YAZAR: FARUK KÖSE
23-03-2013 Tarihinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Başbakan R. T. Erdoğan’dan özür dilemesinden sonra bir biri ardına gelen açıklamaların üzerinden henüz bir hafta bile geçmeden İsrail, Gazze balıkçılarının avlanma sahasını altı milden üç mile indirdi, ambargoda ise değişen bir şey yok. İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Yaakov Amidror, İsrail radyosuna yaptığı açıklamada, “Biz, her şart altında Gazze’ye bütün şeylerin transferi konusunda bir söz vermedik” şeklinde konuştu. Hâlbuki çok kısa bir süre önce İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Emira Oron, “İsrail’in Gazze’ye yönelik izlediği ambargo siyasetini değiştirdiğini ve ihtiyaç duyulan malzemelerin Gazze’ye girişine izin vermeye başladığını’ iddia etmişti. Amidror, özrün Suriye’deki durumdan kaynaklandığı iddialarını da doğrulamaktan çekinmedi.
İSRAİL’İN “ÖZÜR” HAMLESİ
Zafer naraları atmak yerine, sükûnetle değerlendirip, ardından nelerin gelebileceğine bakalım. “Özür Ambalajı”nın içinde ne var, ne yok? Dereyi görmeden paçaları sıvamayalım; gördüğümüzde, iyi yüzücü değilsek suya dalmayalım. Biliyorum, “İsrail’in özür dilemesi az şey mi?” diyeceksiniz. Değil elbette. Başbakan’ın ve Dışişleri Bakanı’nın kararlı ve dik duruşlarını takdir etmemek mümkün mü? Ancak, dikkatinizi çekerim, basında yer aldığı gibi İsrail, ilk kez Türkiye’den özür diliyor değil. 1967’de istihbarat gemisini vurduğu için ABD’den; 2011’de 5 polisini öldürdüğü için Mısır’dan da özür dilemişti. Sırf özür dilemesi, İsrail’in dize getirildiği anlamını taşımaz. İşin içine “yahudi aklı” girince, ardında başka hesaplar olabileceğini düşünüp meseleyi ona göre değerlendirmek lazım. Dikkat edin, her ne kadar Türkiye’nin “üç şart”ı varsa da, öne çıkarılan, ikisi: “özür” ve “tazminat.” Gazze’ye “ablukanın kaldırılması” meselesi, laf arasında gevelenip geçiştiriliyor.
Dünya basını gelişmenin sadece bu iki yönü üzerinde duruyor. Ancak her nedense, sanki üç talep de gerçekleşmiş gibi bir izlenim uyandırılırken, manşetlerde sürekli “İsrail özür diledi” cümleleri gösteriliyor. Böylece “özür”e odaklandırılan “toplumsal algı”, Gazze’ye uygulanan ablukadan uzaklaştırılmaya çalışılıyor. “Özür” cümleleri çok önemli. İsrail Başbakanı “özür dileriz” demiyor; “üzüntülüyüm” diyor. Gemi baskınından mı? Hayır! İsrail-Türkiye ilişkilerinin bozulmasından...
Yine baskını değil de, baskın sonucu ölümleri “operasyonel hata” olarak nitelendiriyor. Yani baskını savunuyor, ama sonucun öyle bitmesinden, o da ilişkiler bozulduğu için üzüntü duyuyor. Ancak bütün bu kayıtlardan sonra, baskından değil, “can kaybına veya yaralanmaya yol açan hatalardan dolayı” özür diliyor. Ambargo konusunda ise, tanımsız ve mahiyeti belirsiz bir “sükûnet devam ettiği müddetçe” kaydıyla, “sivil halkın kullanacağı malların Gazze’ye girişine ilişkin kısıtlamaların kaldırdığını” söylüyor. Yine dikkat, ambargo kalkmıyor, sadece konjonktür gereği izin veriyor; “sükûnet devam ettiği sürece” ve İsrail’in kontrolünde olmak kaydıyla... Bu belirsizliklerden olsa gerek, Başbakan Erdoğan, haklı olarak, “esas olan uygulama, uygulamayı görmemiz lazım... Tüm kapılardan Filistin’e girilebilmeli” diyor. Ancak Erdoğan’ın da şartı; “sükûnet devam ettiği sürece...”
