“Sözün en hayırlısı Allah (c.c)’ın kitabıdır; yolların en doğrusu da Muhammed’in gösterdiği yoldur, en kötü eylem ise (dinin özündenmiş gibi) sonradan uydurulan şeylerdir. Her bid’at sapıklıktır. Ve her sapıklık da cehennemdedir.”1
Bid’at kelimesi; kök manasında ve türemiş şekillerinde “yenilik, icat etmek, sonradan meydana gelmek, benzeri olmamak” gibi birbirine çok yakın eş anlamlı manalar taşımakla beraber, farklı kelime gruplarıyla değişik anlamlar kazanmıştır. Istılahta ise bid’at; Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan, dinden olmadığı halde dine sokuşturulan şeyler, dinde yapılan ziyade ve noksanlıklardır. Yani bir meselede sünnete uymak varken yeni bir şey uydurmaktır.
Kelimenin Kur’ân-ı Kerim’de kullanılışı ise Hadîd suresi 27. ayette; “ihdas etmek, uydurmak”, Ahkâf suresi 9. ayette; “ilk defa olmak, benzeri olmamak” anlamındadır. Hadid süresindeki ayette, Ehl-i Kitap’ın ruhbanlık ihdas etmeleri, Ahkâf suresinde ise, Hz. Peygamber’in nübüvvetiyle ilgili olarak O’nun ilk gönderilmiş peygamber olmadığı, Allah tarafından O’ndan önce de Peygamber gönderildiği anlatılmaktadır.
Bid’at’ın kapsamı konusunda farklı tarifler yapılmıştır. Kimi âlimlere göre bid’at, Hz. Peygamber (s.a.v.)’den sonra meydana gelen her şeydir. Bu sebeple de sonradan çıkan amel ve inançları iyi ve kötü olmak üzere ayırmak mecburiyetinde kalmışlardır. Sonradan ortaya çıkıp Kur’an ve sünnete muhâlif olmayan ya da emirlerinin bir gereği olan şeylere bid’at-i hasene (güzel bid’at); muhâlif olanlara ise, bid’at-i seyyie (kötü bid’at) ismini vermişlerdir.
Ekseri ulemaya göre böyle bir ayrım doğru değildir. İmam Rabbani Mektûbat’ında: “İyi bidat yoktur”2 der. Bidat, dinî meselelerde olur.Dinî hayatın dışında ortaya çıkan şeyler bid’at değildir. Teknolojik yenilikler, yeni buluşlar, bir takım ilmî gelişmeler bid’at olarak değerlendirilmemelidir.
Böylece bid’at denilince, akla gelen sadece ‘bid’atı seyyie’dir. Yani bid’atın hasenesi olmaz. İbn Recep el-Hanbelî şöyle der:
“Bid’atten kasıt; şeriatte olduğuna hiç delil olmayan ve şeriatte aslı olmayıp yeni ihdas olunan şeydir. Şayet yeni ihdas olunan şeyin aslı şeriatte var ise (minare ve teravih namazı gibi), bu takdirde o şey her ne kadar lügat itibariyle bid’at olsa da, gerçekte şer’an bid’at değildir.3
Daha dindar olabilmek veya öyle görünmek için Kur’ân’da ve Rasûl-i Ekrem’in sünnetinde bulunmayan bir takım ibadetler veya Allah’a yakın olmaya vesile sayılabilecek bazı ameller ortaya çıkartan kimse daha dindar değil, dine ilavelerde bulunan bir bid’atçıdır. Kendisi ve yaptığı işi asla kabul edilemez. Bunun aksine, dinde bulunup da Kur’an ve sünnete uygun olan ibadet ve amelleri yok sayan, noksanlaştıran veya değiştiren, böylece dini tahrif eden bâtıl ehli de bid’atçıdır. Onlar ve amelleri merdut olup, asla kabul edilemez.
Ölüleri hayırla anmak ve onlara dua etmek sünnette vardır. Ama ölüler için alkış tutmak, esas duruşa geçmek, çelenk yaptırmak, kırkıncı-elli ikinci geceleri tertip etmek,mezarlıklara bez bağlamak vs. bid’attir. Allah için sadaka vermek, zekât ve fitre dağıtmak dinde vardır; ama ölen birisi için devir, yani ölünün ibadet borcunu düşürmek için mal ve para taksimi yapmak bid’attir.
