Bir toplumda kadın-erkek münasebeti ya da toplumda kadının statüsü o toplumun medeni olup olmadığı hakkında ipuçları verir. Kimi toplumlar kadını tamamen dışlayıp değersiz bir meta durumuna düşürmekte kimi toplumlar da ona sınırsız özgürlük vadedip fıtratını bozacak mecralara sürüklemektedir.
ASIL OLAN NEDİR?
“Kadına bakış nasıl olursa denge söz konusu olacaktır?” sorusu geçmişten bu yana tartışma konusudur. Günümüz toplumu açısından kadına bakıştaki hatalar ve akabinde meydana gelen kadına şiddet/kadın cinayeti önemli ve öncelikli sorunlarımız arasındadır. Aslında sorun yalnız kadına değil insana bakışla alakalıdır. Ancak bu sorunu çözmek için sadece sonuç endeksli yaklaşımlar kısa vadede sorunu çözse de kalıcı çözümler sunmamaktadır. Kalıcı çözüm üretebilmek, sorunun kökenine inmekle, bu sorunu ortaya çıkaran asıl unsurları düzeltmekle mümkündür.
İnsan, toplumsal bir varlık olarak içinde yaşadığı toplumdan etkilenir. O toplumun/medeniyetin etkisinde olayları, kişileri ve kavramları ele alır. Dolayısıyla insan, etkileşim içinde olduğu toplumun/medeniyetin insana getirdiği tanım ve bu tanım içerisinde özelde kadının yerine dair soruya vereceği cevapla işe başlamalıdır. Çünkü tanımlar ve üzerine bina edilen kriterler/hükümler sonraki olayları etkileyecek, sürecin sağlıklı veya hastalıklı yürümesinde başrolü oynayacaktır.
Bu anlamda Batı’nın ve İslam’ın insan tanımına bakmakla birtakım ipuçlarına ulaşabiliriz. Öncelikle Batı’nın insan tanımı bütüncül değil kısmîdir. İnsanı, yalnız bir kısım yönleriyle tanımlamakta dolayısıyla eksik bir tanım yapmaktadır. İnsan, kimi düşünüre göre alet yapan hayvan, kimine göre düşünen bir varlıktır. Hatta her bir bilim dalı kendi bakış açısıyla tanımlamıştır: Tıpta fizyolojik bir yapı, sosyolojide toplumun bir bireyi, ekonomide sistemin bir birimi gibi… Görüldüğü gibi hep bir yönü öne çıkaran diğer yönlerden eksik kalan tanımlardır. Çoğunlukla felsefenin tesirinde kalınarak yapılan bu tanımlar insanoğlunun daha kendi gerçeğine vakıf olamadığının en açık göstergesidir. İnsanı tanımayan ona uygun kanunları nasıl belirleyebilir? Toplumun, kadınıyla erkeğiyle her bir bireyinin sorunlarına nasıl hakkaniyetli çözümler sunabilir? Tam da bu noktada insaflı batılı bir bilim adamının sözünü daha doğrusu itirafını hatırlayalım: “Çağımız medeniyeti kötü durumdadır. Çünkü bize uygun değildir. Bu medeniyet bizim gerçek tabiatımız bilinmeden kurulmuştur... Bizim tarafımızdan kurulmuş olmasına rağmen, bizim ölçülerimize göre olmamıştır… Bu medeniyet bizi ahlaken ve zekâen dejenere ediyor (bozuyor).”1 Yazarın bu kitaptan ötürü Nobel aldığını düşünürsek bu durumda yazara ödül veren batılı bilim adamları da aynı fikirdelermiş denilebilir. Özellikle Batı’nın tesirindeki son iki asır düşünülürse insanlığın felaketinin daha da hızlandığı, dejenerasyonun son sürat devam ettiği görülecektir. İnsanlık teknolojide yükseldiği ve teknolojik gelişmişlik gözünü boyadığı için maneviyattaki çöküşü görememektedir. Batı’nın bozuk düzenine mukabil İslam, insanı kadın-erkek ayırt etmeden her birini mükellef olarak görür ve bir yaratılış gayesinin olduğunu va’z ederek hayatına anlam kazandırır. Hükmettiği toplumları kadın-erkek, genç-yaşlı ayırt etmeden hem madden hem de manen yükseltmeye çalışır. İslam’ın düsturlarına uyan toplumların her iki yönde de yükseldiğine tarih şahittir. İnsanın hayata dair ulvi bir gayesi olmadığında veya sadece süfli arzuların peşinden koştuğunda o zaman yaşadığı hayatın hiçbir anlamı kalmayacaktır. İslam insanın kendisine, hayata ve olaylara bakışını düzelterek işe başlıyor. Dünyanın bir imtihan sahası olması, insanın görevinin Allah’ı razı edecek bir hayat yaşamak ve yeryüzünü Allah namına ma’mur etmek olması hayatına anlam yüklemektedir.
