Tefsir

İman, Takva ve Kardeşlik

Paylaş:

     Müslüman cemaatin dayandığı ve meşakkatli büyük rolünü onlarla yerine getirebildiği iki önemli nokta… Bunlardan biri yıkıldı mı ortada ne bir Müslüman cemaat kalır ne de yerine getirebileceği bir rolü…

     Başta iman ve takva üssü…

     İkinci olarak da Allah’ın yolunda, O’nun metodu üzere ve O’nun hayat metodunu hâkim kılmak için gerekli olan kardeşlik üssü…

     Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz, Allah’ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız. Hani bir zamanlar düşman olduğunuz halde O kalplerinizi uzlaştırdı da O’nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Hani siz bir ateş kuyusunun tam kenarındayken O sizi oraya düşmekten kurtardı. Allah size ayetlerini işte böyle açık açık anlatır ki doğru yolu bulasınız.”1

     Demek ki bu kardeşlik, birinci temel kural olan takva ve iman kuralından kaynaklanmaktadır. Başka düşünceler başka hedefler veya çeşitli cahiliye iplerinden birinin etrafında toplanmak olmayıp sadece Allah’ın ipine yani kelâmına, metoduna ve dinine sarılmak esasına dayanmak demektir.

     “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz.” Allah’ın ipine sarılmaktan kaynaklanan bu kardeşlik, yüce Allah’ın ilk Müslüman cemaate bahşettiği bir nimettir. Yüce Allah, bu ihsanını sevdiği kullarına bahşetmiştir. İşte burada yüce Allah onlara bu nimetini hatırlatarak cahiliye döneminde nasıl “düşman” olduklarını hatırlatıyor. Çünkü Medine’de Evs ve Hazreç’ten bir tek düşman bile kalmamıştı. Bunlar Medine’de yaşayan iki Arap kabilesiydi. Aralarındaki düşmanlığı teşvik edip bu iki kabilenin bağını koparmak isteyen ve düşmanlık ateşini körükleyen Yahudiler de onlara komşuluk ediyordu. Bu yüzden Yahudiler, hiçbir zaman yapamadıkları ve hep onunla yaşadıkları özelliklerine uygun bir ortam bulmuşlardı. Ancak İslam’dan başka hiçbir gücün ve toptan sarıldıkları ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldukları Allah’ın ipinden başkasının bir araya getiremeyeceği, bu kalpleri bir araya getirmek suretiyle yüce Allah, bu iki kabilenin kalplerinin arasını uzlaştırmıştır.

     Tarihi kinlerin, kabileci arzuların, şahsi menfaatlerin ve ırkçı bayrakların, yanında çok küçük kaldığı, Allah yolunda kardeşlikten başka hiçbir güç bu kalpleri bir araya getiremezdi. Ve ancak, büyük ve yüce Allah’ın sancağı altında saflar bir araya gelebilir. “Allah’ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız. Hani bir zamanlar düşman olduğunuz halde o kalplerinizi uzlaştırdı da O’nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz.” Aynı şekilde O’nun ipine sarılmak (birinci temel esas) ve kalplerinin arasını uzlaştırmak (ikinci temel esas) suretiyle kardeş olmaları sayesinde, düşmek üzere oldukları ateşin kenarında onları kurtarmasından dolayı yüce Allah üzerlerindeki nimetini hatırlatıyor.

     “Hani siz bir ateş kuyusunun tam kenarında iken O sizi oraya düşmekten kurtardı.” Kur’an-ı Kerim duyguların ve bağların kaynağı olan “kalbe” dayanmakta, “aranızı uzlaştırdı” demeyip “kalplerinizi uzlaştırdı” demek suretiyle derin noktalara nüfuz etmektedir. Böylece kalpleri, Allah’ın misakı, ahdi ve eli altında görünümüyle tasvir ediyor. Ayrıca içinde bulundukları durumu resmederek canlı ve beraberinde kalpleri süsleyen hareket halindeki bir sahne şeklinde gözler önüne sermektedir. “Siz bir ateş kuyusunun tam kenarında iken…” Ateşten bir uçurumun içine düşme hareketi meydana gelirken kalpler Allah’ın elini görüp O’na tutunarak kurtuluyorlar, uzanıp Allah’ın ipine sarılıyorlar. Tehlike ve dehşetten sonra kurtuluş manzarası… Bu, beraberinde kalpleri ürpertip titreterek sürükleyen canlı ve hareketli bir sahnedir. Neredeyse gözler, bu sahneyi nesillerin gerisinden izleyebilecek gibi oluyor.