Konuyla alâkalı bazı seçme hadisler ise şu şekildedir:
İbn Mesûd (r.a.) Rasûlullah (s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu söyledi:
“Sizi sonradan meydana gelen şeylerden sakındırırım. Şüphesiz işlerin en kötüsü sonradan ortaya çıkan şeylerdir. Sonradan ortaya çıkan her şey bid’attır. Her bid’at dalâlettir.”4
Görüldüğü gibi, hadiste âdeta bid’atın hem tarifi yapılmış hem de en belirgin özelliği olan dalâletin sapıklık oluşu belirtilmiştir
Hz. Aişe (r.a.)’den rivayet edilmiştir. Nebî (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kim bizim şu işimizde (dinimizde), ondan olmayan bir şeyi ihdas ederse, o reddedilmiştir.”5
Kesir bin Abdillah bin Amr bin Avf, babasından, o da dedesinden, Peygamberimizin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“... Kim Allah ve Rasûlü’nün razı olmadığı bir bid’at çıkarırsa, insanlardan onunla amel edenlerin günahından bir misli onun üzerine yazılır, (onu işleyen) insanların günahından da bir şey eksilmez.”6
“Bid’at çıkaran hiç bir topluluk yoktur ki, onun benzeri bir sünneti kaldırmış olmasınlar. Senin sünnete sarılman, bid’at ihdas etmenden daha hayırlıdır.”7
Bu hadislerde bid’at kelimesi kullanılmakla birlikte, bu bid’atın özelliği de- dinle ilgili olan konularda veya Allah’ın ve Rasûlü’nün razı olmadığı şeylerde- zikredilmiştir
Huzeyfe (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Allah, bid’at sahibinin ne namazını, ne orucunu, ne zekâtını, ne haccını, ne umresini, ne cihadını, ne farzını, ne nafilesini kabul etmez. (Sanki o) kılın hamurdan çıktığı gibi dinden çıkar.”8
Hadisteki ikazın şiddetinden, küfre götüren bid’atlerden bahsettiğini anlıyoruz.
Şâtıbî, el-İ’tisâm’ında, İbn Vaddah’ın Hz. Aişe (r.a.)’den rivayet edilen bir hadisini nakleder:
“Kim bid’at sahibinin yanına, ona saygı duymak maksadıyla varırsa, dini yıkma konusunda (ona) yardım etmiş olur.”9
Bu hadisler, bid’at çıkarmaktan veya çıkarılmış bir bid’ate tâbi olmak suretiyle âdeta ona meşrûiyyet kazandırmaktan sakındırmaktadır. Çünkü bid’atın ihdas edilmesi kadar, onun toplumun vicdanında yerleşmesi de büyük tehlike arz etmektedir. İşte bu tür hadisler, böyle bir tehlikeyi önlemeye matuftur.
Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi, asrımızın iki büyük bidatini şöyle ifade ediyor:
“Birincisi; iman esaslarının hiç birinde ittifak etmediğimiz, şirk içinde olan ehl-i kitabın, Peygamberimize imanı kabul etmeden ve ona tâbi olmadan cennete gireceği görüşüdür ki; bu görüş tarihimizdeki en büyük itikadî bid’attir.”10
“İkincisi; bugün Müslümanların İslamî hizmetlerde, Üstad Seyyid Kutup’un da Yoldaki İşaretler kitabında ‘dinin kendisiyle eş dediği ‘Rabbanî hareket metodunu bırakarak, kafalarına göre metotlar uydurmalarıdır.” 11
Bid’at hangi niyetle üretilmiş ve hangi türden olursa olsun, İslâm’ı hedef alan en büyük tehlikelerden sayılmıştır. Bütün İslâm büyükleri bu konuda görüş birliği içindedir. Bidatler çoğaldığı zaman din bozulur,doğrularla yanlışlar birbirine karışır, doğruyu bulmak zorlaşır.
Bid’at konusu, İslâm âlimlerinin her asırda ciddiyetle üzerinde durdukları bir konu olmuştur.İ’tisam denilen, Kur’an ve sünnete bağlanma konusuyla bid’at hep bir arada mütâlaa edilegelmiştir.Kur’an ve sünnetin devreden çıkarılması veya ihmal edilmesi, bid’atları doğurur ve onların yetişip gelişmesine zemin hazırlar. O halde bid’atlere engel olabilmenin yegâne yolu;, Kur’an ve Sünnet kültürünü yaygınlaştırmak, bunların hayat tarzı haline gelmesi için mücadele etmektir.Özellikle bugün toplumun diri kesimini oluşturan tevhidî çizgideki Müslümanların, her türlü bid’atlere karşı son derece uyanık olması gerekmektedir.