Hamd, kullarını geçici dünya hayatına karşı uyaran ve ahiret hayatını hedef gösteren Allah Azze ve Celle’ye; Salat-u Selam, ümmetine zühdü ve sade yaşamayı miras bırakan, nefislerde ve alemlerde inkılaplar gerçekleştiren Hz. Peygambere; Selam ise maddenin hâkim olduğu bu çağda dünyaya dalmayan, davasını unutmayan, Allah’ın hakimiyeti ve Ümmet-i Muhammed’in kurtuluşu için mücadele eden kardeşlerimin üzerine olsun.
Samimi bir şekilde İslam’a hizmet eden cemaatlerin, hizmet adamlarının hatta dava adamlarının bile önünde ciddi bir tehlike var. Bu tehlike; birçok ümmeti bitiren, dünyada mağlup olmalarına ve taşıdıkları şerefli sancağın Allah tarafından alınmasına sebep olan, bizim ümmetimizin de gücünü kaybetmesine ve gerilemesine neden olan dünyevileşme tehlikesidir. Koskoca bir ümmeti bile perişan eden, gücünü kaybetmesine ve düşman tarafından ezilmesine sebep olan bu mikrop, elbette ki cemaatleri ve dava adamlarını da bitirebilecek en ciddi tehlikedir.
İnsan Her An Sapma Tehlikesi ile Karşı Karşıyadır
Bugünkü durumumuz önemlidir ancak bundan da önemlisi nasıl öleceğimizdir. İnsanın her an dünyanın imtihan alanı olduğunu unutup dünyanın cazibesine kapılma, görevini ve davasını unutma ihtimali vardır. İmanla ölmek şüphelidir. Peygamberler ve cennetle müjdelenen sahabîler dışında hiç kimsenin imanla öleceği garanti değildir. Kalbin eğrilmesi ve dünyevileşme tehlikesi herkes için ciddi ve daimî bir tehlikedir. O yüzden Allah Azze ve Celle, Kur’an-ı Kerim’de: “Rabbimiz bize hidayet ettikten sonra kalbimizi eğriltme...”1 buyurmakta ve bu tehlikeye karşı yapacağımız duayı bize öğretmektedir. Hakikatte Allah, kullarının kalbini eğriltmek istemez ancak kul isterse Allah da eğriltir. Ayet-i kerimede ‘kalbimizi eğriltme’ ifadesinin kullanılmasının sebebi ise kalbin eğrilmesi fiilini yaratanın Allah olmasından kaynaklanmaktadır. Burada maksat “eğrilmemize müsaade etme, kalplerimizin bozulmasına ve yoldan çıkmamıza müsaade etme” demektir. Bu duayı sürekli yapıyoruz. Çünkü insan her an sapma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yapılması gereken elbette ki sadece dua değildir. Yapılması gereken dünya nimetlerinin basit ve dünya hayatının kısa olduğunu anlayıp ebedi olan ahirete yönelmek, sonra da Allah’ın yeryüzündeki hakimiyetinin gerçekleştirilmesine ve ümmetimizin kurtuluşuna kilitlenmektir. “Dava-Ümmet-Ahiret” diyen başka da bir şey demeyen Müslümanlara dönüşmektir.
Bu duadan, hidayete ulaşmış kimselerin de kalplerinin eğrilebileceği anlaşılmaktadır. Yani hidayet edilmiş olanların, sonradan kalplerinin asla eğrilmeyeceği ve kesin olarak iman üzere ölecekleri zannedilmemelidir. Hiç kimseye iman ile öleceğine dair bir garanti verilmemiştir. İman üzere ölmek herkes için şüphelidir. Özellikle hakiki imana ulaşmamış ve hayırlı bir çevre içerisinde bulunmayanlar için çok daha şüphelidir. Ayağı kayanların ve iman üzere ölemeyenlerin ayağının kaymasındaki en önemli sebeplerden birisi kalpte meydana gelen dünya sevgisidir.
