Hamd, kullarına imanın tadını almayı nasip eden ve bunun için yollar gösteren Allah Azze ve Celle’ye, Salat-u Selam, ashabını ve ümmetini eğiterek imanın tadını almayı öğreten Efendimiz’e, Selam ise, imanın tadını almak için mücadele eden tüm kardeşlerimin üzerine olsun.
Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem imanın tadını almış olan insanların sahip olduğu hasletler hakkında şöyle buyurmuştur: “Üç özellik vardır. Bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar: Allah ve Rasulü’nü herkesten fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sevmek. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”1
Hz. Ömer Radıyallahu Anh Peygamberimiz’e: “Ya Rasulallah, seni nefsimin dışında her şeyden daha çok seviyorum” deyince Efendimiz: “Olmadı Ya Ömer! Nefsimi kudretinin elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, sizden biriniz, Beni kendi nefsinden de daha çok sevmedikçe gerçek anlamıyla iman etmiş olamaz” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Allah’a yemin olsun bundan sonra seni nefsimden de çok seviyorum” dedi. Efendimiz de: “İşte şimdi oldu Ya Ömer” buyurdu.2 Bir insana Allah’ın ve Rasulü’nün sevgisi kendisine her şeyden daha sevimli gelmiyorsa o kişi imanın tadını almamış demektir. İmanın tadını almış olan insanlar ise Allah ve Rasulü’nü o kadar çok sevmişlerdir ki onların yolunda her şeylerini feda etmişlerdir.
Allah Azze ve Celle: “Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katındadır”3 buyuruyor. Allah-u Teâlâ bu ayet-i kerimede insanlara hoş gösterilen şeyleri anlattıktan sonra asıl varılacak yerin ahiret hayatı olduğunu bildiriyor. Bir başka ayette ise: “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz eşleriniz, aşiretiniz, kazanmış olduğunuz mallarınız, kesata uğramasından korktuğunuz ticaretiniz ve hoşlandığınız meskenleriniz (eğer bütün bunlar) Allah’tan ve Rasulü’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ise o halde Allah’ın emrini bekleyedurun”4 buyuruyor.
Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabını öyle bir eğitmiştir ki onlar için süslü ve çekici kılınan dünyevi şeylerin bir kıymeti kalmamıştır. Bugün ise Allah’ın koyduğu kanunlar kaldırıldıktan sonra aşılanan bütün değerler, insanların hedeflerini dünyaya yöneltmesine sebep olmuştur. Bu insanlar için babaları, eşleri, çocukları, malları Allah ve Rasulü’nden daha sevimlidir. Halbuki Müslüman hiçbir şeyi Allah ve Rasulü’nden daha çok sevemez. Bununla ilgili ashab-ı kiramdan birkaç misal vermek istiyorum:
Ebu Hayseme Radıyallahu Anh, Bedir’de şehit olan oğlu Sad’ın rüyasında kendisine: “Babacığım Allah’ın bana vadettiklerini burada gerçek olarak buldum. Ey Baba! Sen de gel bize katıl” dediğini görüyor. Ardından Rasulullah’ın yanına giderek: “Ya Rasulallah vallahi ben oğlum Sad’ı rüyamda gördüm. Beni çağırıyordu. Ey Allah’ın Rasulü benim için dua et şehit olayım” deyince Efendimiz ona dua etti ve Ebu Hayseme Radıyallahu Anh Uhud Savaşında şehit oldu.
