Hedef

İmanı Kuvvetlendiren Etkenler -2

Paylaş:

Bir önceki yazımızda imanı kuvvetlendiren iki faktörden bahsetmiştik: İmanı zayıflatan unsurlardan uzak durmak ve imanın delillerini bilmek. Bu yazımızda ise imanı kuvvetlendiren bir diğer önemli konu olan ibadetler üzerinde duracağız.

Sözlükte; boyun eğme, alçak gönüllülük, itaat, kulluk vb. anlamlara gelen ibadet, ıstılahta ise kulun Allah’a karşı sevgi, saygı ve bağlılığını gösteren duygu, düşünce ve davranış biçimleri için kullanılan bir terimdir.[1] Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayette[2] imandan sonra salih amelin (ibadetin) zikredilmesi ibadetin, imandan ayrılmaz bir parça olduğunu göstermektedir. Bu iki unsurun ayrılamamasından kastımız akaitte yer alan “amel imandan bir cüzdür” görüşünü savunmak değil; ibadetin imanı güçlendiren, destekleyen önemli bir etken olduğu gerçeğini ortaya koymaktır. İbadet aslına bakılırsa bir üst başlık olarak değerlendirilmelidir. İnsanı, Allah’a yaklaştıran her amel ibadet olarak nitelendirilebilir. Bu yönüyle baktığımız zaman namaz, oruç, zekât gibi farzlar; tefekkür, infak, teheccüd gibi nafileler bunların hepsi ibadet kapsamındadır. Halis bir niyetle yapılan tüm ibadetlerin, insanın Rabbine yaklaşmasında ve imanının kuvvetlenmesinde çok önemli katkısı bulunmaktadır ki bu yazımızda da daha çok bu noktaya yer vereceğiz.

Öncelikle bir Müslümanın hayatında olmazsa olmaz farz ibadetleri ele alalım. Rabbimizin tüm Müslümanlara yapmasını zorunlu kıldığı bu ibadetler çalkantılı dünya hayatında sarsılmamızı engeller. Günde beş vakit namazla Allah’ın huzurunda durmak, mahşer günü de aynı Rabbin huzurunda hesap vereceğimiz bilincini sürekli diri tutar. Namaz aynı zamanda Allah’ın, kullarına “gündelik hayatta ne kadar hata ve yanlış yapsan da benden bağışlanma talep edebilirsin” demesi ve her şeye rağmen kulunu huzuruna kabul etmesidir.

Ramazan Ayına mahsus olan farz oruç ise yılda bir aylık yenilenme, toparlanma ve bağışlanma ikliminden bize nimetler sunar. Nefsi tezkiye ile uğraşan mü’min kullara güç verirken şeytan ve nefis gibi düşmanlarımızı zayıflatır. Tezkiye olmuş nefisler ile insan, Rabbine daha çok yaklaşır ve imanını daha kuvvetli hale getirir. Ayrıca farzlardan bir diğeri olan zekât ile insan, malın asıl sahibinin Allah Azze ve Celle olduğunu bilir ve bu şekilde kalbindeki dünya sevgisini söküp atar. Ömürde bir kez yapılması zorunlu olan hac ibadeti de Peygamberimizin ayak bastığı toprakları görme, ümmet şuuruna erişme ve tek renk elbise ile şu dünyada hiçbir şahsi üstünlüğü olmadığını sadece “kul” olduğunu anlaması bakımından insana çok büyük faydalar sağlar. Özetle tüm farz ibadetlerin imanı kuvvetlendirme, heyecanını ve nurunu aydınlatma noktasında ciddi faydaları vardır. Fakat bu ibadetlerden bazıları her gün yapıldığından ne yazık ki birçok insan için bunlar rutin bedensel faaliyetlere dönüşmüş, ruhunu ve manasını kaybetmiştir. Kıldığı namazı şuurunda olmadan kılmak, namaz esnasında dünya ile bağını koparamamak ve bu ibadetlerden haz almamak bugün birçok insanda görülen olağan bir sorun haline gelmiştir. Eğer bir Müslüman böyle bir noktaya gelmişse bu sorundan kurtulmak için çareler düşünmeli ve kaybedilen o ruhu tekrar kazanmaya çalışmalıdır.

Farz ibadetlerin imanı kuvvetlendirme noktasında etkisi olduğu kadar farzların ardından nafile ibadetlerin yapılmasının da bu noktada etkisi büyüktür. Nafile ibadetlerde, tefekkür ibadeti ise imanı kuvvetlendirmedeki en güçlü eylemlerden bir tanesidir.