Önce Cennetlik Ameller İşleyip Sonunda Cehennemlik Olanlar
Bir hadiste: “İnsan cennetlik ameller işler, tam cennetlik olacakken kader kalemi onu geçer ve ömrünün sonunda cehennemlik ameller işlemeye başlar ve cehennemlik olur. Bir diğeri de cehennemlik ameller işler, tam cehennemlik olacakken kader kalemi onu geçer ve ömrünün sonunda cennetlik ameller işlemeye başlar ve cennetlik olur”2 buyuruluyor. Hadiste bahsedilen cehennemlik ameller işleyen bir kimseye ömrünün sonunda cennetlik ameller işlemesinin nasip edilmesi Allah’ın rahmetidir. Bunu anlamak kolaydır. Ancak bir insanın cennetlik ameller işleyip sonunda cehennemlik ameller işlemeye başlaması ve cehennemlik olmasını anlamak zordur. Allah’ın rahmeti buna nasıl müsaade etmektedir? Bu, kaderin sırlarındandır. Sorunun cevabı şudur: Bu kişi cennetlik ameller işliyordu ama aslında hiçbir zaman samimi değildi. Baştan beri kalbinde başka şeyler saklıyordu. Zahiren Allah’a itaatkâr görünüyordu ama Allah onun kalbini biliyordu. Bu kişi ihlaslı olmuş olsaydı Allah onun ömrünün sonunda cehennemlik ameller işlemesine müsaade etmezdi.
Şeytan da Allah’a ibadet ediyordu ama sonunda şeytanlık yaptı ve ebedi cehennemlik oldu. Çünkü itaat ve ibadetinde samimi ve ihlaslı değildi. Gerçekte şeytanın Allah’a itaati mutlak bir itaat ve teslimiyet değildi. Şartlı ve isteksizce bir itaatti. Allah’a secde ediyordu ama aslında bu secde her konuda Allah’a itaat manasını taşımıyordu. Allah, yüce olduğu için O’na secde ediyordu. Ama Allah biliyordu ki şeytana nefsine hoş gelmeyen bir şey emretse şeytan itaat etmeyecektir. Allah onu ortaya çıkarmak istedi. “Adem’e secde et” deyince Allah’a secde eden şeytan, bu konuda Allah’a itaat etmedi ve gerçekler ortaya çıktı. Kalbinde kibir saklıyordu. Aslında o, Allah’ın ilminde baştan beri kâfirdi. Allah onu ortaya çıkarmak ve tedavi etmek istedi. Ancak şeytan, Allah’a itaat etmeyip Adem’e secde etmedi ve tedaviyi reddetti.
Ne Olduğu Ortaya Çıkarılmadan Kimsenin Canı Alınmaz
Şu dünya herkesin ne olduğunun ortaya çıkarılacağı mekândır. Ne olduğu ortaya çıkmadan hiç kimsenin canı alınmayacaktır. Gerçek durumunu ortaya çıkarmadan Allah, insanların canını alır ve sonra da cehenneme atarsa o zaman insanlar dışarıdan görünüşlerine güvenerek kıyamet gününde itiraz edecek ve: “Ya Rabbi ben şöyle biriydim. Neden cehennemdeyim?” diyeceklerdir. O yüzden kıyamet gününde itiraz olmasın diye Allah dünyada herkesin ne olduğunu ortaya çıkartır, sonra canını alır. İnsanlar kalbinde olanları diğer insanlardan gizlerler. Ancak kendilerinden gizleyemezler. Aslında kendilerinin ne olduklarını iyi bilirler. Bu, gizli olandır. Bir de gizlinin gizlisi var. Kendilerinin de farkında olmadığı… Kalplerinde bir şeyler vardır ama onu düşünmek istemezler, ara sıra hissederler ama üzerine gitmezler ve gerçek hallerini görmek istemezler. İşte insan gerçek halini görmek istemeyince Allah da bir olay yaratıp onu ortaya çıkartır ve o kişi kalbindeki mikrobu fark eder. Böylece kendini düzeltmesi için Allah ona bir fırsat vermiş olmaktadır. Hastalık küçükken tedavi edilmesi kolaydır. Tedavi edilmezse hastalık ileride büyür. Bir ormanı yakan da bir kıvılcımdır. Kıvılcımken parmağınızla bile söndürebilirsiniz ama büyüdüğü zaman itfaiye ile bile söndüremezsiniz.
