Kıymetli okurlarımız, Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin, “Kelime-i Tevhid’in Mahiyeti” başlıklı konferansından hazırladığımız başyazı serisinin ikinci kısmını istifadenize sunuyoruz. Hayırlı okumalar…
Hamd, Tevhid davasıyla kendisine bağlanan kullarını özgürleştiren Allah’a; salât-u selam, kurduğu İslam Medeniyeti ile Kur’an’ın hükümlerini hâkim kılan Allah’ın Rasulü’ne; selam Rasulullah ile birlikte mücadele eden sahabesine ve İslam’ı yeniden hâkim kılma gayreti içinde olan tüm kardeşlerime olsun.
İnsanlar genel olarak üç meseleyi inkâr ederler: Allah’ı ve melekleri kabul ettikleri halde peygamberi, kitabı ve ahireti kabul etmezler. Çünkü hayatlarına karışan bir Allah istemezler. Oysa Allah’ın dünyasında yaşıyor, O’nun verdikleriyle besleniyor; O’nun verdiği vücudu kullanıyor, havayı teneffüs ediyorlar ama Allah’a karşı özgür olmak istiyorlar.
Allah’a karşı özgür olmak isteyenler nefislerine ve insanlara esir olur. Allah’a itaat etmek istemeyenler kullara itaat eder. Allah’ın hükümlerine göre yaşamayanlar insanların hükümlerine göre yaşarlar. Allah’a itaat etmeyenler şeytanlara itaat eder ve özgür olamazlar. İnsanı sadece Tevhid özgürleştirebilir. Çünkü Tevhid, Allah’tan başka bütün ilahları reddetmektir. Allah’tan başka bütün ilahları reddedip sadece Allah’ı kabul edenler özgürleşirler. Nefsin, şeytanın, devletlerin, diktatörlerin, insanların ve sistemlerin esiri olmaktan kurtulabilirler. Bu, gerçek özgürlüktür.
Allah Azze ve Celle insanları özgürleştirmek için Tevhidi gönderdi. İnsanlar ise Tevhid inancıyla özgürlüklerini kaybedeceklerini zannettiler. Kur’an’a, peygambere itaat ettiklerinde özgürlüklerinden olacaklarını düşündüler. Hâlbuki nefislerinin ve insanların kölesi olmaktan kurtularak şeref kazanacaklar; özgürleşeceklerdi. Tevhidi anlamayanlar bunu köleleşmek zannettiler. Oysa gerçekte diktatörlerin kölesi ve insanların kuluydular. Allah, Tevhidi göndermekle aslında onları gerçek özgürlüğe davet ediyor ve onlara özgürlüklerini vermek istiyordu ama anlamak istemediler. Arzularına göre yaşamak istedikleri için hayatlarını da değiştirmek istemediler.
TEVHİDİN NAKLÎ DELİLLERİ
Tevhidin aklî ve naklî delillerini bilirseniz hiç kimse sizi Tevhidden uzaklaştıramaz. Naklî ve aklî delilleri bilmezseniz sahte din adamları ile sizi Tevhidden uzaklaştırabilirler. Bunun sonucunda hâkim güçlere teslim olan bir takım ilahiyat profesörlerine itaat eder, onlara aldanabilirsiniz. Televizyonda: “Allah’ın gönderdiği hükümler değiştirilebilir, hükümler o zaman içindir bu zaman için değildir. Allah’ın gönderdiği hükümler sadece bir misaldir onlara aynen uymak zorunda değiliz. Biz ruhunu alırız. Bu zamanda kendimiz kanun koyabiliriz” dediklerine şahit olursunuz. Bu, Tevhidin anlamının dışına çıkmaktır. Tevhide göre hiç kimsenin böyle bir yetkisi yoktur. Böyle konuşanlar takiyye yapmasınlar gerçek kimliklerini ortaya koysunlar. Bunlar, “Allah’ın kitabı sadece o zaman içindir” ya da “Allah’ın kitabında yanlışlar var, bu zamana uygun değildir” mi demek istiyorlar? Yoksa, “Hz. Peygamber sadece bir kavim için gönderilmiştir” mi demek istiyorlar? Ne demek istiyorlarsa açıkça beyan etsinler.
