müşrikler çekilmez işkence ve dayanılmaz eziyetlerle göz açtırmıyorlardı. Müşrikler, imanlarından dönsünler diye güneşin Mekke’yi kavurduğu esnada taşlıkta onlara işkence ediyorlardı. Yasir ailesi zalimlerin zulmü altında inlerken Rasulullah, yüreğini yakan bu durum karşısında: “Sabredin ey Yasir ailesi! Sabredin ey Yasir ailesi! Sabredin ey Yasir ailesi! Sizin mükâfatınız cennettir!” diyordu. İşkence altında kıvranan Yasir: "Ya Rasulallah, ne zamana kadar sürecek?" dedi. Allah Rasulü bu soruya: "Allah’ım! Yasir ailesinden rahmet ve mağfiretini esirgeme" duasıyla karşılık verdi. Bu işkenceler sonunda Hz. Sümeyye ve Yasir işkenceler altında izzetleriyle ruhlarını Rablerine teslim ederek ilk şehitlerden oldular.

Rasulullah’ın İslam’a daveti, davete icabet edenlerin işkence yoluyla vazgeçirilmeye çalışılmasıyla ve öldürülmesiyle engellenmeye çalışılıyordu. Fakat bu durum sorgulayan kimselerin daha da merak etmesine, araştırmasına, sonunda İslami davetten haberdar olmasına ve kimilerinin bu saflara katılmasına vesile oluyordu.

BOYKOT İLE ENGELLEME

Nübüvvetin 7. senesine gelindiğinde, müşrikler tarafından girişilen her türlü teşebbüsün etkisiz kaldığı anlaşılıyor, davetin karşılık bulmasının önünde bir engel teşkil etmiyordu. Aksine Müslümanların sayısı günden güne her türlü işkence ve mukavemete rağmen artıyor ve dava Mekke dışına taşıyordu. Hz. Ömer ve Hz. Hamza gibiler İslam davası saflarına geçiyor, Müslümanların moralleri artıyordu. Müşrikleri tedirgin eden bu gelişmeler onları yeni kararlar almaya ve yeni planlar yapmaya itiyordu.

Müşrikler, işkence yapmakla, şiddet göstermekle kimseyi dininden çeviremeyeceklerini, davanın ilerleyip yayılmasına engel olamayacaklarını anlamışlardı. Aralarında yaptıkları bir istişareyle, Haşimoğullarıyla her türlü münasebeti kesmeye karar verdiler ve bu doğrultuda maddeler yazarak Kâbe duvarına astılar. Bununla 3 yıl sürecek zorlu bir boykot dönemi başlamış oldu. Bu boykot tamamen iman edenlerin köklerini kazımaya yönelik yapılan bir bitirme operasyonuydu. Müslümanlar evlerinden çıkarılmış şekilde, “Ebu Talip Mahallesi” denilecek olan yerde toplandılar. Artık bu mahalle sakinleriyle bütün münasebetler kesilmişti. Oraya gidenler ağır bir şekilde cezalandırılıyordu. Müşrikler, boykota uğrayanların toplandıkları mahalleye yiyecek içecek adına bir şey girdirmiyorlardı. Çarşıda, pazarda, köşe başlarında durarak onlara bir şey aldırmamak için ellerinden gelen her türlü engellemeyi yapıyorlardı. Satıcıları, onlara mal satmamak için tehdit bile ediyorlardı. Bununla Müslümanların, açlıktan feryat eden çocuklarının yanına elleri boş bir şekilde dönmelerine sebep olunuyordu. Boykota uğrayan Müslümanlar dışarıdan yiyecek içecek alamadıkları için şiddetli bir açlık ve kıtlıkla karşı karşıyaydılar. Ağaç yaprakları ve ele geçirdikleri kuru deri parçalarını ateşe tutup yedikleri günler oldu. Boykota uğrayanların ihtiyaçlarını gidermek için başta Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem olmak üzere Ebu Talib ve Hz. Hatice mallarını harcadılar. Ama yine de insanları açlık ve kıtlıktan kurtaramadılar, korkunç bir açlık hüküm sürmeye başlamıştı. Başlatılan bu boykot tam üç sene sürdü. Bu zaman zarfında müşriklerin Müslümanlara çektirdikleri sıkıntı, açlık ve kıtlık da davanın yayılmasına engel olamadı. Allah Rasulü bütün zor ve ağır şartlar altında, yine tebliğ vazifesini yerine getiriyordu. Bir böceğin boykot kararını kemirmesi ve yalnızca “Allah’ın adıyla” kısmının geriye kalması Mekke’nin gündemine girmiş ve sürecin seyrini değiştirmişti. Allah’ın müdahalesiyle boykot kararından geri adım atıldı ve şirkin planı bir kez daha iman davasının önünde mağlup oldu.

