İnsanlık tarihi birbirleriyle çatışan fikirler ile doludur. Düşünen, fikir üreten, inanan, savunan, iddia eden bir varlık olarak insan, doğru olduğuna inandığı din veya fikir sistemleri uğruna savaşmış, can alıp can vermiştir. Fikirlerin çatışması bir realitedir. Fakat sırf fikirleri için bir insan neden öldürülür? Ya da neden fikirlerinden dolayı hapse atılarak dış dünyayla bağlantısı kesilmeye çalışılır? Neden susturulmaya veya bir şekilde etkisizleştirilmeye çalışılır? Bir insan bir fikir için ne kadar önemlidir?
FİKİRLERİN SOYUT OLUŞU
Konumuz ile bağlantılı olarak “fikir, düşünce, dava vs” gibi mefhumların mahiyeti üzerinde durmamız gerekmektedir. Bu kavramların ilk özelliği soyut olmalarıdır. Yani yalnızca zihin dünyamızda veya kalp dünyamızda vardırlar. Görünmezler, elle tutulmazlar, hapsedilemez veya öldürülemezler. Ve tek başlarına hiçbir işe yaramazlar. Evet, fikirler ne kadar doğru olurlarsa olsunlar yalnızca kitaplarda kaldıkça hiçbir işe yaramazlar. Bir doktor reçetesi düşünelim. Yıllardır cefasını çektiğimiz hastalık ile ilgili bir ilaç tarifi yazılmış olsun. O ilaç tarifini okumak, başka kağıtlara yazmak, üzerine konuşmak bize hiçbir fayda sağlamayacaktır. Yapılması gereken bir eczacı tarafından ilaç tarifinin usulüne uygun bir şekilde yapılması ve hastaya sunulmasıdır. İşe yaradığının kesin olarak anlaşılması ise onu bir hastanın kullanması ile mümkündür. Fikirler, dinler ve ideolojiler için de durum böyledir. Onların kitaplarda yazmasının önemi yoktur. Birileri tarafından hayata geçirilmeli, uygulanmalı, işe yarayıp yaramadığı test edilmeli ve böylece somutlaşmış bir davaya insanlar davet edilmelidir. Aksi halde tarihin tozlu sayfalarında kalmaya mahkumdurlar.
VAHYİN DAİMA BİR PEYGAMBER İLE BİRLİKTE GÖNDERİLMESİ
İnsanlık ve dünya ile ilgili bir iddia taşıyan fikirlerin, inananları tarafından temsil edilmesi bir zorunluluktur. Allah Azze ve Celle, gönderdiği din veya kitaplar ile birlikte o dini temsil eden, yaşayan ve insanlara anlatan bir insan yani peygamber göndermiştir. O peygamberlerin de ilk işi bir cemaat/hareket/topluluk meydana getirmek olmuştur. Böylece kitaplarda yazan veya peygambere bildirilen din somutlaşmış ve müşahhas hale gelmiştir. İsra Suresi 15. Ayet-i kerimede ifade edilen: “Biz, bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluluğa) azap edecek değiliz” hükmü de bu minvalde anlaşılmalıdır. Rabbimiz, insanı en iyi tanıyan makam olduğundan, yarattığı insanın bir dini anlaması ve iman etmesi için neyin gerekli olduğu biliyor: Temsiliyet. Bir topluluğu uyarmak istediğinde onlara kendi vahyini ulaştıracak bir peygamber gönderiyor. Bu peygamber bir yandan Rabbinin emir ve yasaklarını insanlara ulaştırırken bir yandan da o emir ve yasakları bizzat yaşayarak somutlaştırmış, müşahhas hale getirmiş oluyor. Bu sebeple Rabbimiz, dinini insanlara ulaştırırken onu temsil edecek bir de örnek peygamber gönderiyor.
Peygamberlerin ilk hedefi tebliğ yoluyla insanları dine davet etmek ve onlardan bir teşkilat meydana getirmektir. Böylece soyut olan dini, somutlaştıran bir topluluk meydana gelir. Dinin hedeflediği toplum, Peygamberlerin kurduğu toplumsal hareketlerin bünyesinde somutlaşır ve reel dünyaya aktarılmış olur. Aksi halde vahyin gerçekten hayata geçirilebilir bir şey olup olmadığı anlaşılamaz.