Amr bin Cemuh Radıyallahu Anh Uhud Savaşına katılmak istediğinde oğulları: “Ey Baba! Sen bizleri bugünler için büyüttün. Artık sen geride dur, biz katılırız” dediler. Fakat Amr Radıyallahu Anh savaşa katılmak için ısrar edince oğulları Efendimize haber verdiler. Efendimiz Amr bin Cemuh’a: “Ey Amr sen yaşlısın. Senin savaşa katılman gerekmiyor” buyurunca Amr bin Cemuh: “Ya Rasulallah ben şehit olmak istiyorum. Bu yaşlı halimle cennette gezmek istiyorum, böyle evde ölmek istemiyorum” dedi. Bu cevap üzerine Efendimiz Amr bin Cemuh’un oğullarına: “Madem ki bu kadar ısrar ediyor öyleyse bırakın” buyurdu ve Amr bin Cemuh Uhud Savaşında şehit oldu. Amr’ın karısı savaş alanına bir deve üzerinde geldi. Geri döndüğünde savaşı merak edenler onun yanına koştular ve “Savaşta neler gördün?” diye sordular. Amr’ın karısı: “Allah, Rasulü’nden ve mü’minlerden belayı uzaklaştırdı ve 70 tane şehit edindi” dedi ve devesini çökertti. Devesinin üzerinde iki şehit vardı. Birisi kocası diğeri de kardeşiydi. Kocası ve kardeşi şehit edilmişti ama o Allah, Rasulü’nden ve mü’minlerden belayı uzaklaştırdı, diyebilmekteydi.
Tebük seferine çıkıldığında hava çok sıcaktı ve ordudaki bir kısım askerler geride kaldılar. Birçoğunun devesi ve atı yoktu. Kendi silahlarını, zırhlarını kendileri taşıyorlardı. Sahabiler, Efendimiz’in yanına geliyorlar ve dayanamayıp geri dönen arkadaşlarının isimlerini söylüyorlardı. Efendimiz ise onlara bir şey demiyordu. Ebu Zer Radıyallahu Anh da geri dönmüştü. Bir müddet sonra uzaktan bir karaltı görüldü. Efendimiz: “Gelen Ebu Zer olmalı” dedi. Gelen gerçekten de Ebu Zer’di. Ebu Zer Gıffari ağzı kupkuru bir vaziyette Efendimiz’in yanına geldi. Efendimiz Ebu Zer’e: “Elinde su tulumları görüyorum ama sen hâlâ susuzsun. Bu nasıl bir haldir ya Ebu Zer?” diye sorunca Ebu Zer: “Ya Rasulullah sizden geride kaldım. Benim bulunduğum yere Allah yağmur yağdırdı. Yağmurun o güzel tatlı suyu kayaların üzerinde toplanmıştı. Ben de onları topladım içmek üzereyken sen aklıma geldin, içemedim. Sen içmeden ben içemedim. Önce sen buyur iç sonra ben içeceğim Ya Rasulallah” dedi. Ebu Zer gibi insanlara ne mal mülk ne de başka bir şey Rasulullah’tan daha sevgili değildi.
Abdullah bin Cahş Radıyallahu Anh Uhud Savaşının başlangıcında Sad bin Ebi Vakkas’la birlikte dua ettiler. Sad bin Ebi Vakkas: “Ya Rabbi! Biraz sonra savaşa girdiğim zaman benim karşıma güçlü kuvvetli bir düşman çıkar sonra onu mağlup edeyim ondan sonra onun atını ve silahını alayım” dedi. Abdullah bin Cahş onun duasına âmin dedi ve kendisi duaya başladı: “Ya Rabbi! Biraz sonra savaşa girdiğim zaman, benim karşıma güçlü kuvvetli birini çıkar, onunla savaşayım ve benim kulağımı, burnumu kessin, beni bir ağaca assın ve ben bu şekilde senin huzuruna çıkayım sonra sen bana kıyamet gününde ‘bu kulağını burnunu nerede kaybettin?’ diye sorduğunda ben ‘Ya Rabbi senin yolunda kaybettim’ diyeyim” diye dua etti. Sad bin Ebi Vakkas olayı anlatırken “Vallahi Abdullah’ın duası daha makbul bir duaydı. Savaşın sonunda onu gerçekten tam dua ettiği gibi bir ağaca asılmış vaziyette buldum” diyor.
Bedir günü Efendimiz “Genişliği yer ve gök kadar olan cennete doğru haydi buyurun”5 ayetini okuyunca Umeyr bin Humam El Ensari Radıyallahu Anh: “Ya Rasulallah cennetin genişliği yer ve gök kadar mıdır?” diye sordu. Efendimiz: “Evet” deyince sahabi “Ne kadar güzel ya Rasulallah” dedi. Efendimiz: “Sen ‘Ne kadar güzel’ demekle neyi kastettin?” diye sorunca sahabi “Vallahi sadece oraya girmeyi kastettim. Başka bir şeyi kastetmedim. Keşke cennet ehlinden olsam diye düşündüm” dedi. Efendimiz bunun üzerine: “Şüphesiz ki sen ehl-i cennettensin” buyurdu. Sahabi biraz sonra çıkınından birkaç tane hurma çıkarttı ve tam yiyecekken birdenbire “vallahi bu hurmaları yiyecek kadar beklemek, gecikmek doğru değildir” diye düşündü. Hurmaları elinden attı ve şehit oluncaya kadar savaştı.
