Hz. Enes Radiyallahu Anh anlatıyor: “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:
“Ölüyü, (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri bakî kalır; ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle bakî kalır.”[1]
Ölüm gerçeği kâinattaki hakikatlerin en büyüğüdür. Her canlı varlık için ölüm kaçınılmaz bir sondur. Ölüm, asla bir yok oluş değil, aksine yeni bir varoluştur. Ölüm olayı, ruhun bedeni terk etmesi ve insanın bu dünyadan ahirete göç etmesi demektir. Diğer bir ifadeyle insanın dünyasını değiştirmesidir. Ölen bedendir, ruh ölümsüzdür. Kur’an-ı Kerim: “Nerede olursanız olun, sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile ölüm size ulaşacaktır”[2] ayetiyle ölüm gerçeğine vurgu yapmıştır.
Hakikat bu olduğu halde, insanlar çoğu zaman ölümü unutarak hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya sarılmaktadır. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Lezzetleri yıkan, eğlencelere son veren ölümü çok hatırlayınız”[3] buyurmuştur. Çünkü ölümü hatırlamak; dünya zevklerinden kaçınmayı ve ahirete yönelmeyi sağlar. Bu açıdan kabirler, insana ölümü ve âhireti hatırlatan mekânlardır. Bunun içindir ki Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem daha önce, cahiliyye devrinden yeni çıkan Müslümanların kabir ziyareti sebebiyle bir takım bâtıl inanç ve âdetleri hatırlamalarını ve hataya düşmelerini önlemek için yasakladığı kabir ziyaretini “Sizi kabirleri ziyaretten menetmiştim; artık onları ziyaret ediniz, çünkü bu size ahireti hatırlatır”[4] diyerek ümmetine tavsiye etmiştir.
Kabir hayatı bir bakıma ahiretin giriş kapısı ve başlangıcı sayılır. Ölen kimse ister kabre defnedilsin, isterse yırtıcı hayvanlarca parçalansın, ister ateşte yanıp külleri savrulsun ya da denizde kaybolsun, onun için kabir hayatı başlamış olur. Münker ve Nekir melekleri kabir sorgulamasını yapar. Kabre girerken de hayatı boyunca yaptığı amelleri beraberinde getirir. Göreceği muamele de ona göre olur. “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur”[5] hadisi bu muamelenin neler olabileceğini ifade eder.
Peygamber Efendimiz, bir kimse öldüğünde onun dünyada bırakacakları ile ahirete götüreceklerinin neler olduğunu bize bildirmiştir. Konuyu âdeta canlandırarak ölen kimseyi üç şeyin takip ettiğini, yani kabrine kadar gittiğini, bunların da o kişinin yakınları, malı ve iyi ya da kötü işleri, davranışları olduğunu söylemiş, bunlardan ilk ikisinin geri döndüğünü, üçüncüsünün yani ahirette mükâfat veya ceza görmesine sebep olacak iş ve davranışların ise ölenle birlikte kaldığını bildirmiştir.
Her Müslüman, dünyanın, malın, evladın, kısaca elinde olan her şeyin tek sahibinin Allah olduğunu, bunların dünya yaşamında kendisine sadece ahireti kazanmada araç olarak verildiğini ve asla bu araçların amacın önüne geçmemesi gerektiğini bilmelidir. Aksi takdirde amacı “dünya imtihanını kazanmak” olan bir kulun, araçları amaç edinmesi onun helâkına sebep olacaktır. Çünkü ele aldığımız hadiste Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem aile ve malın insanı öldükten sonra terk edeceğini açıkça bildirmektedir.
Kur’an da insanı öldükten sonra terk edecek olan bu iki hususa sıkça temas eder. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:
“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir. Büyük mükâfat Allah katındadır.”[6]
“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise, Allah’ın yanındadır.”[7]
“Mal ve evlat dünya hayatının süsüdür. Bâki olan salih ameller, Rabbinin katında mal ve evlatlardan ve dünyalıklardan iyidir.”[8]
Mal ve dünya sevgisi; yukarıdaki ayetlerden de açıkça anlaşıldığı gibi bizim en büyük imtihan sebebimizdir.
Bundan dolayı Peygamberler ve Allah dostları dünyaya kıymet vermemiş ve ona meyletmemişler, ondan ancak zaruret miktarı kadar faydalanmışlardır. Dünyaya değer vermeyen Peygamberimizin bir defasında İbn-i Ömer Radiyallahu Anh’ın omuzundan tutarak: “Sen dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol!”[9] Buyurması bir Müslüman’ın dünyada nasıl hayat sürmesi gerektiğini anlatmaktadır.