Peygamberlerin yalnızca etrafındaki insanlara vahyi anlatması da temsiliyet için yeterli değildir. Tebliği kabul eden, iman eden insanlardan bir topluluk meydana getirilmeli ve bu topluluğun içinde vahyin belirlediği şekilde ilişkiler kurulmalıdır. Peygamberler ilk etapta bugünkü ismiyle bir cemaat kurmuşlardır. Bu cemaat kendi içinde vahyi yaşayacak ve topluluk olarak bir örnek teşkil edecektir. Ayrıca yukarıda belirttiğimiz gibi soyut olan vahiy somutlaşacak ve din müşahhas hale gelecektir. Böylece tüm insanlara “işte size vahyi yaşayan örnek bir insan, işte size vahyi yaşayan örnek bir topluluk. Gelin ve siz de onlar gibi iman edin” denilebilecektir.
Vahyin bir topluluk tarafından temsil edilmesi aynı zamanda toplumsal bir güç meydana getirecektir. Vahyin hedeflediği medeniyetin kurulması için zorunlu olan toplumsal güç ancak yine toplumsal bir oluşum ile mümkündür. Yani İslami topluluk hem temsiliyet görevi üstlenecek hem de İslam’ın daha güçlü olmasını sağlayacaktır. Bu iki güce ulaşamayan dinlerin veya fikir sistemlerinin yavaş yavaş ortadan kalkacağı muhakkaktır. İslam düşmanlarının, Müslümanların içinden güçlü İslami hareketlerin çıkmaması için her yolu denemesinin sebebi budur. İslam düşmanlarının, İslam ve Tevhid davası güçlü bir temsiliyet kazanmasın diye her yolu denediklerini sürekli gözlemlemekteyiz.
ÖRNEK BİR PEYGAMBER ÖRNEK BİR ÜMMET
Rabbimiz, Bakara Suresi 143. Ayet-i kerimede: “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık.” buyurmaktadır. Çeşitli kaynaklarda “şahit” kelimesi “örnek ve delil” anlamında kullanılmıştır.[1] Ayrıca İslam fıkhı açısından “şahitlik”, mahkemelerde sıkça başvurulan bir ispat yöntemidir. Buradan yola çıkarak ayette ifade edilen “şahit” kavramının “örnek veya delil” olarak anlaşılması daha doğru olacaktır. O halde öz bir ifade ile şu mana çıkmaktadır: İnsanlık içinde davanın müşahhas hale geldiği bir toplum; toplum içinde davanın müşahhas hale geldiği bir lider. İnsanlığa örnek olan, dini temsil eden bir topluluk; topluluk içinde dini temsil eden bir lider.
Ayette Hz. Peygamber’in Müslümanlara örnek olduğu ifade edilmektedir. Hz. Peygamber’den sonra ise toplum içerisinde canlı örnek olma, dini temsil etme vazifesi alimlerin üzerine yüklenmiştir. Hz. Peygamber: “Alimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakmadılar, ancak ilim miras bıraktılar. ”[2] buyurmuştur. Elbette burada ilimden maksat insanları hak davaya yönelten, onların yolunu aydınlatan ilimdir. Yani aslında Peygamberlerin ilim ile icra etikleri vazifedir. Yoksa kuru bir bilgi birikiminin kimseye faydası yoktur. Hadiste, Peygamberlerin bazı vazifelerinin alimlere miras kaldığı ifade edilmektedir. Peygamber nasıl ki dini, davayı, mücadeleyi müşahhas hale getirdiyse alimler de peygamberin izinden giden bilgin insanlar olarak dini, davayı, mücadeleyi müşahhas hale getireceklerdir. Kur’an’ı ve sünneti, Tevhid davasını, İslam medeniyetini canlı bir şekilde hayatlarına aksettirerek insanlara bu dinin nasıl bir insan profili ortaya çıkarmak istediğini gösterecekler. Böylece din, yalnızca kitaplarda yazan birtakım ritüeller olmaktan çıkacak çarşıda, pazarda, okulda, ailede, toplumda, devlette yaşayan canlı bir din haline gelecektir. O halde İslam’ın varlığı için, İslam’ın temsilcileri var olmak zorundadır. Bir din, onu temsil eden bir topluluk olmadan hayatta kalamaz. Bir topluluk ise dini temsil eden alimleri/liderleri olmadan hayatta kalamaz.
Alimlere/liderlere peygamber statüsü yüklüyor değiliz. Bu ancak kötü niyetli insanların söyleyeceği bir şey olur. Bizim anlatmaya çalıştığımız şey toplumsal rol anlamında Peygamberlerin ve günümüzde alimlerin benzer vazifelerinin olduğudur. Elbette ki alimler birer insandır ve hata yapabilirler, onlar peygamber gibi değildirler. Ancak belirttiğimiz gibi vazife anlamında peygamberlerden miras almışlardır.