TEVRAT VE İNCİL’İN KADINA BAKIŞI
Gerek Tevrat gerekse İncil, Adem Aleyhisselam’ın cennetten kovulmasına sebep olarak Havva annemizi suçlamışlardır. Bu olay kadına bakışı etkilemiş tüm suçu kadına yüklemiştir. Hâlbuki Kur’an her ikisinin de şeytana uyduklarını ve yasak meyveden yediklerini söyler.
Hristiyanlığın önde gelen şahsiyetlerinden birisi olan Tertulian, kadın hakkında kendi dininin görüşünü şöyle açıklıyor: “Kadın, insanın nefsine girmek isteyen şeytan için bir giriş kapısıdır. Cennette yasaklanan meyveyi yiyen ve ilk defa Allah’ın hükmünü ihlal eden ve erkeği kötü durumlara sürükleyen kadındır.”2
Orta çağda Batı’da kadının ruhunun olup olmadığı yüzyıllarca tartışma konusu olmuştur. 12. asırdan itibaren Batı’da kadınlar, büyücü ve cadı avına maruz kalmış, uğursuz oldukları ve cinlerle ilişkileri olduğu iddialarıyla yakılmış veya suda boğulmuştur. “Sanayi devriminden sonra ise aile parçalandı, kadının da sanayide ve fabrikalarda ağır şartlarda çalışması gerekti. Bu da kadınların çalıştıkları ortamlarda birçok istismara maruz kalmalarına sebep oldu.”3 Kadını önce günahkâr ve uğursuz gören Batı sonrasında da sadece kullanılacak bir meta olarak görmüştür. Bunu, kadına sınırsız özgürlük bahşettiğini söyleyerek başarmıştır. Aslında tüm cahiliye (Yunan, Roma Medeniyetleri, Hindistan, Cahiliye Arapları) sistemlerinde kadın ezilmiş, haklarından mahrum bırakılmış, hak ettiği değeri görmemiştir.
Buna mukabil İslam ise ilk andan itibaren kadın ve erkeğin her birinin mükellef olduklarını, Allah katında üstünlük ölçüsünün dil, renk, ırk, cinsiyet vs. değil iman, güzel ahlâk ve takva olduğunu bildirmiştir. Allah Azze ve Celle, kadının toplum içinde korunup kollanması, hak ettiği değeri görmesi için toplumsal alanda alınması gereken tedbirleri Kur’an ayetleri ile bizlere bildirmiştir. Alınan tüm bu tedbirler, ilahi adaletin gereğidir ve hem kadının hem erkeğin hem de tüm toplumun yararınadır. Her ikisinin fıtratına da uygundur. Bu toplumsal hükümler çerçevesinde kadının zarara uğratılması, ezilip yıpratılması engellenmiştir. Batı’nın tesiriyle son dönemde estirilen feminizm rüzgarlarıyla kadının fıtratı bozulmuş, erkekle yarışması hatta savaşması gerektiği, bir nevi kendini ispat etmek mecburiyetinde olduğu kadına dikte edilmiştir. İslam, “Onlar sizin için örtü, siz de onlar için örtüsünüz…”4 diyerek karı-kocanın her birinin diğerini bütünlediğini, eksik yönlerini tamamladığını veciz bir şekilde vurgulamaktadır. “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dost (ve yardımcı)larıdırlar.”5 Bunlar gibi onlarca ayetle İslam’ın kadınların sosyal statüsünde köklü değişiklikler meydana getirdiğini söyleyebiliriz. Hz. Ömer Radıyallahu Anhu’nun dediği gibi: “Bizler cahiliye döneminde kadınlara hiçbir değer vermezdik. Kadınları yok sayardık. Ne zaman ki İslam geldi ve Yüce Allah kitabında kadınlardan bahsetti, o zaman kadınların üzerimizde hakları olduğunu öğrendik.”6 Kız çocuğu sahibi olmanın zillet sayıldığı, bundan ve ekonomik kaygıdan dolayı diri diri toprağa gömüldükleri bir toplumdan medeni bir topluma dönüşmeleri ilahi hükümlerin sayesindedir.
Son yıllarda ülkemizde artış gösteren kadın cinayetleri, kadına şiddet eylemleri bu meselenin sadece birkaç kanun değişikliği ile çözülemeyeceğinin göstergesidir. Toplum yapısı, eğitiminden ekonomisine, evliliğinden aile içi ilişkisine kadar bir bütün olarak irdelenmeli, aksaklıklar tümüyle düzeltilmelidir. “Ülkemizde son 10 yılda (2008-2017 arası) 2337 kadın şiddet görerek hayatını kaybetmiştir. En çok boşanmak istedikleri ve kendi hayatlarına dair karar almak istedikleri için öldürülmüşlerdir. Bu sayının 932’sinin son 3 yılda olduğunu düşünürsek her yıl bir önceki yıla göre kadın cinayetleri daha çok artış göstermekte denilebilir.”7 Bu durum hâlâ bir şeylerin yanlış gittiğinin resmidir.
