Her şeyi yaratan ve düzene koyan, mükemmel şekilde yapan ve onu kemalin zirvesine çıkaran Allah’tır. Her yaratılanın görevini ve amacını belirleyen, uğrunda yaratıldığı hedefe doğru yönlendiren, varlığı süresince kendisine yararlı şeyleri belirleyen ve buna doğru yol gösteren O’dur. Bu gerçeğe Kur’an-ı Kerim Âlâ Suresin’de: “O yaratan ve düzene koyandır. Ölçüleri belirleyip yolunu gösterendir” diyerek değinmiştir.
Kâinata baktığımızda Yüce Rabbimiz o kadar çok canlı yaratmıştır ki; sayısını ancak kendisi bilir. İnsan tefekkür amaçlı baktığı zaman, ilk bakışta tam olarak anlayamadığı, üzerinde düşünerek ve deneysel ilmi kullanarak daha yakından inceleme yaptığında her şeyde bir denge, bir düzen ve kendisine ait sistem olduğunu görür.
Newyork İlimler Akademisi başkanı bilgin A. Crassy Morrisson “İnsan Tek Başına Ayakta Duramaz” adlı kitabında şunlara değinir: “Kuşların yuvaya dönüş içgüdüleri vardır. Kapınızın üzerinde yuva yapan nar bülbülü sonbaharda güneye göç eder, fakat ilkbahar gelir gelmez doğruca eski yuvasına döner. Her Eylül ayında Amerika’da bulunan kuşların çoğu sürüler halinde güneye göç ederler. Bu kuşlar yolculukları esnasında engin denizler üzerinde aşağı yukarı bin mil kadar bir mesafe alırlar. Fakat hiçbir zaman yollarını şaşırmazlar. Posta güvercini, kendisine kapalı bir kutu içinde yaptırılan uzun yolculuk esnasında tepesi üzerindeki yeni yeni seslerden bunalıp şaşkına dönünce bir müddet tur attıktan sonra hiç şaşırmadan vatanına doğru yönelir. Esen rüzgâr, ağaçları ve dalları ne kadar karıştırırsa karıştırsın, arı, maharetle kovanını bulur. Bütün bunlar gözle görülen delillerdir.”
İhtiyar atınızı tek başına bırakacak olursanız, karanlık ne kadar koyu olursa olsun, yolunu bulacaktır. At, karanlıkta net olmasa da görebilir. Çünkü o, yolun yaydığı kırmızı ötesi rengin ışınlarından az da olsa faydalanan gözleri sayesinde yol ile iki tarafın ısı derecesindeki farkı hisseder. Baykuş, gece karanlığı ne kadar koyu olursa olsun, serin otlar üzerinde yürüyen sıcakkanlı fareyi fark eder. Biz insanlar ise ışık dediğimiz demette radyasyon olayını icat ederek, geceyi gündüze çevirebiliyoruz.
Köpek, geçmekte olan hayvanı bakmadan hissedebilir. İnsan ise, zayıf olan koklama duyusunu kuvvetlendirecek herhangi bir cihaz henüz icat edememiştir. Hatta biz koklama duyumuzun koku alma mesafesini uzatma çarelerini araştırmak için işe nereden başlayacağımızı bile kestiremiyoruz. Fakat bizim bu duyumuz, zayıf olmasına rağmen, son derece küçük, mikroskobik zerreleri teşhis edebilecek kadar bir keskinliğe sahiptir. Acaba aynı korkuyu hepimiz aynı şekilde mi hissederiz? Öyle anlaşılıyor ki her birimizin aldığı tesir aynı olmuyor. Tat, her birimizde farklı bir tatma duyusu meydana getirmektedir. İşin hayret edilecek bir yönü de duyumların böyle farklılık göstermesinde ırsiyetin ehemmiyetidir.
Hayvanların duyabildiği seslerin birçoğu bizim duyabileceğimiz titreşim sınırlarının dışındadır. Öyle ince ve hafif sesler vardır ki; bizim sınırlı işitme duyumuzun kat kat üstünde kalır. Fakat insan, icat ettiği cihazlar sayesinde, kilometrelerce uzakta yürüyen bir sineğin sesini kulak kepçesinin üzerinde yürüyormuş gibi duyabilmektedir. İnsan buna benzer cihazlarla güneş ışınlarının tesirini bile tespit etmiştir.
Örümcekler, Balıklar, Kelebekler...
Su örümceklerinden biri, kendisi için örümcek ağı ipliğinden balon şeklinde yuva yapar ve onu suyun altında bir yere bağlar. Sonra su yüzüne çıkar ve gayet ince bir ustalıkla vücudunun altındaki kıllar arasında bir hava kabarcığı saklayarak suyun içine dalar. Hava kabarcığını yuvasının altına bırakır. Bu işi defalarca tekrar eder, nihayet balon biçimindeki yuva şişince içine girip yavrular. Su örümceği, bu balon içinde hava cereyanlarından emin olarak yavrularını büyütür. Burada dokuma, mühendislik, inşa ve havacılık ilimlerinin bir sentezi ile karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz.