Allah, settar olduğu için herkese ne olduğunu önce iç âleminde kendine gösterir, başkalarına göstermez. Kul anlamaz devam ederse dış âlemde başkalarına da gösterir. Kul yine de devam ederse Allah ömrünün sonuna doğru onun cehennemlik ameller işlemesine müsaade eder. Çünkü o kişi aslında baştan beri de ihlaslı değildir, öyle olduğu için Allah da onun gerçek halinin ortaya çıkmasına müsaade etmiştir. Yoksa bir insan baştan itibaren ihlaslı olsaydı Allah, onun ömrünün sonuna doğru cehennemlik ameller işleyip cehennemlik olmasına müsaade etmezdi.
İslam davası içerisinde bulunup sonradan dünya sevgisi sebebiyle ayağı kayanlar da böyledir. Aslında baştan beri kalplerinde dünya sevgisi kuvvetli bir şekilde mevcuttur ancak dünyaperest olabilmek için imkân ve ortam bulamamışlardır. Dünyada başarılı olamamış ve “madem dünyam yok, bari ahireti kazanayım” demiş ve İslam cemaati içerisinde yer almışlardır. Ancak böyleleri imkân ve ortamını buldukları anda dünyaya dalacaklardır ve öyle de olmuştur. Tecrübesiz kimseler bir insanın cemaatten ayrıldıktan sonra dünyaya daldığını gördüklerinde “filan kişi cemaatten ayrılınca dünyaya daldı” derler. Bu kötü gidişin iki aşamalı olduğunu zannederler. Cemaatten kopuş ve dünyaya dalma… Halbuki bu kötü gidişat gerçekte üç aşamalıdır. Ancak birinci aşaması dışarıdan görülmediği için iki aşamalı zannedilmektedir. Aslında birinci aşamada bu kişinin Rabbi ile irtibatı zayıflamış ve kalbinde dünya sevgisi kuvvetlenmeye başlamıştır. Dersleri ve ibadetleri aksatmaya başlamış, ümmetin halini dert etmez olmuş ve yalnız işini büyütmeyi düşünmeye başlamıştır. Bunun sonucunda ikinci aşama gerçekleşmiş ve cemaatten kopmuştur. Çünkü cemaati, faaliyetleri ve kendine düşen vazifeleri dünyevi istikbali önünde engel görmeye başlamıştır. Cemaatten kopmanın sonucunda ise üçüncü aşama gerçekleşmiş, Allah’tan daha fazla uzaklaşmış ve dünyaya daha fazla dalmıştır. İşte tecrübesizler, bu kimsenin Allah’tan kopmaya başladığını ve kalbindeki dünya sevgisini ancak üçüncü aşamada görebilmişler ve “filan kimse nasıl bu hale geldi” diye şaşırmışlardır. Halbuki o kişi ya baştan beri öyledir ya da manevi benzin almadığından dolayı zamanla bu hale gelmiştir.
Böyleleri kalplerindeki gerçek durumu örtbas etmek için gerçek dışı birtakım mazeretler ileri sürseler de acı gerçek o kimsenin kalbinin baştan beri dünya sevgisi ile dolu olduğudur. Her ne kadar işitmek istemeseler de susturamadıkları vicdanları ölene kadar bunu onlara söylemeye devam edecektir. Ayrıca bilinmelidir ki; İslam davasından, davaya hizmetten ve sırat-ı müstakim üzere giden bir cemaatten ayrılmanın ve dünyaya dalmanın haklı bir gerekçesi yoktur ve olamaz.