Tefekkür

Kur’an-ı Kerim’de “düşünme” anlamına gelen çok sayıda kavram vardır. Tefekkür, teakkul, tedebbür, tezekkür, teemmül, tefakkuh bunlardan bazılarıdır. Harf inkılabından sonra dilimizdeki mânâ derinliği kaybedildiğinden dolayı bu ifadelerin hepsi dilimize “düşünme” olarak tercüme edilmiştir. Fakat bunlar arasında birtakım farklar bulunmaktadır. Bunların hepsini ayrıntıları ile burada açıklamak mümkün olmasa da konumuzla doğrudan ilgili olanları kısa da olsa açıklamak yerinde olacaktır. Tezekkür, geçmişteki olayların şu anda hatırlanması anlamına gelir. O yüzden Kur’an-ı Kerim’de genellikle geçmiş milletlerin durumunun anlatıldığı ve onlardan ibret alınması gereken yerlerde bu kavram kullanılır. Buna ek olarak insan geçmişte yapmış olduğu iyi ve kötü şeyleri de hatırlamalı ve bunlardan dersler çıkarmalıdır. Tedebbür kavramı ise gelecekte olacak olan şeyleri şimdiden düşünmek manasında kullanılır. Bir şey henüz olmadan önlem almak manasına gelen tedbir de aynı kökten gelir. İleride olacak olan ölümü, kıyameti, ahireti şimdiden düşünmek ancak tedebbür ile ifade edilebilir. Müslüman kimsede tedebbür şeklinde düşünme sürekli varlığını korumalıdır. “Ölürsem akıbetim ne olur, cenneti kazanamazsam halim nice olur?” gibi sorular sürekli Müslümanın gündeminde olmalı ve buna göre hazırlık yapılmalıdır. Tefekküre gelince bu kavram biraz önce açıkladığımız iki kavramı da kapsar mahiyettedir. Hatta tefekkürde kâinatı ve insanı ibret nazarıyla gözlemlemek de vardır. Müslüman tüm bu düşünme biçimlerini gerçekleştiren insandır. Rabbimiz bir ayetinde[3] Müslümanların vasıflarından bahsederken onların otururken, ayakta iken ve yanları üzere yatarken sürekli bir tefekkür hali içerisinde olduklarını ifade eder. Bu tefekkür mahlukatın yaratılışı ve düzeni hakkında düşünmek şeklinde olabileceği gibi geçmiş ve gelecek ahvali hakkında kafa yormak şeklinde de olabilir. Nitekim Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Ölümü çokça hatırlayın! Çünkü ölümü hatırlamak, (insanı) günahlardan arındırır, dünyaya karşı zâhid kılar. Eğer zenginken ölümü düşünürseniz, sizi zenginliğin afetlerinden korur. Fakirken tefekkür ederseniz, hayatınızdan memnun olmanızı sağlar”[4] buyurarak ölümü düşünmenin insana sağladığı manevi faydalarına işaret etmektedir. Benzer bir rivayet Tirmizi’de geçen bir hadiste şu şekilde yer alır: “Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çokça hatırlayınız.”[5]

Burada zikredilen açıklamalardan hareketle anlıyoruz ki dinimiz İslam, insanı sürekli düşünmeye sevk ediyor. Bu düşünme geçmişteki günahlarımızı düşünmek ve onlardan af dilemek şeklinde olabileceği gibi gelecek ile ilgili güzel kararlar almak ve buna hazırlık yapmak şeklinde de olabilir. Bir de Rabbimizin yarattığı kainattaki ve insanın kendi varlığındaki hakikatleri düşünmek var ki böyle bir zihni meşguliyet Allah’ın ilmini, sanatını ve kudretini görme anlamında insana çok şey katmaktadır.

Tefekkür ibadetinin insana katkıları elbette burada anlatılanlarla sınırlı değildir. Fakat şimdilik bu kadarı ile iktifa ediyoruz. Bir sonraki yazımızda diğer nafilelerin manevi hayatımıza katkıları üzerinde durmak temennisiyle, Allah’a emanet olunuz.

 

[1] Ayrıntılı bilgi için bkz. DİA, “İbadet”

[2] Bakara, 25, 62, 82; Al-i İmran, 57; Nisa, 57, 122; Maide, 93; Hud, 11, 23; Meryem, 61, 96 vd.

[3] Al-i İmran, 190, 191

[4] Suyuti, Câmiu’s-Sağir, I, 47

[5] Timizi, Kıyamet, 26