Asıl adı İmam Ali, lâkabı Hacı İmam’dı. Süt satarak geçimini sağladığı için “Sütçü” lakabı verilmişti. Uzunoluk mescidinde ücretsiz olarak imamlık yaparken beş vakit namaz haricindeki vakitlerini mescit civarındaki süt ve simit sattığı dükkanda geçiren Sütçü İmam, “İslamiyet mâişet için çalışmayı da bir nevi ibadet kabul eder ve Allah boş duranları sevmez” sözlerini yerine getirmeye çalışırdı.
Maraş’ın Fransızlar tarafından işgal edilmesiyle bütün şehirde huzursuzluklar baş gösterdi. Fransızlar ve özellikle de onların içinde yer alan Ermeni askerleri şehre girer girmez dine, örfe, kısacası kutsala olan düşmanlıklarını aşırı hareketleriyle, şımarık davranışlarıyla göstermeye başlamışlardı. Şehrin içerisinde sarhoş olarak üçerli-beşerli gruplar halinde geziyor, halka sataşıyor, karşı çıkanları da sokak ortasında dövüyorlardı. Özellikle de Ermenilerin işgal kuvvetleri için tezâhurat ve taşkınlık yapmaları halkı yaralamıştı. Osmanlı devletinin gücü altında Millet-i Sadıka olarak süt dökmüş kedi gibi yaşayanlar ellerine biraz imkan geçince, süt içtikleri çanağa vurarak kendilerini aslan sanmaya başlamışlardı. Vaziyet çekilmez haldeydi.
31 Ekim 1919’da hamamdan çıkan iki hanıma Fransız ve Ermeni askerleri “Burası artık Türk memleketi değildir! Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!” diyerek kadınların peçelerini zorla açmak istemişlerdi. Olaya ilk müdahale eden Çakmakçı Sait oldu. Dini değerleri gâvurun kirli ellerine bırakmayacak kadar izzetli, bu uğurda ölecek kadar da cesaretliydiler. O dönemlerde iman, şimdiki gibi korkak sinelerde mahkum beklemiyordu. Onur için, din için, ölürler öldürürlerdi. Çakmakçı Sait; “Gâvur oğulları! Dokunmayın bacılarıma!” diyerek askerlerin üzerine yürüdü. Silahsızdı ve vuruldu. Bunu gören Sütçü İmam elindeki silahıyla ateş açtı ve bir Ermeni askerini öldürdü.
Sütçü İmam kurşunu atarken gün gelip Müslüman evlatlarının yollarda, sokaklarda peçeli bacılarına laf atacağını aklına bile getiremezdi. Başörtülü bacılara “Öz vatanında parya” muamelesi yapılacağını ve gün gelip okullara alınmayacaklarını tahmin dahi edemezdi. Ona göre bunu yapsa yapsa gâvur olan yapardı. Nerden bilecekti ki kurulacak yeni sistem dini devlete, dini siyasete, dini eğitime karıştırmadığı gibi bir de düşmanlık edecek... Ne iman bırakacak, ne imam, ne de millete dinini öğretecek hoca.
Sütçü İmam’ın attığı kurşunlar bir kurtuluş destanının öncüsü oldu. O mücadelede imamlık yaptı ve Kahramanmaraş’ın dışına çıkarak oradan kurtuluş hareketini başlattı. Nihayetinde 12 Şubat 1920’de Fransızlar Maraş’ı terk etti. Maraş harbinden gazi olarak çıkan Sütçü İmam, kaledeki topun idaresi ile vazifeli iken barutun ateş alması sebebiyle yanarak 25 Kasım 1922’de vefat etti.
Allah (c.c) amellerini kabul eylesin.
TARİHİN KARA BİR SAYFASI
(17 KASIM 1922)
‘Karşınızda köklerinden koparılmış, bir girdapla sahile fırlatılıp atılmış bir kazâzede var. Ben bu kargaşa içerisinde önümde daha ne kadar yol kaldığından habersizim ve bu işin neticesini de sadece Allah biliyor. ...Ne yapabiliriz ki? Kader, bu konuda düşündüğümden farklı bir yol çizdi. Ben, dindar bir insanım. ...Vazifemi çok karmaşık bir dönemde, bir insanın yapabileceği en iyi biçimde tamamladığıma bütün yüreğimle ve kat’iyetle inanıyorum...”