Hayber Savaşı’nda büyük ganimetler elde edilmişti. Efendimiz bu ganimetleri askerler arasında dağıtırken bir bedeviye de bir miktar ganimet düştü. Bedeviye ganimetten pay verecekken bedevi: “Bu nedir?” diye sordu. Oradakiler: “Bu ganimettir” dediler. Daha sonra bedevi Efendimizin yanına geldi ve “Ya Rasulallah! Vallahi ben sana ganimet almak için tabi olmadım. Ben ancak (şah damarını göstererek) işte buraya bir ok saplansın ve Rabbimin huzuruna böyle çıkayım diye sana tabi oldum” dedi. Efendimiz de: “Allah seni sözünde doğru çıkarsın” buyurdu ve o sahabi savaşın sonunda gerçekten tam işaret ettiği noktadan bir ok yemiş olarak bulundu. Daha sonra Efendimiz onun için “Ya Rabbi ben şahidim ki bu kulun doğru söyledi ve sen de onun doğruluğunu tasdik ettin. Bu kulunun samimi olduğuna dair şehadet ederim. Bu kulunu cennetine kabul et” diye dua etti.
Ashab-ı kiramın eş, mesken, ticaret sevgilerinden sıyrılabildiklerini ve ne kadar zirvelere tırmandıklarını gösteren o kadar çok misal vardır ki. Onların hayatına baktığımız zaman İslam’ın insanı getirebildiği noktayı görebiliyoruz. Eğer bugün Müslümanlar bu noktaya gelememişse hata İslam’da değil Müslümanlardadır. Müslümanlar Allah Rasulü’nün ashabı gibi Kur’an’ı ve sünneti yeniden anlamaya çalışmıyorlar.
İki göz vardır ki ona ateş dokunmaz. Birincisi Allah korkusuyla ağlayan gözdür. İkincisi ise Allah yolunda nöbet tutan gözdür. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Allah yolunda ayakları tozlanmamış kişiye ateş dokunur” buyuruyor. Bir Müslüman İslam’ı hâkim kılmak için adım atıyorsa Allah yolunda adım atıyor demektir. Ama kendi evinde oturup cihadı veya hizmeti belirli insanlara bırakıyorsa onlar ayakları toza bulanmamış insanlardır. Ayakları toza bulanmamış insanlara da ateş dokunur.
Bir sahabi “Ya Rasulallah! Bana bir amel göster ki cihada denk olsun” diye sordu. Efendimiz: “Ben cihada denk olan bir amel bulamıyorum. Ancak sana şunu söyleyeyim. ‘Bir mücahit Allah yolunda cihada çıktığı zaman geri dönünceye kadar, (belki aylar belki yıllar sonra) başını secdeden kaldırmayacaksın. O cihattan dönünceye kadar iftar etmeyeceksin. Buna dayanabilir misin?” diye sorunca sahabi “Buna kim dayanır ya Rasulullah?” dedi. Ama cihad bir nevi piyango gibidir. Kul az amel işler ama büyük mükafatlara sahip olur.
Cihadın birçok semereleri vardır. Bunlardan birisi kabir azabından emin olmaktır. Bir sahabi “Ya Rasulullah! Yalnız şehitlerin görmeyeceği ve mü’minlerin göreceği bir azaptan bana bahseder misin?” diye sordu. Efendimiz buyurdu ki: “Şehitlerin görmeyeceği mü’minlerin göreceği azap olarak başlarına kılıçların inmesi yetmez mi?” diye cevap verdi. Bir hadiste şehitlerin canı alınırken “Ancak bir pire ısırmış kadar ıstırap duyarlar” buyuruluyor. Müslümanlar eğer ölürken ıstırap çekmek istemiyorlarsa şehit olmayı temenni etmelidirler. Cihadın semerelerinden birisi de Allah Azze ve Celle’nin şehitlerin kul hakkı dışında tüm günahlarını örtüyor olmasıdır. Bir hadiste Efendimiz: “Allah şehitlerin kul hakkı dışında tüm günahlarını affeder”6 buyuruyor.