Allah’ın Davasının Önüne Hiçbir Şeyi Geçirmeyin
İslam davasına gençken katılan nice insanların yaşı ilerledikçe kalplerinde dünya sevgisi artmaya başlar. Bu durum, sağlam bir İslami eğitim almamış, ümmetin derdiyle dertlenmeyi başaramamış ve İslami hizmetlerin içerisine girip bir görev alamamış gençlerde daha çok görülür. 20-22 yaşlarına kadar davayı ve ümmetin kurtuluşunu düşünen idealist gençlerin birçoğunda özellikle 25’ten sonra idealler zayıflamaya ve dünyevi arzular çoğalmaya, gündeminde davadan çok dünya olmaya başlar. Evini, işini, eşini, çocuklarını, arabasını, zevk ve sefayı düşündüğü kadar Tevhid davasını, Allah’ın yeryüzündeki hakimiyetini, medeniyetimizin yeniden kurulmasını, ümmetin perişan halini ve kurtuluş mücadelesini düşünmez olur. Artık o ne nefsini ıslah etmeyi ne Allah’ın hakimiyetini ne ümmetin kurtuluşunu ne de ahiretini kazanmayı çok düşünmemektedir. Artık onun düşündüğü ev ve araba alma, evin eşyalarını değiştirme, daha güzel yiyecekler yeme, daha güzel elbiseler giyme, zevküsefa sürme ve işini biraz daha büyütmedir. Artık onlar dünyevileşme mikrobunun yeni kurbanlarıdırlar. Aynı mikrop, bu dönemin İslam’a hizmet eden insanlarını da hasta etmeye başlamış demektir. Halbuki bu ümmeti hasta eden, gücünü kaybettiren, ezilmesine ve zelil olmasına sebep olan dünya sevgisi ve ölüm korkusu değil miydi? Birçok ümmeti bitiren, koskoca ümmetimizi yatağa düşüren dünya sevgisi ve ölüm korkusu, bir şahsı ya da bir cemaati mi bitiremeyecek?
Ümmetimizi Gerileten İki Sebep
2024 senesinin Ramazan Ayında iftardan sonra bazı arkadaşlarla çay içiyorduk. Orada bir arkadaşımız da arkadaşlarımızda gördüğü bu dünyevileşme tehlikesinden bahsetti. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem o meşhur vehn hadisinde bu tehlikeden haber vermektedir. Hadiste Efendimiz: “Bir zaman gelecek düşmanlarınız size yemeğe saldırır gibi saldıracaklar ve sizden çekinmeyecekler” buyurunca sahabeden bazıları: “Neden Ya Rasulallah? İleride sayımız mı azalacak, ondan dolayı mı bizden korkmayacaklar?” diye sordular. Efendimiz cevaben: “Hayır, çekirgeler kadar çoğalacaksınız ama selin üzerindeki köpük gibi, çer-çöp gibi değersiz olacaksınız. Çünkü kalbinizde vehn olacak” buyurdu. O yüzden: “Vehn nedir Ya Rasulallah?” diye sordular. Efendimiz: حُبُّ الدُّنْيَا وَكَرَاهِيَةُ الْمَوْتِ “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu”3 buyurmuştur. Çünkü ölüm korkusuyla insan cihattan uzaklaşır. Dünya sevgisiyle ise dünyevileşir, başka şeyler kalbini doldurur ve artık vazifelerini yapmaz hale gelir. Bu durumda ümmet gücünü kaybeder. Ahiret birinci sırada olmaktan çıkar, ikinci sıraya düşer. Allah’ın davasının önüne başka şeyler geçer.
Hucurat Suresinin başında: “Ey iman edenler, Allah’ın ve Rasulü’nün huzurunda öne geçmeyin ve Allah’tan sakının”4 buyurulmaktadır. Ne siz Allah ve Rasulü’nün önüne geçin ne de başkalarını Allah’ın ve Rasulü’nün önüne geçirin. Ayet-i kerime, Allah ve Rasulü bir hüküm koyduğu zaman siz başka bir hüküm koymaya kalkışmayın. Allah ve Rasulü konuşmadan siz konuşmayın manalarını içeriyorsa da bir de mecaz manası bulunmaktadır. Mecaz manaya göre: “Hiçbir şeyi Allah’ın ve davasının önüne geçirmeyin” demektir. Ailenizi, işinizi, eşinizi, malınızı-mülkünüzü, nefsi arzularınızı ve dünya nimetlerini Allah’ın davasının önüne geçirip görevlerinizi terk etmeyin.
Tevbe Suresi 24. Ayette: “De ki: ‘Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Rasulü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri (azabı) gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez” buyurulmuştur. Ayet-i kerimede dünya nimetlerini tercih ederek cihadı ve mücadeleyi terk edip dünyaya dalan mü’minler, Allah’ın azabının gelmesiyle tehdit edilmiş ve böyleleri “fasık” olarak isimlendirilmişlerdir.
