Davette Azim Ve Mücadele Örneği
HASAN EL BENNA
Hasan el Benna, İslam için çocukluğundan beri mücadelede bulunan bir âlimdir. O, davetçi kimliğini üzerinde çok iyi taşıyan ve bununla ışık saçan ender İslam şehitlerindendir. Bütün hayatını insanları tevhide davet etmekle geçirmiş ve bunu yaparken insanlarla birebir ilgilenmiştir. Onların hayatlarına, yaşamlarına girmiş ve onları en iyi şekilde tanıyıp ona göre müdahale etmiştir. İşte Hasan el Benna’nın insanlarla bire bir ilgilenmesinin ve Müslüman kardeşinin derdiyle dertlenmesinin güzel örneklerinden bazıları:
Hasan el Benna davete kahvehanelerden başlamak gerektiğini düşündü. Çünkü kahvehane müdavimleri İslam hakkında bilgileri olmayan kimselerdi. Davet için öncelikle, binlerce insanın gelip gittiği 3 büyük kahvehane seçti ve her birinde düzenli olarak haftada ikişer gün konuşmalar yaptı. Bu, ilk önce garip karşılandıysa da sonra insanların ilgisini çekmeye başladı. Hasan el Benna, konuşmalarında Allah’ı ve ahiret gününü hatırlatıyor böylece dinleyenleri kendine çekmeye çalışıyordu. Konuşma süresi en fazla 15 dakikaydı. Bu, halk arasında yavaş yavaş etki uyandırmış ve kahvehaneye gelenlerin sayısı her geçen gün artmıştı. Öyle ki; kahvehanelerde başlayan bu davet, on binlere ulaşarak günümüze kadar gelmiştir.
O, yılmayan ve Hakka sahip çıkan bir davetçiydi
Hasan el Benna, daha okul yıllarında birkaç arkadaşıyla beraber “Haramları Önleme Cemiyeti” adında İslamî bir teşkilat kurmuştu. Bu cemiyetin görevi; uyarı mektupları hazırlamak ve bunları dağıtmaktı. Bu mektuplarla, farzları terk edip haramları işleyen kimseler ilahî kelamdan ayetler ya da hadisler yazılarak uyarılıyordu.
Hasan el Benna “Hatıralarım” adlı kitabında davetle ilgili bir anısını şöyle anlatmaktadır:
“Okulumuzun pek çok öğrencisi namazlarını ‘küçük mescit’ dediğimiz yerde eda ediyordu. Bu mescidin imamı mescide gelen cemaati, suyu harcayacağı ve hasırları eskiteceği endişesiyle tehdit edip, onları namaz kıldıkları için kızarak mescidden çıkarırdı. Öğrencilik halim beni, bunun intikamını almaya itti. Ona, içinde En’am Suresi’ndeki 52. ayetin mealinden başka bir şey bulunmayan bir mektup yazdım; “Sabah akşam Rablerine yalnızca O’nun rızasını dileyerek ibadet edenleri sakın kovma. Onların hesaplarından senin üzerinde herhangi bir şey yoktur. Senin hesabından da onların üzerine herhangi bir şey yoktur. Bu sebepten sen onları kovma. O takdirde zalimlerden olursun.”
Ve mektubumu postaladım. İmam mektubumu aldıktan sonra bize iyi davranmaya başladı.”
Başka bir hatırasını ise şöyle anlatır:
“Biz aramızda görev dağılımı yapmıştık; birimiz bir günaha şahit olursa hemen diğerlerine haber veriyordu. Orucunu yiyen kişiye hemen mektup ulaşır ve yaptığı işten vazgeçmesi bildirilirdi. Namazını tadili erkân ile kılmayan ve namazında gerekli titizliği göstermeyen kimseye de aynı şekilde bir mektup ulaşırdı. Altın kullanıp onunla süslenen kimseye, erkek için altın kullanmanın hükmünü içeren bir mektup yazılırdı. Böylece Müslüman kardeşlerimizi küçük veya büyük günahlardan men etmeye çalışırdık.”
Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in insanlarla tek tek görüşme ve konuşma tercihini Hasan el Benna da aynen uyguladı; kahvehanelerde insanlarla konuştu, eşek sırtında 3000’den fazla köy gezdi, insanları fikirlerine davet etti. Rasulullah’ın malını, canını, vaktini Allah yolunda feda etmesi gibi Hasan el Benna da İslam davası yolunda bir hayat yaşadı. Ve bu uğurda şehit oldu.
SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN
İlk olarak 1930-36 yılları arasında, Çatalca’nın Kabakça köyünde kiraladığı çiftlikte, o gün bulabildiği birkaç talebeye dinî dersler vermeye başladı. Bir taraftan talebeleri işçi gibi göstererek okuturken, diğer yandan İstanbul’a amele pazarlarına geliyor, kabiliyetli, yetenekli gördüğü gençlere; “Evladım kaç paraya çalışırsın?” diye sorar, gençler; “Bir liraya” dediklerinde; “Gel ben sana üç lira vereyim. Sen Allah’ın dinini, kitabını öğren. Bu ilimler ortadan kalkmasın” diyerek talebe topluyor, bulduğu işçileri, maaş veya yevmiyelerini vererek okutuyordu. Böylece mücadelede malıyla, canıyla çok güzel bir hizmet örneği veriyordu.
Yollarda Hizmet
Öyle zamanlar oldu ki, yasaklamalar sebebiyle bir talebeyle bir yerde oturup onlara İslam adına bir şeyler anlatma imkânı kalmadı. Süleyman Efendi, taksilere ya da trenlere bindirdiği talebeleriyle seyahat esnasında İslamî ilimleri okutarak bu konuda büyük bir cehd ve gayret ortaya koydu.
Ümmet-İ Muhammed’İ Ayağınıza Beklemeyin, Siz Onların Ayağına Gidin!
“Evlatlarım, sizin bu âlemdeki vazifeniz; bataklığa düşen insanları, düştüğü bataklıktan çıkarmaktır. Öyle ise Ümmet-i Muhammed’i ayağınıza beklemeyecek, siz onların ayaklarına gideceksiniz. En ücra yerlere bile bu hizmeti sizler götüreceksiniz.”
Yaşına Bakmadan Ders Vermek İçin Uzun Yol Kat Ederdi
1950’lerde, ilerlemiş yaşına ve şeker hastası olmasına rağmen, kış günlerinde bile Kısıklı’daki evinden çıkar, iki tramvay, bir vapur ve aralarda sürekli yürüyerek Şehzade başı Taş teknelerdeki derslerine giderdi. Talebeleri; “Efendi Hazretleri, rahatsızlığınız var, her halde bir miktar istirahat edersiniz.” dediklerinde, gülümseyerek: “Yolculukta bazen şoförün lastiği patlar, bizim de lastiğimizi patlattılar, şimdi yapıştırdık. Okutamadığımız zamanları da telâfi için daha çok okutacağız, hizmetimize hız vereceğiz” diyordu.
Az-Çok Demez Bulduğu Herkese Kur’an’ı Öğretirdi
Az-çok demez, bulabildiği talebe veya cemaate bıkmadan, usanmadan ders verirdi. Sayıya itibar etmezdi. Birgün Kur’an öğretmek için gönderdiği bir talebesi, gittiği yerde okutacak kimse bulamamaktan şikâyet etti: “Efendim, sadece iki kişi vardı, onları da bırakıp geldim.” deyince çok üzüldü. Ve biraz da celallenerek; “Evladım, nice peygamberler bu âlemden bir tek ümmet elde edemeden gittiler. Sen iki talebe bulmuşsun daha ne istersin!” diyerek, tekrar geldiği yere gönderdi.