Şehitlerde birkaç haslet vardır. Onlardan bazıları şunlardır: Şehidin kanı yere damladığı anda bütün günahları af olur. Şehit, şehit olmak üzereyken cennetteki makamı kendisine gösterilir. Cennetin kokusunu almaya başlar ve her şehide 70 kişiye şefaat etme hakkı verilir. Kendi akrabalarından, hocalarından veya sevdiği insanlardan Müslüman olup da cehennemlik olan 70 kişiye şefaat etme hakkı verilir.
Allah-u Teala efendimize öyle bir ümmet nasip etmiştir ki ayet-i kerimede sayılan şeylerin hiçbir dünyevi arzu onlara hâkim olamamıştır. Onlar iradeleriyle bütün bunları aşabilmişlerdir. Evlatlar, eşler, meskenler, mal mülk hiçbir şey onları Allah’tan ve Rasulü’nden ve cihattan alıkoyamamıştır. Onların her birisi yıldız olmuş insanlardır. Bu insanları okuyoruz, dinliyoruz belki bazen ağladığımız oluyor fakat hakikatte anlayamıyoruz. Eğer anlamış olsaydık ümmet olarak zaten bu hale gelmezdik.
Sahabi de bizim gibiydi onlar gökten gelmemişlerdi. Onlar da uyuyorlardı, acıkıyorlardı, üzülüyorlardı. Hiç kimse kılıcı karnından yiyip de belinden çıkmasına tahammül edemez. Hiç kimse kellesinin uçurulmasını istemez. Hiç kimse bütün malını mülkünü vermeyi istemez. Bunları verirken içi cız eder. Fakat onlar buna rağmen bunları yapıyorlardı. İçi cız ettiği halde malını veriyordu sahabi. İçi cız ettiği halde kellesini veriyordu. “Biz onlar gibi olamayız” denmemelidir. Onlar iradeleriyle bu noktaya gelmişlerdi. İnsan cenneti iradesiyle kazanır. Onların her birini yıldız yapan şey onların iradelerini kullanmalarıydı. Aynı iradeyi Allah Azze ve Celle hepimize vermiştir. Bu bize verilen iradeyi ne kadar kullandığımızla ilgilidir.
Allah ve Rasulü sahabeye her şeyden daha sevimli gelmiştir. Onların da kocaları, karısı vardı. Onların da malı mülkü vardır. Bunlar da insandılar. Ama bütün bunlara rağmen onlar bu insani özelliklerini aşıp adeta ruhani insanlar haline gelmişlerdi. Biz ne zaman ki kendimizi bu şeylerden kurtarabiliriz ne zaman ki gerçekten Allah ve Rasulü bize her şeyden daha sevimli olur, o zaman bu zilletten de kurtuluruz. Bazı şeyler pahalıya mal olur. Osmanlı gibi bir devletin yıkılması çok pahalıya mal olmuştur. Hem bize hem dünyaya pahalıya mal olmuştur. Nasıl ki Uhud’daki mücahitler Rasulullah’ın bir emrine uymadılar ve Allah’ın tokadını yediler 70 şehit verdiler aynen onun gibi Osmanlı da bir değil belki on emre uymadı. Tokadını 70 şehit olarak değil belki 700 bin şehit olarak verdi. Büyük hatalar büyük kefaretlere sebep olur. Şu anda dünyada zillet altında olanlar Müslümanlardır. Dünyanın neresinde bir kan dökülüyorsa, nerde bir zulüm varsa, neresi sömürülüyorsa orda muhakkak Müslüman vardır. Dünyanın her tarafında Müslümanların olduğu yerde savaş var. Müslümanlar zelil vaziyetteler. Ama bu zelilliğin sebebi biziz.