Yavru halindeki som balığı yıllarca denizde yaşar. Fakat bir gün gelir doğduğu nehre döner. İşin enteresan tarafı som balığının, içinde doğduğu nehir kolunun büyük nehirle birleştiği yerden içe doğru girmesidir. Belki bu nehrin iki tarafında bulunan iki Amerikan eyaletinden birinde kanunlar kesin, diğerinde gevşektir fakat kanunlar, nehrin sadece bir kıyısını tercih ettiğini söyleyebileceğimiz som balığına göre mutlak manada kesindir. Peki, bu balığı o kadar ince ve titiz hesaplarla doğum yerine döndüren şey nedir? Doğduğu yer istikametinde yüzmekte olan som balığı, nehrin başka bir koluna nakledilse yanlış yolda olduğunu fark eder ve ana nehre ulaştıktan sonra yolunu değiştirerek asıl gideceği yere yönelir.
Bu konuda çözüm bekleyen daha güç bir bilmece vardır; yukarıda anlattığımız hareketin tam aksini yapan yılan balıklarının macerası… Bu hayret verici yaratıklar, olgunluk çağına erişince, bulundukları çeşitli göl ve nehirlerden göç etmeye başlar. Söz gelimi Avrupa’da bulunan yılan balıkları denizde binlerce kilometre seyrettikten sonra, hepsi de Bermuda’nın güney açıklarındaki dipsiz derinliklere gider. Burada yavruladıktan sonra ölür. Yavru balıklar, engin denizin ortasında hiçbir şeyden haberi olmayan o hayvanlar da yolculuğa çıkar. Ölmüş annelerinin geliş yolunu bularak onların geldikleri sahile varırlar. Orada da kalmayarak eskiden annelerinin yaşadığı nehri, gölü veya su birikintisini bulurlar. Böylece suyun her bir zerresi yılan balığıyla tanışmış olur. Düşünelim ki, bu hayvan buraya gelebilmek için en kuvvetli akıntılara göğüs germiş, bütün deniz kabarmaları ve kasırgalarına mukavemet göstermiş ve birçok azgın dalgalarla boğuşarak onları yenmiştir. Şimdi artık gelişebilir. Nihayet bir gün olgunluk çağına gelince gizli bir kuvvet onu dönmeye, geldiği yere doğru tekrar yola çıkmaya sevkeder.
O halde yılan balığına böyle yön veren kuvvet nereden doğmaktadır? Şimdiye kadar hiçbir Amerikan yılan balığı Avrupa sularında yakalanmadığı gibi hiçbir Avrupa yılan balığına da Amerika sularında rastlanamamıştır. Ne dersiniz, maddenin en küçük parçaları, atomlar ve moleküller, yılan balığını teşkil etmek için bir araya geldiklerinde, bunlarda bir yön verme şuuru ve icra için gerekli bir irade gücü mü doğmaktadır acaba?
Rüzgârın dişi bir kelebeği üst kattaki odanızın penceresinden içeriye attığını düşünelim. Dişi kelebek hemen gizli bir işaretle erkeğine haber verir. Erkek kelebek ne kadar uzakta bulunursa bulunsun bu işareti alır ve karşılığını verir. Siz bu iki kelebeği şaşırtmak için ne yapsanız faydasızdır. Acaba bu çelimsiz ve cılız yaratığın verici ve radyo istasyonu ve erkeğinin de antenli bir alıcı radyosu mu vardır, yoksa dişisi, havayı titreştiriyor da öteki bu titreşimleri mi alıyor?
Biz bugün, uzakta bulunan bir kimse ile böyle bir münasebet kurabilecek kudreti elde etmek için pek hassas cihazlara başvurmak mecburiyetindeyiz. Bir gün gelecektir ki delikanlı, hiçbir mekanik cihaz kullanmadan, uzak mesafelerdeki dostuna seslenecek ve ondan cevap alabilecektir bunlara hiçbir engel mani olamayacaktır.
Telefon ve radyo (telsiz) pek mükemmel iki cihazdır. Her ikisi de uzakta bulunan kimselerle çabuk temas kurmayı sağlar. Fakat bunları kullanabilmek için telefon şebekesine ve belirli makinaya ihtiyaç vardır. Bu bakımdan kelebek bizden üstündür.
Bu bilginin sözlerinden aktardığımız bu pasajlar insanların bitkiler, böcekler, kuşlar ve hayvanlar dünyasında tespit ettiklerinin sadece bir kısmıdır. Bunların ötesinde daha nice gerçekler bulunmaktadır. Ayrıca bunların hepsi de yüce Allah’ın; “O yarattı, düzene koydu. O her şeyi ölçüyle yapıp doğru yolu gösterdi” sözünün geniş anlamından sadece bir yönünü dile getirmektedir.
Rabbim düşünüp tefekkür edebilmeyi hepimize nasip etsin. Allah’a emanet olun ……
1. Ala Suresi 2, 3