Dünya tarihinin hangi dönemini incelersek inceleyelim karşımıza hak ve batıl tarafları arasında yaşanan bir mücadele çıkmaktadır. Bu mücadele Hz. Adem’den günümüze kadar sürekli devam edegelen bir mücadele olmuştur. Dünya tarihinden, geçmiş kavimlerden ve toplumlardan haber veren Kur’an-ı Kerim de bu mücadeleleri konu almıştır. Bu çerçevede baktığımızda dünya tarihi boyunca insanlığı kavgaya, mücadeleye ve anlaşmazlığa götüren en temel etken “medeniyetler” olmuştur. Aslında yeryüzü serüveninin ilk günlerinden bu yana insanlık, istediği medeniyet esasları içinde yaşamanın mücadelesini vermiştir. Bu sebeple yeryüzünde medeniyetlerin çatışmasından dolayı bir karşıtlık yaşanmıştır ve bu çatışma yaşanmaya devam edecektir.
İslam Medeniyetinin tarihsel sürecine yolculuk yaptığımızda karşımıza çıkan genel tablo şöyle olmaktadır:
Yeryüzünde henüz insanoğlunun hikayesi başlamamışken Allah Azze ve Celle’nin melekleriyle paylaştığı hakikati Kur’an-ı Kerim bize şöyle haber veriyor: “Hani Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım dediğinde…”1 Ayet-i kerimede bahsedilen ilk halife Hz. Âdem Aleyhisselam’dır. Burada dikkatleri çeken nokta, Rabbimizin yaratacağı varlık bir insan olmasına rağmen “yeryüzünde bir insan yaratacağım” demeyip “yeryüzünde bir halife yaratacağım” demesidir. Aslında yaratacağı varlık insandır fakat Rabbimiz kelamında bu varlığın ismini söylemektense onun vasfını ve yeryüzündeki vazifesini ifade etmektedir. Sonraki ayette ise şöyle buyurmaktadır: “Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti.”2 Bu ayetlerin ışığında da görülmektedir ki Allah Azze ve Celle yeryüzü tarihine iki önemli noktaya değinerek giriş yapmıştır: “İnsan ve İlim…”
Medeniyet kavramının tanımına bakıldığında yukarıda zikredilen iki noktanın medeniyet için mihenk taşı olduğunu görüyoruz. Medeniyet kelimesi bazı mütefekkir ve sosyologlar tarafından her ne kadar aralarındaki ince farklardan dolayı farklı ifadelerle tanımlansa da her tanımda mutlaka zikredilen mana, medeniyetin insan topluluklarını ve onların yaşam tarzlarını doğrudan ve her açıdan etkileyen nizam bütünü olduğudur.3 Yani medeniyetin temelinde insan ve insanın hayat tarzı vardır. Bu açılardan bakıldığında dünya tarihinin şahit olduğu ilk medeniyet, İslam Medeniyetidir. Çünkü İslam Medeniyetinin temelinde vahiy ve toplumların bozuk gidişatını düzeltip, onları ıslah etmeleri için gönderilen peygamberler yani risalet makamı vardır.
Allah Azze ve Celle’nin dünyaya gönderdiği ilk insana peygamberlik görevini vermesi, yeryüzünde kurulması istenen ve insanlığın maslahatı için uygun olan hayat nizamının İslam Medeniyeti olduğunu göstermektedir. Toplumları zirve bir insanlık seviyesine çıkaracak olan İslam Medeniyetini kabul etmeyenler İslam dışında bir yaşam tarzı belirlediler. Bu durumda yeryüzünde ilk kavga başlamış oldu. Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin de dediği gibi: “Medeniyetleri inançlar kurarlar.” İnanç farklılıkları doğal bir sonuç olarak hak ve batıl kavgasına sebep olacaktır.
İslam Medeniyetinin Hz. Âdem ile başlayan tarihi, diğer peygamberlerin risaletiyle devam etmiştir. Her gelen peygamber İslam Medeniyetini hâkim kılma ve sağlamlaştırma çabasında olmuştur.
Bu medeniyetin inşasında Hz. Peygamberle beraber O’na ashab olan mü’minler de önemli vazife ifa etmişlerdir.Sonraki tarihi süreçte 4 büyük halife döneminde fetihler devam etmiş ve İslam’ın hakimiyeti kıtalar aşmıştır. Bununla beraber bu dönemde Kur’an-ı Kerim’in toplanması ve çoğaltılması başta olmak üzere İslam Medeniyetinin gelişimine katkı sağlayacak birçok yenilik yapılmıştır. Hilafet döneminden sonra Emevi İslam Devleti dönemi başlamıştır. Bu dönemde ortaya çıkan Arap milliyetçiliği İslam dinine uymamakla beraber devlete birtakım zararlar vermiştir ancak bu dönemde İspanya’nın Fethi ile beraber Endülüs Emevi Devleti kurulmuş ve Endülüs İslam Devleti, çağının en gelişmiş kültürünü barındırması sebebiyle İslam Medeniyeti tarihine önemli katkılar sunmuştur. Endülüs Emevi Devleti sadece bir noktadan değil pek çok koldan İslam Medeniyeti tarihi içinde parlayan bir dönem olmuştur.
“Endülüs İslam Devleti, M.S. 711 tarihlerinde yüksek ve parlak bir medeniyetin doğuşuna beşiklik ederken Batı, dine aykırı kabul edildiği için aklî faaliyetlerin yasaklandığı ‘karanlık çağ’ denilen bir dönemi yaşıyordu. 11. yüzyılda gerek Doğu’ya gerekse Endülüs üzerine tertip edilen Haçlı Seferleri vesilesiyle Hristiyanlar İslam Medeniyetini yakından tanıma fırsatı buldular. Avrupalıların bundan sonra zihnini meşgul eden en önemli konu, Müslümanların böyle yüksek bir medeniyeti nasıl gerçekleştirdikleri meselesi oldu ve bunu anlayabilmek, İslam Medeniyetini yakından tanıyabilmek için Arapça eserleri kendi dillerine tercüme etmeye başladılar.”4 İslam Medeniyeti, Abbasiler Devletinden sonra Selçuklu Devleti ve daha sonra Osmanlı Devleti’nin kurulmasıyla yükseliş dönemine girdi ve kendini tüm dünyaya ispatlamış oldu. Öyle ki Hristiyan halk, kilisenin ve zalim imparatorların zulmü altında inlerken Müslümanların medeniyetine hayran kalıyorlardı. Hatta Hristiyan alimleri: “Kardinal şapkası görmektense Osmanlı kavuğu görmek evladır” demeye başlamışlardır. Daha sonra Fatih Muhammed ve şanlı ordusu İstanbul’u fethederek Batı’nın hayran kaldığı İslam Medeniyetini o topraklara taşımıştır. 3 kıtaya hükmeden ve adaletin tesisini sağlayan Osmanlı Devleti’ne, kurduğu medeniyete ve zarif yaşantıya günümüzde hâlâ özlem duyulmaktadır.
Serimizin sonraki bölümlerinde bahsettiğimiz bu köklü medeniyetin insanlığa ve dünyaya kazandırdıklarını “İslam Medeniyetinde Eğitim” başlığı altında aktarmaya başlayacak, bu ilahi nizamın hayran bırakan eğitim sistemi üzerinde duracağız. Bir sonraki sayıda görüşmek dileğiyle…
- Bakara, 30
- Bakara, 31
- TDV İslam Ansiklopedisi
- TDV İslam Ansiklopedisi