     İbn-i İshak siyretinde ve başka rivayetlerde bu ayetin Evs ve Hazreç hakkında nazil olduğunu anlatır; Yahudilerden birisi Evs ve Hazreç’ten bir topluluğa rastlar. Onların uzlaşmaları ve ittifakları Yahudi’nin hoşuna gitmez. Yanında bulunanlardan birisine yanlarına gidip oturmasını ve eski savaşlarını hatırlatmasını söyler. Adam söylenenleri yapar. Böylece toplulukta bulunanların nefislerinde hamiyyet duygusunu canlandırır. Birbirine kızar ve birbirlerine düşerler. Cahiliyedeki armalarıyla birbirlerini çağırıp silahlarını isterler ve “Harre” denilen yerde buluşmak üzere sözleşirler. Bu durum Rasulullah’a haber verilince yanlarına gelip onları sakinleştirdikten sonra “Ben aranızda olduğum halde cahiliye davası mı?” buyurur ve arkasından yukardaki ayet-i kerimeyi okur. Bunun üzerine her iki taraf da pişman olur. Barışıp birbirlerine sarılarak silahlarını bırakırlar. Allah da onlardan hoşnut olur.

     İşte böyle! Allah onlara açıklıyor onlar da hidayete eriyordu ve böylece ayetin devamında onlar hakkında varid olan yüce Allah’ın şu sözü gerçekleşmiş oldu: “Allah size ayetlerini işte böyle açık açık anlattı ki doğru yolu bulasınız.” Bu olay yeryüzünde beşeriyete önderlik yapmak ve Allah’ın metodu üzere hayatlarını sürdürüp birbirini sevenler arasındaki Allah’ın ipini koparmak için Yahudilerin sarf ettikleri çabanın bir göstergesidir. Rivayet edilen hadise, Allah’ın ipine sarılarak O’nun hayat için koyduğu metod etrafında bir araya gelecek her Müslüman cemaat için Yahudilerin sürekli kuracakları tuzaklardan bir örnektir. Aynı zamanda bu olay, ilk Müslümanları neredeyse küfre döndürüp birbirinin boyunlarını vuracak noktaya getirerek, etrafında toplanıp kardeş oldukları Allah’ın sağlam ipini koparacak olan Ehl-i Kitap’a itaat etmenin sonuçlarından biridir. Ayrıca bu ayetle surenin akışı içindeki diğer ayetler aynı noktada birleşmektedir.

    Ancak ayet-i kerimenin kapsamı bu olaydan çok daha geniş boyutludur. Ayet-i kerime surenin akışı içinde kendisinden önce ve sonra gelen ayetlerle beraber Müslüman safları parçalamak ve her aracı kullanarak aralarına fitne ve ayrılığı yerleştirmek için Yahudilerden kaynaklanan bir çabanın varlığını belirtiyor. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim, sürekli olarak Müslümanları, Ehl-i Kitap’a itaat etmekten, onların hile ve desiselerine kulak vermekten ve onlar gibi ayrılığa düşüp parçalanmaktan sakındırıyor. Bu sakındırmalar, Medine’deki Müslüman cemaatin karşılaştığı Yahudi tuzaklarının şiddetine ve sürekli ayrılık, şüphe ve kargaşa tohumları saçtıklarına işaret etmektedir. Yahudilerin her zamanki uğraşılarıdır. Bugün, yarın, her zaman ve mekânda Müslüman saflar arasında aynı işlevini sürdürecektirler.

  1. Al-i İmran, 103