Kur’an’ın hükümlerinin değiştirilebileceğini ve bugün için yeni hükümler konulabileceğini iddia edenler Tevhide aykırı konuşmuş olmaktadırlar. İnanç esaslarının değişmeyeceğini ancak hükümlerin değişebileceğini iddia ediyorlar. Mademki inanç esasları değişmiyor, inancın en temeli Tevhid; La ilahe illallah’tır. Tevhid, insanların Allah’ın kanunlarına aykırı kanun koymalarını reddeder.
Sadece Rububiyette Tevhide değil Uluhiyette de Tevhide iman etmeliyiz. Uluhiyette Tevhid; Allah’ı otorite olarak görmek sadece O’nu hâkim, kanun koyucu olarak görmek demektir. Allah Azze ve Celle bununla ilgili onlarca ayet indirdi:
• “Hüküm ancak Allah’ındır.”1 İnsanların Allah’ın hükümlerine aykırı hüküm koyma yetkileri yoktur.
•“Allah hükmedenlerin hâkimi değil midir?”2
• “Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de (hükmetmek de) Allah’a aittir.”3
• Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’de: “Allah kendi hükmünde hiç kimseyi kendisine ortak yapmaz”4 buyurur. Başbakan kendi yetkisine başkasını ortak eder mi? Allah neden etsin? Allah, hükmetme yetkisine ortak olmak isteyenlere, Ulûhiyette kendisinin makamına göz dikenlere: “Siz benim hükmüme ortak olamazsınız” buyurmaktadır.
• Başka bir ayette ise “Ey iman edenler, Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin. Siz de işitiyorken, ondan yüz çevirmeyin”5 buyrulmaktadır.
• Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, Allah’ın hükümlerinde yanlışlık görenler, kendilerini Allah’a denk kabul edenler, “Allah kanun koyuyorsa ben de kanun koyarım” diyenler için Allah Azze ve Celle buyuruyor ki: “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen, onlar kâfirlerin ta kendileridir.”6 Allah’ı, peygamberini, kitabını inkâr etmelerine gerek yok. “Allah’ın hükmü bu zamana uygun değildir, Allah’ın hükümlerine bağlı kalmak zorunda değiliz. İstediğimiz gibi hükmederiz” diyenlere Allah Azze ve Celle “kâfir” demektedir.
KUR’AN HÜKMETMEK İÇİN GÖNDERİLDİ
Kitabın niye indirildiğini Kur’an’ın kendisi bizzat açıklar ve der ki: “Şüphesiz, Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik.”7 Kur’an-ı Kerim, insanlar arasında Allah’ın emrettiği şekilde hükmedilmesi ve Allah’ın hükümlerine göre bir medeniyet meydana getirilmesi için gönderilmiştir. Kur’an’ın bütün hükümleri haktır. Allah’ın hükmetmesi de Allah’ın hakkıdır. Hükmetmek için gelmiş olan bu kitap, başkalarının hükmetmesine razı olmaz. Bu kitabın isimlerinden biri de hâkimdir. Allah Azze ve Celle Yasin Suresi’nde, “Hâkim olan (Hükmeden) Kur’an’a yemin olsun”8 buyurarak kitabının bir sıfatının hâkim olduğunu ifade etmektedir.
Bu kitap belli bir zaman için mi gönderildi yoksa bütün zamanlar için mi? “De ki: Allah benimle aranızda şahiddir. Sizi -ve kime ulaşırsa- kendisiyle uyarmam için bana şu Kur’an vahyedildi.”9 Demek ki bu kitap kıyamete kadar geçerlidir. Ayrıca bu kitap bütün insanlara gönderilmiştir. “De ki: Ey insanlar, ben Allah’ın hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim.”10 Allah Azze ve Celle Tevhid inancının gereği olarak herkesin bu kitaba uymasını emretti. Kur’an-ı Kerim, belli bir zaman ya da belli bir toplum için gönderilmedi. Bütün zamanlara, bütün mekânlara, bütün toplumlara gönderildi. Dolayısıyla Tevhid inancı kıyamete kadar Allah’ın kitabıyla hükmedilerek yaşanmış olacak.