Cihad ve mücadeleyi terk edenleri tehdit eden Allah Azze ve Celle, cihad edenleri ise müjdelemiş ve Saff Suresi 10-13. Ayetlerde: “Ey iman edenler, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticareti haber vereyim mi? Allah’a ve Rasulü’ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur. Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allah’tan yardım ve zafer ve yakın bir fetih. Mü’minleri müjdele” buyurulmuştur. Ayette, Allah yolunda cihat ve mücadele; dünyada zafere, ahirette ise cennete götürecek ve cehennem azabından kurtaracak bir ticaret olarak isimlendirilmiştir. Kur’an-ı Kerim buna “Fevzu’l-Azim” yani “büyük kurtuluş ve zafer” demekte ve mü’minleri buna davet etmektedir. Ticaret yapıp zengin olmak isteyenlere “işte size en kârlı ticaret” denilmektedir. Bu ticaret sadece dünyada sizi güçlü ve şerefli kılmayacak aynı zamanda cenneti kazanmanıza da vesile olacaktır.
Dünya Sevgisi, Sancağı Taşıma Şerefini Kaybettirir
Daha önceki ümmetleri de çökerten ve sancağın alınmasına sebep olan dünya sevgisi idi. Peygamberimiz bu ümmetin de başına aynı belanın geleceğini haber veriyor. Maalesef tarih tekerrür ediyor ve geçmişte yapılan hatalar bu ümmette de yapıldı, yapılıyor. Hadis-i şerifin haber verdiği olayların hepsi gerçekleşti. Başka milletler Dünya Savaşı sırasında yemeğe saldırır gibi çekinmeden saldırdılar ve bizi paramparça ettiler. Bunun sebebiyle ilgili insanlar farklı farklı şeyler söyleyecek ve farklı sebepler ortaya koyacaklardır. Yanlış teşhislerde bulunacak ve sebep olmayan şeyleri sebep zannedeceklerdir. O yüzden Peygamberimiz o zamandan gerçek sebebi bildirmiş ve başımıza gelecek olan belanın gerçek sebebinin ölüm korkusu ve dünya sevgisi olacağını haber vermiştir. Eğer size birileri, medeniyetimizi kaybetmemizin ve gerilememizin sebebi olarak “bilimde geri kaldık, bilime önem vermeliyiz ya da fakirleştik, zenginleşmeliyiz” gibi gerçekte sebep olmayan şeyleri sebep diye gösterip gerçek sebebi saklamaya çalışırlarsa inanmayın. Bir kısmı cahilliğinden sebep olmayan şeyleri sebep diye söylüyorsa da İslam düşmanları ise gerçek sebebi bulup tedavi yapmayalım diye böyle şeyler söylemekte ve bizi hedeften saptırmak istemektedirler. Şu iyi bilinmelidir ki: Tıpkı bir hastanın hastalığının sebebi görünmediği ve ancak tahlille anlaşılabileceği gibi ümmeti çökerten sebep de hemen görülemez, gerçek sebepler ya Allah ve Rasulü’nün bildirmesiyle ya da entelektüellerin, alimlerin ve salihlerin derin tefekkür, analiz ve tahlilleriyle anlaşılabilir. Mesele ne Kur’an ve Sünnet açısından ele alınmakta ne de alimlerimiz ve entelektüellerimiz tarafından derin bir incelemeye tabi tutulmaktadır. Bunlar yapılmamakta ve sonra da sebep olmayan şeyler sebep diye söylenmektedir.