LİDER, HAREKETİN VİTRİNİDİR
Liderin tanınırlığı hareketin tanınırlığıdır. Hareketin ve liderin tanınırlığı ise davanın tanınırlığıdır. Hak veya batıl her davada durum budur. Başarıya ulaşmış tüm hareketler ehil ve cesur liderler tarafından yönetilmiştir. Ehil liderler olmadan dağınık topluluklar asla birleşemez ve kötü durumlarından kurtulamazlar. Örneğin işgal altındaki bir toplum onlara ümit veren, onları canlandıran ve ayağa kaldıran, mücadele yol ve yöntemlerini öğreten, onları disipline eden, teşkilatlandıran liderler olmadan işgalden kurtulamazlar. İngiliz işgali altındaki Hindistan örnek gösterilebilir. Mahatma Gandi bir lider olarak ortaya çıktı ve Hindistanlılara işgale karşı mücadeleyi öğretti. Büyük çabalar sonucunda ise bağımsızlık elde edildi.
İslam davası, İslami harekette müşahhas hale gelirken İslami hareket de liderin şahsında müşahhas hale gelir. İnsanlar ilk olarak lidere bakarlar. Onun duruşuna, ferasetine, ilmine, cesaretine bakarlar. Sadece dışarıdaki insanlar değil hareket içindeki insanlar da her zaman lidere bakarlar, kendilerini onun duruşuna göre konumlandırırlar. Lider etliye sütlüye karışmayan, zulümlere ses çıkarmayan, yalnızca ilmi faaliyetlerle uğraşan, Tevhid’i anlatsa bile Tevhid’in ilmi boyutunun dışına çıkmayan bir lider ise hareketin fertleri de onun gibi olacaktır. Bir süre sonra hareket gücünü kaybedecektir. Görüldüğü gibi liderin bir davranışı bile koskoca hareketi istikametten çıkarabilir. Bu nedenle liderlerin omuzunda normal bir insanın kaldıramayacağı ağır bir yük vardır: İstikamet yükü.
Lider, hareketin ağzıdır. O etkili biri hale gelirse hareket etkili hale gelir. Liderin insanlar üzerindeki tesiri artarsa İslam davasının tesiri de artar. Lider tanınırsa dava ve hareket de tanınır. Çünkü lider bir davanın temsiliyet görevini yüklenmiştir. Onun adının geçtiği her yerde davasının da adı geçmektedir. İslam düşmanlarının İslam’a değil de liderlerimize saldırmasının sebebi budur. Onlar çok iyi bilmektedir ki lideri itibarsızlaşan bir hareket de itibarsızlaşmış olur. Dolayısıyla liderin ve hareketin temsil ettiği İslam ve Tevhid de itibarsızlaşmış olur.
Ehil bir lider, hareketini saldırılardan, sapmalardan, savrulmalardan korur. Bunu yapabilmesi için hareketin fertlerinin lidere karşı itaat, bağlılık, güven duygularıyla bağlı olması gerekmektedir. İslam düşmanları lidere duyulan saygıyı, bağlılığı, itaati kırmak için her yolu deneyeceklerdir. Çünkü bir hareketi istikametten çıkarmanın yolu tüm oyunlara karşı ilk savunmayı yapan, oyunları bozan, istikameti koruyan liderden kurtulmaktadır. Liderden kurtulmak ise her zaman onu öldürmek veya hapse atmak ile olmaz. Lidere yönelik yapılacak itibar suikastları, itaati ve güveni kıracak komplolar sayesinde lider itibarsızlaşırsa artık harekete sözünü geçiremez. Böylece hareket İslam düşmanlarının ve toplum mühendislerinin elinde oyuncak olmaya hazır hale gelir. Bu nedenle İslami hareketin liderlerine sahip çıkmak, onları hadsizlerin eline vermemek boynumuzun borcudur. Lider bir hareketin vitrinidir, koruyucu kalkanıdır. Vitrin kötü gösterilirse veya kalkan etkisizleşirse dükkân da eninde sonunda kapanır. O halde lideri korumak, davayı ve istikameti korumaktır. Lideri savunmak, davayı, hareketi ve İslam’ı savunmaktadır.
Yazımızın başında sorduğumuz soruların cevabı ortaya çıkmış oldu. Bir fikir ve dava hareketine liderlik yapabilen bir insan temsiliyet yönünden hayati öneme sahiptir. Dolayısıyla davayı ortadan kaldırmak isteyenler o davayı şahsında temsil eden lideri ortadan kaldırmak isterler. İslam düşmanları bütün sosyal incelemeleriyle, bütün bilimsel faaliyetleriyle bu konunun farkındadırlar.
[1] Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 229-231
[2] Buhari, İlm, 10; Ebû Davut, İlm, 1; Tirmizi, İlm, 19; İbn Mace, Mukaddime, 17