Hz. Peygamber de aynı şekilde hükmün Allah’a ait olduğunu söylemektedir. Efendimiz bu konuyla ilgili olarak buyurdu ki:
• “…Üzerinize tayin olunan vali, yönetici, başı siyah kuru üzüm gibi Habeşli bir köle olsa bile, sizin aranızda Allah’ın kitabını uyguladığı müddetçe dinleyin ve itaat edin.”11 Başınızdakiler sizi Allah’ın kitabına göre idare ediyorlarsa onlara itaat etmelisiniz. Hadisin mefhumu muhalifine göre, Allah’ın kitabıyla hükmetmiyorlarsa onlara itaat edilemez.
• Hz. Peygamber bir hadiste: “Allah’a isyan konusunda yaratılmışlara itaat edilmez”12 buyurmakta ve Allah’a isyan olan bir konuda hiç kimseye itaat edilemeyeceğini ifade etmektedir. Bu, Tevhid anlayışının gereğidir. Çünkü Tevhide göre sadece Allah ilahtır; O’ndan başkasının dediği olamaz. Eğer bir kişi- kadının kocası, çocuğun babası, kölenin efendisi, halktan olan birinin lideri, devletin başındakiler- Allah’a isyanı emrediyorsa, Hz. Peygamber, onlara itaat edilemeyeceğini bize bildiriyor.
• Hz. Peygamber buyuruyor ki: “Bir milletin idarecileri Allah’ın kitabı ile hükmetmedikleri ve Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikleri zaman; Allah onların azabını kendi içlerinden verir. Onları aralarındaki fitne, fesat ve anarşiyle cezalandırır.” Çünkü onlar Allah’ın kitabını terk ettiler. Allah’ın kitabını terk etmenin cezası o toplumun birbirine düşmesidir. Allah’ın sünnetine göre bir toplum, Allah’ın kitabına uymaz, kitaptan işlerine geleni alıp işlerine gelmeyeni almazsa o toplumda iç savaş meydana gelir. Bir toplumda şirk varsa o toplum birbirine düşecektir. Bu, Allah’ın sünneti ve adetidir. “Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.”13 Allah Azze ve Celle, toplumların azaplardan kurtulması için nasıl davranmaları gerektiği hususunda onlara sünnetini öğretir. Ve asla sünnetini hiçbir zaman değiştirmez. Allah’ın, günahlara karşılık olarak verdiği belayı bilmezsek o günahlara biz de düşeriz ve bunun üzerine Allah bize de bela verir. Böyle olmaması için Allah Azze ve Celle sünnetini değiştirmiyor, toplumların hepsine uyguladığı sünnetini bize de uyguluyor.
Allah’ın hükümlerini terk eden toplumlar şu cezalarla karşılaşır: Mesela, bir toplumda zina çoğaldığı zaman Allah o günaha uygun olan bir bela gönderir; geçmiş toplumlarda meydana gelmeyen hastalıklar zuhur eder. Bir toplumda, ölçü ve tartıda hilekarlık yaygınlaştığı zaman Allah Azze ve Celle o günaha uygun bir bela verir. Aynı şekilde bir toplum Allah Azze ve Celle’nin hükümlerini terk ettiği zaman Allah’ın onlara vereceği ceza: onları birbirine düşürmektir. Ne yaparlarsa yapsınlar, istedikleri kadar önlem alsınlar, istedikleri kanunu çıkarsınlar, istedikleri kadar savaş yapsınlar hiçbir şekilde meseleyi çözemezler. Allah buna müsaade etmez. Çünkü Allah’ın hükümlerini terk ettikleri için Allah Azze ve Celle o toplumu cezalandırmak istemektedir.