Sonucu Sebep Zannetme Hatasına Düşülmektedir
Hastanın hastalığının sebebi bir virüstür ama o virüs görünmemektedir. Tahlil lazımdır, tahlil için ise cihazlar ve uzman gereklidir. Cihazınız ve uzmanınız yoksa tahlil yapamazsınız. Virüsten dolayı hastanın ateşi yükselmektedir. Ateşin yükselmesi aslında sebep değildir. Bu sadece bir sonuç ve alamettir. İnsan onu sebep zanneder ve elini yüzünü yıkarsa, o anda ateş biraz düşer fakat beş dakika sonra ateş tekrar yükselir. Çünkü sebep bulunmamış ve sebebi ortadan kaldıracak bir girişimde bulunulmamıştır. Yapılması gereken şey, sebebi teşhis ve ona göre tedavidir. Teşhis yanlış ise tedavinin doğru olma ihtimali yoktur. Yanlış teşhisler ve yanlış tedaviler 100 yıldır devam edip gidiyor. “Bilimde geri kaldık ya da fakirleştik, o yüzden bu hale geldik” diyenler şunu düşünmemektedirler: Halbuki biz daha evvel bilimde en ileri devlettik, çok da zengindik, dünya devletiydik. Bütün devletler bilimi bizden aldılar. Ne oldu da bilimde geri kaldık? Ne oldu da fakirleştik? Başka bir şey olmuş olmalı. Bilimde geri kalma ve fakirleşme, sebep değil sonuçtur. Sonucu sebep zannetme hatasına düşülmektedir. İşte bu gibi yanlış teşhis ve yanlış tedavilerden Ümmet-i Muhammed’i korumak için Efendimiz Sallallahu aleyhi ve Sellem o zamandan gerçek sebepleri ortaya koymuştur: Ölüm korkusu ile korkacak ve mücadeleden kaçacaksınız. Dünya sevgisi ile dünyaya dalacak ve görevlerinizi yapmayacaksınız, böylece gücünüzü kaybedeceksiniz. Bunu gören düşman sizden artık korkmayacak ve yemeğe saldırır gibi üzerinize saldıracaktır.
Düşman, Dünyayı Seven ve Ölümden Korkanlardan Korkmaz
Düşman kimden korkar? Ölümden korkmayandan korkar. Dünya nimetlerini önemsemeyenden, yüzünü ahirete dönmüş olandan korkar. Düşman dünyayı sevenden korkmaz. Çünkü ona dünyayı teklif eder, o şekilde onu satın alır. Satın alamıyorsa bile zaten o insan dünyayı sevdiği için dünyaya meyledecektir. Ümmeti düşünmeyecek, kendi arzularını yerine getirmek için gece gündüz çalışacak ve düşman için bir tehlike olmaktan çıkacaktır. Dolayısıyla bundan korkmaya zaten gerek yoktur. İşte onun için düşman, dünyayı sevenden ve ölümden korkandan korkmaz. Korktuğu kimseler; ölümden korkmayan, dünyayı sevmeyen, dünyayı elinin tersiyle itmiş olan kimselerdir. Çünkü bunları satın alamamakta ve bunları korkutamamaktadır. O yüzden düşmanın en çok nefret ettiği ve aleyhinde en çok propaganda yaptığı insanlar böyle insanlardır.
Şu anda Türkiye şartlarında ölüm korkusu çok yok. Çünkü zaten İslami hizmetlerle uğraşan insanlar silaha başvurmuyorlar, dolayısıyla da ölüm korkusu yaşamıyorlar. Bu memlekette devlet ve hapis korkusu olsa bile en çok dünya sevgisi problemi var. Tüm toplumu kaplamış olan dünya sevgisi sonuç itibariyle cemaatleri de kapladı. Hizmet adamlarında da dünya sevgisi başladı. Bu, hizmetlerin gerilemesine sebep oldu, oluyor. Koskoca bir ümmeti yatağa düşüren bir mikrop, bir cemaati mi yatağa düşüremeyecek? Nice ümmetler geçmişte bu hatayı yaptılar ve Allah Azze ve Celle onlardan sancağını geri aldı. Başka bir ümmet yarattı ve sancağı onlara teslim etti. Bu ümmet son ümmet olduğu için sancak tamamen alınmadı. Çünkü son peygamber geldi ve son ümmet, bu ümmet oldu. Bir ümmeti ancak bir peygamber meydana getirebilir. Bir peygamber daha gelmeyeceği için yeni bir ümmet de gelmeyecek. Bu durumda Allah Azze ve Celle aynı ümmetin içerisinden layık olmayanları götürüp yerine layık olacak yeni bir nesil meydana getirecektir. Konuya devam etmek temennisiyle, Allah’a emanet olun.
1. Al-i İmran, 8
2. Kenzu’l-Ummal, Hadis No: 576
3. Müsned-i Ahmed, 2/359, Ebu Davud, Melahim, 5
4. Hucurat, 1