Hadiste üçüncü olarak zikredilen kişi ile beraber kabre gömülen amel kötü ise; bu ameller sahibini korkutur, kabrini ona karartır, ona azap eder ve onu zorluklara, sıkıntılara, azaba ve vebale teslim eder.
Kişi ile kabre gömülen amel salih ise; bu amel sahibine enis (dost) ve yoldaş olur ve onu müjdeler, kabrini ona genişletir ve kabri ona nurlandırır ve onu şiddetlerden, dehşetlerden, azaptan ve vebalden korur.[10]
Görüldüğü gibi, kabirdeki kimseyi çepeçevre sararak koruyan, kişiyi kabirde rahat ettirecek olan sâlih amellerdir. Amel-i sâlih, Kur’ân-ı Kerim’de doksan küsur yerde doğrudan doğruya ve dolaylı olarak emredilmiştir.
Sâlih amelden söz eden âyetler genellikle, önce imana değinerek başlarlar. Bu ayetlerin sürekli “iman edip sâlih amel işleyenler” şeklinde oldukları görülmektedir. Bu da iman ile amelin, bir bütünün ayrılmaz parçaları olduğunu ortaya koyar. İman olmadan güzel davranışların hiçbir önemi yoktur. Sâlih amel olmadan kuru imanla yetinmek de yeterli değildir. İman bir iddiadır, ispat ister. Nitekim Peygamberimiz: “İman temenni değil ancak kalbe yerleşen ve amelin doğruladığıdır” buyurmuştur.[11]
Bir Müslümanın imanını sâlih amellerle bütünleştirmesi, dünya ve ahiret hayatına bağlı olarak bütün davranışlarını güzelleştirmesi, İslâm’a uygun hâle getirmesi gerekir. İslâm’ın mü’minlerden istediği sâlih amel budur. Allah Azze ve Celle, Kur’ân-ı Kerim’de kurtuluşa erebilecek kimseleri şöyle tanıtıyor:
“Asra yemin olsun ki insanlar hüsrandadır. Ancak iman edip sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı, sabrı tavsiye edenler müstesnâ.”[12]
Ayrıca kişinin hayatta iken yaptıklarının, vefatından sonra kendisine ulaşacağını ifade eden ve hayatta iken hayır yapmaya teşvik eden pek çok hadis-i şerif vardır: Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
“İnsan ölünce (salih) ameli kesilir. Ancak üç amel (in sevabı) kesilmez: Sadaka-i câriye (kamuya yararlı sadaka), faydalanılan bir ilim ve arkasında kendisine dua edecek hayırlı bir çocuk bırakmak”[13] buyurarak buna işaret etmiştir. Ebû Hureyre’den rivâyet edilen hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem amellerin sayısını (sadaka-i cariyeyi tafsil etmek suretiyle) çoğaltarak:
“Mü’mine ölümünden sonra amel ve hasenatından ulaşacak şey: öğretip yaydığı ilim, bıraktığı salih evlat, miras bıraktığı mushaf, yaptığı mescit, yolcu için yaptığı ev, akıttığı ırmak ve sağlığında malından verdiği sadakadır”[14] buyurmuşlardır.
Aslında ölümsüzlük mümkündür, mü’min kul öyle ameller işlemelidir ki, kendisi ölse dahi amelleri yaşasın. Bugün kim diyebilir ki Hasan El Bennalar, Seyyid Kutublar, Mevdudiler, Bediüzzamanlar ölmüştür. Onlar yaptıkları öncülük amelleriyle ve hizmetleriyle hâlâ yaşamaktadırlar.
Dolayısıyla 21. asrın Müslümanları da malın ve evladın kendilerine fayda vermeyeceğini bilmeli, kendilerini ölümsüzleştirecek olan; yeniden ümmeti diriltecek ve dirilişimizi sağlayacak ameller işlemeye gayret etmelidirler.
[1] Buhârî, rikak 42; Müslim, zühd 5, (2960); Tirmizî, zühd 46, (2380).
[2] Nisa, 78
[3] Tirmizi, Zühd, 4
[4] Müslim, “cenaiz”, 106
[5] Ahmed b. Hanbel, el-Akide, s 64-76
[6] Enfal, 28
[7] Teğabün, 15
[8] Kehf, 46
[9] Buhârî, “Rikak”
[10] Ruhu’l Beyan: 3/69
[11] Deylemi
[12] Asr, 1-3
[13] Müslim, Vasiyyet, 14. Ebu Davud, Vesâyâ, 14
[14] İbn Mace, Mukaddime, 20