• Diğer bir hadiste ise: “Kadılar (hakimler) üç çeşittir ve ikisi cehennemde, biri cennettedir. Hakkı (Allah’ın hükmünü) bilip bununla hüküm veren kişi, cennettedir. Hakkı (Allah’ın hükmünü) bildiği hâlde onunla hükmetmeyen ve hükmünde zulmeden kişi ise cehennemdedir. Hakkı (Allah’ın hükmünü) bilmediği hâlde cahilce insanlar arasında hüküm veren kişi de cehennemdedir”14 buyrulmaktadır. Allah Rasulü bu hadisle, Allah’ın hükümlerine göre hükmetmek zorunda olduğumuzu ifade ediyor. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Allah’ın hükmünü bilen, Allah’ın hükmüne göre hükmeden, Allah’ı ilah olarak gören, uluhiyette birleyen hâkimin, O’nun hükmüne göre hükmettiği için cennette olacağını; Allah’ın hükmünü bildiği halde hükmüne uymayan ya da Allah’ın hükmünü bilmediği halde araştırıp öğrenmeyen bu yüzden Allah’ın hükmüne göre değil başkalarının hükmüne göre hükmeden iki hâkimin de cehennemde olacağını bize haber veriyor.
Bu naklî ve aklî deliller bize Tevhidin ne olduğunu öğretiyor. Tevhid: “La ilahe illallah, Allah’tan başka bir ilahın olmaması, Allah’tan başka ibadet edilecek, itaat edilecek bir makamın olmaması” demektir. Arapça’da ilah: Mabud demektir. Mabud: İbadet edilen; ibadet ise: İtaat etmek demektir. Bu şekilde mabud, itaat edilen manasına gelmektedir. La ilah: Hiçbir ilah (otorite, kanun koyucu, itaat edilecek makam) tanımıyorum; illallah: Sadece Allah’ı tanıyorum. O’nun dışındakilerin hepsini reddediyorum manasına gelmektedir. Demek ki bir insanın Müslüman olabilmesi için önce bütün sahte ilahları reddetmesi lazım. Bir kişi “La ilah” diyerek reddetmesi gerekenleri reddetmeden, Allah’ı ilah olarak kabul etse iman etmiş olmaz.
SEVGİDE ŞİRK
Allah Azze ve Celle buyuruyor ki: “Onlar, o Allah’tan başka ilahlaştırdıklarını Allah’ı sever gibi severler.”15 Allah Azze ve Celle sevgide kendisine ortak koşulmasını reddeder. Kur’an-ı Kerim birilerini Allah’ı seviyor gibi sevmeyi şirk olarak isimlendiriyor. Birisini Allah’tan daha fazla sevenlerin durumu ise elbette çok daha beterdir. Allah Azze ve Celle, sevgide de kendisine ortak koşulmasına müsaade etmiyor çünkü “La İlahe İllallah” bunu da içerir. “Allah’tan başka ilah yok” dediğinizde, “Allah’tan başka sevilecek olan yok” demiş olursunuz. Çünkü ilahın bir manası da çok sevilen, sevildiği için itaat edilen, peşinden gidilendir. Allah Azze ve Celle bir tek kendisinin çok sevilmesine müsaade etmekte; başkalarını Allah gibi sevenleri kınamaktadır.
İnsanların koymuş olduğu kanunları Allah’ın kanunları gibi görenler Allah’a ortak koşmuş sayılırlar. O halde Allah’ın kanunlarını bırakıp insanların koyduğu esaslara göre yaşayanların; Allah’ın kanunlarını almayıp Avrupa’nın, Amerika’nın kanunlarını alanların durumu ne olacak? İnsanların koyduğu kanunları alıp Allah’ın koyduğu kanunları almayanlar bu halleriyle onları Allah Azze ve Celle’den daha üstün görmekte ve “Allah’ın kanunlarından daha üstün olanlarını bulduk” demiş olmaktadırlar.
Bunun hesabını Allah’a nasıl verecekler? Kanunları hem Allah’tan hem de insanlardan alsalar Allah’a ortak koşmuş olurlar. Allah’tan değil de sadece insanlardan alıyorlarsa bu daha kötü bir durumdur. Çünkü o kanunları Allah’ın kanunlarından daha üstün görmüş oluyorlar. Onların koyduğu esasları, prensipleri, insani ve ahlaki değerleri Allah’ın koyduğu değerlerden daha üstün görmüyorlarsa o zaman neden insanların kanunlarını alıyorlar da Allah’ın kanunlarını almıyorlar? Açıklasınlar, cevap versinler! Demek ki Allah’ın kanununda (haşa) yanlışlık görüyorlar ya da Allah’ın kanunlarını belli bir zaman, mekân ya da belli bir toplum için kabul ediyorlar. Allah’ın kanunlarını bütün zamanlar ve insanlar için görmüyorlar. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu şekilde davranan toplumların belalara uğrayacaklarını haber vermektedir: “Allah, kendi aralarında savaş çıkartır.”