Bunun en belli başlı sebebi, Batı Medeniyetinin tesirinde ortaya çıkan ahlaki yozlaşma ve bozulma diyebiliriz. Sonuçta fıtratın bozulmasıyla kadın-erkek münasebetlerinin de bozulması kaçınılmazdır. Bütün güzellikleri ve gelişmeleri Batı’ya mal eden, tüm kötülükleri ve negatif durumları İslam’a fatura eden anlayışın sonucunda insanlar dine ve dini değerlere daha mesafeli oldular. Batı tarzı bir hayatı benimsediler. Haramlar yaygınlaştı, özgürlük anlayışı sınır tanımaz hâle dönüştü. Aile bağları zayıfladı, ebeveynin evlat üzerindeki kontrolü tamamen kalktı ve kopuş meydana geldi. Medyada yer alan ve aileyi hedef alan diziler/filmler de bağların kopmasını daha da hızlandırdı. Reytinglerin yükselmesi uğruna toplumun temel taşı olan ailenin ve neslin gördüğü zararlar göz ardı edildi. İnsanlar dizilerden rol kapmaya ve onu hayatın içinde uygulamaya başladı. Kendilerini frenleyecek dini hassasiyetler, kutsallar veya tecrübesinden istifade edeceği ebeveynler de olmayınca toplumda infial meydana geldi. Buna kanunlarda var olan açıkları veya uygulamadaki aksaklıkları da eklemek lazım. Aile içi şiddet vakalarında şiddet uygulayan ile şiddete maruz kalanın tekrardan karşı karşıya bırakılması, şiddet uygulayana yaptırımların etkisizliği de sebeplere eklenebilir.
Son zamanlarda meydana gelen kadın cinayetlerinin sebebi olarak İslam dini ve mensupları olan Müslümanların suçlanması tek kelimeyle insafsızlıktır. Yaklaşık bir asırdan fazladır Batı Medeniyetinin tesirinde yaşayan ve İslam’ın razı olmadığı birçok haramın serbestçe işlendiği ve her geçen gün yaygınlaştığı bu toplum İslam’ın eseri değildir. Toplumun büyük bir kesiminin Müslüman olması bu işin faturasının İslam’a çıkarılmasını gerektirmez. Ancak Müslümanlar dinin emir ve yasaklarına göre yaşamadığı, hükümleri hayata ve topluma hâkim kılamadıkları noktasından suçlanabilir. Yoksa bizatihi İslam’ın kendisinde insan hayatı önemlidir ve bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibi kabul edilir. Hele bu insan bir anne ise durum daha da hassas bir hâl alır. İslam Medeniyetinin hakim olduğu yıllarda toplumdaki haramlar en aza indirgenmiş, suç oranları ve suça götüren sebepler ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. İslam bunları polisiye tedbirleri veya hapishaneleri arttırarak değil, kalplerde yer eden sağlam iman ve Allah’ın tüm zamanlara ve mekanlara uygun hükümleri sayesinde yapmıştır. Bugün Müslümanların suçlanması gereken nokta işte tam da burasıdır.
Müslümanlar içinde yaşadığı toplumdan mes’ul olduğunu bilmeli, toplumu ıslah etmek için eğitim ve davet çalışmaları yapmalı, İslam’ın elmas hükmündeki emir ve yasaklarına uymalıdır. Evet en büyük suçları tembellik ve gaflet sebebiyle insanlık gemisinin dümenini batıya kaptırmış olmalarıdır. Bunun dışında bugünün toplumundaki bozulmalardan, kargaşa ve kaoslardan İslam ve Müslümanlar değil bizzat batılı tarzdaki yaşam sorumludur. Problemin tespitini tam yapmazsak hele bir de hedef saptırırsak o zaman doğru tedaviye ulaşamayız. Rabbim kadınıyla-erkeğiyle toplum olarak rızasına uygun yaşamayı bizlere nasip etsin.
1. Dr. Alexis Carrel, İnsan Bu Meçhul, s.47.
2. Mevdudi, el-Hicab, s. 25.
3. M. Kutup, İslam’ın Etrafındaki Şüpheler, s.152.
4. Bakara, 187.
5. Tevbe, 71.
6. Buhâri, libas, 31; Müslim, Talak,34.
7. ntv.com.tr/kadina-siddet/son-10-yilda-2337-kadin-siddet-gorerek-hayatini-kaybetti.