Peki, “sükûnet” nedir? Buna kim karar verecek? Filistinli insan, hakkını ararken, Mescid-i Aksa’nın işgaline direnirken, Yahudi yerleşimcilerin talanlarına karşı koyarken, İsrail askerlerinin evini başına yıkmasına karşı dururken vs. sükûneti bozmuş sayılacak mı? Bunlar meçhul. Yani abluka konusu arada kaynadı gitti gibi görünüyor. Zaten İsrail Başbakanı Netanyahu, fazla dayanamayıp ağzındaki baklayı çıkarıverdi. Meğer özür dilemelerinin ana sebebi, Suriye’deki durum imiş. Acaba bu özür, İslami bir Suriye kurulursa, Golan Tepeleri’ni kaybetmemek için, yeni Suriye üzerinde etkili olacak Türkiye eliyle Suriye müslümanlarını dizginlemek amacıyla mı?
Bu durumda, “özür”ün kabul olabilmesi için; İsrail Başbakanının ağzından telefonla söylenmesi yetmez; İsrail Bakanlar Kurulu kararı ile yazılı olarak, resmi yollarla yapılmalı. Tazminat konusu hemen ve nitelikli olarak sonuçlandırılmalı.
İsrail resmen, açık ve net olarak, “Gazze’ye abluka”nın tümüyle kaldırıldığını dünyaya açıklamalı. Bunun test edilmesi için Gazze’ye karadan, havadan ve denizden, İsrail gümrüğüne takılmadan, doğrudan Filistin gümrüğünden girişler yapılmalı. Başbakan, Nisan’da Gazze’ye doğrudan inmeli. Mavi Marmara yeniden yola çıkıp, Gazze limanına yanaşmalı ve yükünü Filistinlilere teslim etmeli. Gemiye saldırı emrini verenler taammüden adam öldürmekten cezalandırılmalı. Gazze’deki Yahudi yerleşim yerlerini kaldırmalı. İsrail, Gazze’ye askeri müdahalede bulunmayacağını taahhüt etmeli. İsrail evlerini yıktığı, bağını-bahçesini bozduğu Filistinlilere tazminat ödemeli. İsrail hapishanelerinde tutulan Gazzeliler salıverilmeli. İsrail askerleri Mescid-i Aksa’dan çekilmeli. Asgari bunlar yapılmazsa özrün hiçbir anlamı yoktur ve ardında başka hesapların olduğu kendini açık edecektir. Bu başka hesaplar neler olabilir? Suriye’de İslamcıların başarıya her geçen gün yaklaşmaları karşısında, kurulacak Suriye İslam Devleti’nin İsrail’e saldırmasının Türkiye eliyle önlenmesi olabilir.
ABD ve İsrail’in, plânladıkları İran operasyonu öncesinde, Türkiye’nin en azından tarafsız kalmasını sağlamak olabilir. BOP’tan vazgeçilmiş değil. Arap Baharı denilen gelişmelerden sonra ipler tekrar ABD’nin eline geçmeye başladı. Ancak rüzgâr o kadar kuvvetli ki, ABD doğrudan müdahil görünmek istemiyor. Bunu Türkiye eliyle yapmak için, Türkiye’yi biraz daha parlatmak; bunun için de İsrail’e özür dileterek, Türkiye’nin muzaffer görünmesini sağlamak olabilir.
Kesin olan şu: İsrail’in özür dilemesi, stratejik bir “hamle”den ibaret.
Muhterem Alparslan Kuytul Hocamız;
İsrail’in özür dilemesiyle ilgili 29-03-2013 tarihinde kendisine canlı yayında sorulan soruya verdiği cevapta yukarıda ifade edilen noktalara değinmekle birlikte şu hususlara da temas etti:
“Ortadoğuda bir proje var ve bunun gereği olarak Türkiye ve İsrail’in uzlaşması gerekiyor. Amerika artık Suriye konusunda devreye giriyor. Fakat tek başına Rusya ve Çin’le karşı karşıya gelmek istemiyor. Suriye’yi, İsrail ve Türkiye ile iki taraftan sıkıştırmak istiyor. Amerika için böyle bir ihtiyacın doğduğu bugünlerd,e Dışişleri Bakanlığı da bunu fırsat bilerek özür konusunda bastırdı. Bu durumda bu özür, gerçek bir özür değil stratejik bir hamledir.