SUİKAST İLE ENGELLEME

Mekkeli müşrikler Allah Rasulü’nün hicretinin ardından Medine’de güçleneceğini anlıyor ve günün birinde Mekke’ye saldıracağından, mallarına el koyacağından korkarak endişeleniyorlardı. Bu sebeple Mekkeli müşriklerden oluşan bir üst kurul, Rasulullah’ı ve Medine’ye hicret edenleri nasıl durduracaklarını, gerileteceklerini, onlara karşı nasıl bir tavır takınacaklarını belirlemek için toplandı. Bu kurulun üyeleri çeşitli işkence türleri ve engelleme yollarını teker teker sundular, fikirler arasında suikast planı genel kabul gördü. Ancak müşrikler bunun Rasulullah’a vahiy yoluyla haber verileceğinden gafil bir şekilde plan yapıyorlardı. Hayru’l Makirin olan Allah, onların tuzaklarını boşa çıkarıyordu. Rasulullah durumu öğrenince bir plan yaptı ve suikast planının gerçekleştirileceği yerde kendi yerine Hz. Ali’yi bıraktı. Suikastçılar büyük bir özgüvenle sabaha doğru, Rasulullah’ın evine, yatağına hücum ettilerse de karşılarında Hz. Ali’yi buldular. Kısa bir sorgulamanın ardından Hz. Ali’nin ağzından hiçbir laf alamayınca onu serbest bıraktılar. Müşriklerin Rasulullah’a karşı endişeli bir şekilde saatlerini, günlerini ve enerjilerini vererek aldıkları kararlar, yaptıkları planlar, organize ettikleri her türlü unsur, davanın sahibi olan Allah tarafından boşa çıkarıldı.

Düşünebileceğiniz daha birçok engelleme türünü Mekkeli müşrikler Allah Rasulü ve Ashab-ı Kiram üzerinde denediler ve sünnetullahın bir gereği olarak bize o günlerden büyük bir tecrübe miras kaldı. İslami hareketin içerisinde yer alan mü’minler, karşılaştıkları zorluklardan, baskılardan, göz altılardan, tutuklamalardan, mahzenlerden ve ölümlerden korkmamalı ve bunlara şaşırmamalıdırlar. Siyer sayfalarından ders çıkaran kimselerin: “Neden bunlar başımıza geliyor” gibi bir hayıflanmayı akıllarına getirmesi abestir. Çünkü davetin yolu zorludur ve bugün de yola çıkanlar, Allah Rasulü’nün başına gelenlerin kendisinin de başına geleceğini bilerek bu yolda yürüyeceğini bilmelidirler. Rasulullah’ın İslam davası yolunda, mübarek vücudunun kanlar içinde bırakıldığı, ölümlerden döndüğü, gözlerinin önünde kardeşlerinin ölümlerini, işkenceye uğramış hallerini gördüğü bu dünyada rahatça yaşamaya çalışmak ziyandır… Bütün bunlara ve buna benzer tehlikelere rağmen Allah’a verdiği ahit üzere duran, bu yoldaki sebatından vazgeçmeyen, bey’atini bozmayan ve davasını insanlığa ulaştırmaya çalışan, bunun da bedelini gerektiğinde ödemekte tereddüt etmeyen kimseler Rasulullah’ın izinde olan hakiki dava adamıdırlar. İslam davasını dava edinmiş her Müslüman’ın, Rasulullah’ı ve bize miras kalan mücadelesini yaşadığı çağa bir fener kılması duası ile…

  1. Müddessir, 2