Bugün en şuurlu Müslümanlarımız bile bu sayılan noktalarda sallantıya uğruyor. Davet yolunda dökülüyor. Herkes bir aşamada dökülüyor. Kimisi babasına karşı kimisi eşine karşı dökülüyor. Her birisi bir elek gibi herkes bir yerde eleniyor. Allah ve Rasulü her şeyden daha sevimli olması gerektiği halde babası dediği için davadan uzak duruyor. Eşini çok sevdiği için ‘ben daha yeni evliyim’ diye düşünüyor ve davadan uzak duruyor. Yeni evlendiği zaman hemen ortadan kaybolanla ertesi gün hizmete devam eden insanlar aynı değildirler.
Hanzala Radıyallahu Anh bir savaşta şehit düştü. Efendimiz: “Hanzala’yı meleklerin guslettirdiğini gördüm” buyurdu. Halbuki şehitler yıkanmazlar, kefenlenmezler onlar zaten temizdirler ve onların üzerindeki elbise zaten kefendir. Allah’ın huzuruna o kanlı elbiseyle çıkmaktan şeref duyarlar. O yüzden onlar o şereften mahrum edilmemek için kefenlenmezler ve yıkanmazlar. Ama Efendimiz Hanzala’nın melekler tarafından guslettirildiğini gördü ve “Hanzala’nın karısını çağırınız” buyurdu. Efendimiz Hanzala’nın karısına: “Meleklerin senin kocanı guslettirdiğini gördüm. Bildiğin bir şey var mı?” diye sorunca kadıncağız utana sıkıla: “Ya Rasulullah ilk gecemizdi, yeni evlenmiştik. Senin münadin tellalın sabaha karşı ‘Allah’ın Rasulü cihada çıkmayı emrediyor. Herkes cihada çıksın hazır olsun. Ordu sefere çıkmak üzeredir’ diye bağırınca yıkanmaya bile fırsat bulamadı. Yıkanmadan çıktı senin orduna katıldı belki ondandır ya Rasulullah” dedi. Yeni evlenmiş insanlar sabah olur olmaz cihada gidebiliyor. “Ya Rasulullah bana izin ver daha dün akşam evlendim” demiyor. Vallahi onlara da ayet-i kerimenin ifadesiyle ‘kadınlar hoş gösterilmişti.’
Eğer babalarınız, eşleriniz, oğullarınız, aşiretiniz size Allah’tan, Rasulü’nden ve cihad etmekten daha sevgili ise o güzel güzel süslediğiniz evlerinizin sizin için cehennemde bir ateş parçası olmayacağını nerden biliyorsunuz? Ne kadar helal parayla kazandığınızdan eminsiniz? O süslediğiniz evleriniz, meskenleriniz eğer size Allah’tan ve Rasulü’nden daha sevgili ise Allah’ın azabını bekleyiniz. Allah’ın azabı nasıl gelir? Allah-u Teala başka bir ayet-i kerimede buyuruyor ki: “Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir.” Gerçekten de ne zaman cihadı terk etmiştir bu ümmet gitmiştir yerine başkaları gelmiştir.
Eğer Ümmet-i Muhammed yeniden zilletten kurtulmak eski şerefine sahip olmak istiyorsa ayette sayılan şeyleri terk etmelidir. Ayrıca Allah ve Rasulü onlardan çok daha sevimli olmalıdır. Müslümanlar şunu hiçbir zaman unutmamalıdırlar: Kalp Allah içindir ve Allah’a aittir. Kalbinizde başka bir sevgi varsa Allah onu kıskanır. Kalbinizde Allah’tan, Rasulü’nden ve cihaddan daha sevgili ne kadar şey varsa o kadar Allah’tan ve cennetten uzaksınız demektir.
Allah tüm Müslümanların kalbini ashabın kalbi gibi eylesin. Cümlemizi ayet-i kerimede sayılan şeylerden kendisini koruyabilmiş hiçbirisini Allah’tan, Rasulü’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha çok sevdirmesin. Cümlemizi Allah yolunda 24 saat çalışan, başka işlerle uğraşsa bile kafasında daima davası olan kullarından olmayı nasip eylesin.
- Buhari
- Buhari: Eyman 3
- Al-i İmran 14
- Tevbe, 24
- Al-i İmran, 133
- Müslim