TEVHİDİN AKLİ DELİLLERİ
Aklî olarak düşündüğümüz zaman da Tevhidin doğruluğunu anlayabiliriz. Çünkü Allah’ın dediğinin olması gerektiğini akıl da kabul etmektedir.
• Kâinata baktığınız zaman bu kâinatı yaratanın ilminin sonsuzluğunu anlamıyor musunuz? O’nun ilmi sonsuz, hiçbir varlığın ilmi Allah’ın ilmine denk değildir. O halde O’nun dediği olmalıdır. Akıl da bunu kabul ediyor. Allah neden bu kadar yaratıyor? Oysa bizim bu kadar varlıklara, yıldızlara, hayvanlara, balıklara, ağaçlara, yiyeceklere ihtiyacımız yok. Allah Azze ve Celle kâinata bakalım ve kendi ilminin ve kudretinin sonsuzluğunu anlayalım böylece bizde sonsuz bir iman gerçekleşsin diye, O’nun koyduğu esasların yanlış olamayacağını anlayalım ve O’na teslim olalım diye çeşit çeşit yaratıyor. Kâinata bakıp düşünen insan, Allah’ın ilminin ve kudretinin sınırsız olduğunu görür ve O’na teslim olmanın gerekliliğini anlar.
• Diğer taraftan bir şeyin sahibi kimse onun dediği olmaktadır. Bu ceket benimse benim dediğim olur. Ceketi ister atarım ister satarım istersem yakarım. Mademki bir şeyin sahibi kimse onun dediği oluyor; kâinat Allah’ındır, insanlar da Allah’ın kullarıdır. O halde insanlar üzerinde O’nun dediği olmalıdır. Bu Allah’ın hakkıdır ve hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur. Akıl bunu kabul ettiği gibi vicdan da kabul eder. Kâinata bakan, düşünen Allah’ın ilminin ve kudretinin sınırsız olduğunu idrak eden akıl bunu kabul ettiği gibi insandaki sağduyu, vicdan da bunu kabul eder ve “Evet O’nun dediği olmalı çünkü her şey O’na ait” der.
• Diğer taraftan yine akıl bize der ki: Tüm insanlar eşittir, o halde kimin dediği olacak? Herkes birbiriyle eşit olduğuna göre bizimle eşit olmayan birisinin dediği olmalı. Herkes birbiriyle eşit olduğuna göre ve aklı, bilgiyi tartacak bir tartı olmadığına göre kimin dediği olmalıdır? Bizimle eşit olmayan birisinin dediği olmalı, hiç kimse ona itiraz edememeli. O bir kanun koyduğunda hiç kimse “ben seninle eşitim” diyememeli. İşte O Zât Allah’tır, O’nun dışında herkese, “Ben seninle eşitim” diyebilirsiniz ama yaratıcınıza bunu söyleyemezsiniz.
• Her kanun koyanın bir menfaati vardır. Kim kanun koysa kendi menfaatini esas alır. Öyle birisi kanun koymalı ki onun hiçbir menfaati olmamalı. Kimdir o? Daima veren, hiç istemeyen, her şeyin sahibi olan Allah’ın menfaati yoktur. Allah daima vermektedir ve bir şey istememektedir. Her şey zaten kendinindir, kendi menfaatini düşünecek değildir. Kendi menfaatini düşünmeyecek olan birisinin dediği olmalıdır. İşte O, Allah’tır.