Ayrıca; İsrail ‘özür dileriz’ demiyor, ‘üzüntülüyüz’ diyor. O da, gemi baskınından değil, ilişkilerin bozulmasından ve operasyon esnasında yapılan hatalardan dolayı… Ve devletlerarası özür, ya meclis veya bakanlar kurulu kararı ile resmi yollarla yazılı bir şekilde olur, öyle olmamıştır.
Ve böyle bir durumda sadece özür yeterli olmaz. Bu özrün geçerli olabilmesi için; İsrail ablukanın kaldırıldığını tüm dünyaya açıklamalı, kara, hava ve denizden direkt Filistin gümrüğünden giriş yapılabilmeli, Mavi Marmara gemisi tekrar gitmeli ve yükünü boşaltmalı, Gazze’deki Yahudi Yerleşim Bölgeleri kaldırılıp o topraklar Filistinlilere terkedilmeli, İsrail Mescid-i Aksa’dan çekilmeli. Ancak bu durumda özür dilemesinin bir manası olacaktır.
Fakat işin en acı tarafı; Türkiye’nin dokuz vatandaşı şehit edildi diye böyle ısrarla özür talep edilmesi, fakat Filistin’de yüz binlerce şehidin lafının bile edilmemesidir. Yani bu şu demek mi; “Benim dokuz Türküm için özür dilersen, 70-80 yıldır Filistin’de yapılan tüm zulümleri ve şehitleri unutur ve bu yalandan özrünü kabul ederim.”
70-80 yıldır Filistin’de öldürülenlerin sayısını bilmiyoruz. Dokuz Türk için özür dilendiğinde bütün yapılanlar unutulacaksa yazıklar olsun!
Bugün dokuz şehidin hesabını soran Türkiye, Irak hususunda Amerika’ya yardım etti. Meclisten tezkere geçmedi (!) ve bu sebeple kara yolundan gitmesine izin verilmeyen 60 bin asker, İncirlik’ten hava yolu ile nakledildi. Pentagon’un verdiği bilgiye göre 100 bin ton mühimmat, İncirlik hava yolu ile Irak’a gönderildi. Kara yolundan da kamyon ve tırlarla binlerce ton meyve ve sebze sevkedildi.
İsrail’in babası olan Amerika, Irak’ta bir buçuk milyon insanı öldürürken bir şey demeyen hatta destekleyen Türkiye, şimdi dokuz kişinin hesabını mı soruyor? Ve İsrail’den hesap sorarken, İsrail’in yaptığı zulmün kaç katını yapan Amerika ile dostluğuna devam ediyor! Türkiye böyle bir siyaset takip ettiğine göre; dokuz şehidin hesabını sormaya ne hakkı var? Böyle bir durumda kendisine ‘senin gibi kardeş olmaz olsun’ denmez mi?
Ben o zaman da sormuştum: ‘Amerika Irak’a değil, Kıbrıs’a girseydi destekler miydiniz?’
Bu mümkün değildir. Çünkü Kıbrıs Türk’tür. O halde; Irak Arap olduğu için mi Türkiye Irak’ı işgal eden Amerika’yı destekledi ve bir buçuk milyon Iraklı’nın şehit edilmesine razı oldu, hatta yardım etti?
Tazminat konusunda ise; 1987’de bir Amerikan uçağı düşürüldü. Amerika, delil olmadığı halde Libya istihbaratını suçladı. Kaddafi mecbur kaldı ve tazminat ödemeyi kabul etti. Amerika o zaman kişi başına on milyon dolar istedi. Acaba şimdi bizim şehitlerimize ne kadar tazminat verecekler?
Sonuç olarak şunu söylüyorum. Madem İsrail’e tam bir tavır koyamıyorsunuz yani; ‘70-80 yıldır Filistin’de öldürdüklerin için tazminat ver! Kirlettiğin namuslar için özür dile’ diyemiyorsanız; o halde ‘bu meselede de senden özür de tazminatta istemiyorum’ deyin. ‘Şimdiye kadar din kardeşiydik. Şimdi bizim kanımız Filistinlilerin kanına karıştı, artık onlarla hem din hem de kan kardeşi olduk’ deyin. Zaten her şeyini satsan Filistinlilere yaptığın zulümlerin tazminatını vermeye gücün yetmez. O halde senden hiçbir şey istemiyoruz, Filistinlilerle beraberiz ve senin düşmanınız deyin. Bu daha üstün bir tavır olurdu.”
Hocamızın bu soruya verdiği cevabın tamamını dinlemek için www.furkanvakfi.net adresine başvurabilirsiniz.