• Yine akıl bize diyor ki: Öyle birisinin dediği olmalı ki o geleceği bilmelidir. Geleceği bilmeyenin dediği olmamalıdır. Çünkü geleceği bilmeyenler yarınlara uygun kanunlar koyamazlar. Her sene kanun değiştiriyorlar çünkü gaybı bilmiyorlar. İnsanı tanımadıkları ve bilmedikleri gibi geleceği de bilmiyorlar. İnsanı tanımıyorlar ki insana uygun kanunlar koysunlar… İnsanın ruhu, nefsi var. Bu ruh ve nefsin ne olduğunu bilemiyoruz. Bu nasıl terbiye edilir, hangi kanunlarla ıslah olur, bunu bilemiyoruz o yüzden insan, ruhu ve nefsi terbiye edemez. İnsanların koyduğu esaslar insanı ıslah edemez. Onun için Allah Azze ve Celle, kanun koymayı, insanları idare etmeyi kendi üzerine aldı. ‘Hidayet yolunu göstermek, doğru yolu göstermek bizim üzerimize vazifedir.’16 Çünkü siz insanı tanıyamazsınız ve geleceği bilmezsiniz. Koyduğunuz kanun bugün için uygun gibi görülebilir ama yarına uygun olmaz. Böylece her sene kanunları değiştirmek zorunda kalırsınız ve insanları bozarsınız, toplumu ifsat edersiniz.
• Her gün yeni bir kanunla toplumu bozdular. Toplumlar üzerinde her sene kanunları deniyorlar. Bizi adeta beyaz fare gibi deney malzemesi olarak kullanıyorlar.
EHLİYET ŞART
Kıymetli kardeşlerim ustalık belgeniz yoksa berber dükkânı bile açamazsınız, kaportacı bile olamazsınız. Ehliyetiniz yoksa bir arabayı hatta bir mobileti bile kullanamazsınız. Her şey için ehliyet şartı var da neden toplumlara hükmedecek, kanunlar koyacak olan insanlar için ehliyet şartı yok? Ehliyetsiz insanlar, istedikleri gibi kanunlar koyuyorlar. Allah’ın dünyasında onların dediği oluyor. Oysaki insanları yaratan Allah, rızıklarını veren Allah, kâinatı idare eden Allah… Ama Allah’ın dediği olmuyor insanların dediği oluyor. Her meselede ehliyet şartını getirenler, berber dükkânı açmanıza, bir mobileti kullanmanıza dahi müsaade etmeyenler kendilerinin hiçbir ehliyeti olmadığı hâlde insanlara hükmediyorlar ve “Şöyle yaşayacaksınız, böyle yaşamayacaksınız…” diyorlar. Hangi yetkiyle bunu yapıyorlar?
Allah Azze ve Celle geleceği bilendir, insanı en iyi tanıyandır. Allah’tan daha iyi tanıyan var mıdır? İnsanlara hükmedenler, “benim dediğim olur, Allah’ın hükümleri bu zaman için değildir” diyenler, cevap versinler. Kur’an soruyor: “Siz mi daha iyi bilirsiniz yoksa Allah mı?”17
Konuya devam etmek dileğiyle. Allah’a emanet olun. *
*Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin “Kelime-i Tevhid’in Mahiyeti” konulu 2016 yılında Diyarbakır’da gerçekleştirdiği konferansından hazırlanmıştır.
https://tvfurkan.net/2016-diyarbakir-kelime-i-tevhidin-mahiyeti-konferans-bolumu_b3ba609e4.html
1. Yusuf, 40
2. Tin, 8
3. Araf, 54
4. Kehf, 26
5. Enfal, 20
6. Maide, 44
7. Nisa, 105
8. Yasin, 2
9. Enam, 19
10. Araf, 158
11. Buhari, Ahkâm 4; Müslim, İmâre 37; Nesâî, Bey’at 27
12. Müslim, İmâre 38, hadis no: 1839
13. Fetih, 23
14. İmam Nesâi, es-Sünenü’l-Kübrâ, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2010, c.5, Sh. 598, Hds. 5891., Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’l-Ahkâm, B. 3, Hds. 2315., Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Akdiye, B. 2, Hds. 3573., Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Ahkâm, B. 1, Hds. 1322’nin devamı.
15. Bakara, 165
16. Leyl, 12
17. Bakara, 140