Kaçmadım, Hicret Ettim: ‘Her tarafı istilá eden inkılap ve ihtiras içerisinde bunaldım. Bana teklif edilen şekildeki hiláfete ne karşı koyma, ne de baş eğme imkánı görmeyerek kamuoyunda sükûn ve durumda açıklık belirinceye kadar tehlikeli bölgeden geçici olarak ayrılmaya karar verdim. Gitmekle, vekili olduğum şánı yüce peygamberin yaptığını yaptım, kaçmadım, hicret ettim.’
Üç Büyük Hata Yaptım: ‘Ben de insanım, hata etmediğim iddiasında bulunamam ve başlıca üç hatamı itiraf ederim: Birincisi, rahmetli biraderim Sultan Reşad’dan sonra saltanat makamını kabul etmem. İkincisi, mütareke hükümetlerine, başta Ferid Paşa olmak üzere Tevfik, İzzet, Ali Rıza ve Salih Paşalar gibi milletin ve devletin kalbur üstü isimlerine talihimi bağlayarak aldanmam. Üçüncüsü; devleti kuran ve halis muhlis Türk olan Osmanoğulları’nın memleketten sürgün edilip Hiláfetin ortadan kaldırılacağına asla inanmak istememem. ...Böyle bir tecrübeden sonra insanın vicdanının nasıl temizlendiğini, inancının ve tevekkülünün yeniden nasıl doğduğunu bilemezsiniz.’
İhanet Etmedim: ‘Talih ve kader bizi vatanımızdan ayırdı ve nihayet gurbetlere attı. Allah’ın takdiri ve kısmetimiz böyleymiş. ...Gerçi málum sebepler yüzünden dinime, vatanıma ve milletime arzu ettiğim kadar hizmete vakit ve imkán bulamadım ise de, asla ihanet etmedim. Şimdi burada zelil ve sefil bir halde kalmaktansa, Anadolu’da at sırtında olmalıydık. Ecdádımın sarıkları, aynı zamanda kefenleriydi. ...Anadolu’ya gidip ordunun başına geçmem konusunu düşündüm, Sadrazam Tevfik Paşa’ya açtığım zaman, büyük bir muhalefete uğradım. ‘Böyle bir avantüre giremezsiniz. Biz, Mustafa Kemal Paşa ile haberleştik. Zaferden sonra, size bağlılığını bildirecek…” deyip Anadolu’ya gitmeme máni oldu.’
Yukarıdaki sözlerin sahibi
Ülkenin en zor döneminde (1918) başa geçip ülkenin kurtuluşu için elinden gelen her çabayı gösteren,
Sözlerinde de ifade ettiği gibi cehennem gibi yanan Anadolu’ya gidip kurtuluş mücadelesinin başkanlığını bizzat yapmak istediği halde İngiliz kuvvetlerin, yokluğundan istifade ederek İstanbul’u ele geçirmelerinden korkmasından ve yakınlarının kendisini ısrarla Anadolu’ya göndermek istememesinden dolayı gidemeyip içi yana yana İstanbul’da kalan,
Fakat yerinde rahat rahat oturmayıp memleketin kurtuluşu için plân ve projeler hazırlayarak o karışıklıkta Anadolu’ya Mustafa Kemal’i gönderen,
Ülkenin kurtuluşu için gösterdiği onca çaba ve gayretinin karşılığını hilafetin kaldırıldığını duyarak alan,
Ve ülkede karışıklık çıkmaması için sessiz sedasız, sade bir vatandaş olarak ve hazineden hiçbir şey almadan ülkeyi terk eden,
İtalya’da aç, sefil ve borç içinde bir hayata mahkum edilerek, öldüğünde borcu yüzünden tabutuna haciz konulan,
36. ve son Osmanlı padişahı Sultan Mehmet Vahidüddin‘dir. Ne yazık ki tarih ona olan borcunu “Vatan Haini” diyerek ödemiştir. Artık tarih saklanan gerçekleri haykırıyor: “Mondrostan sonraki milli hareketimiz ve şahlanışımız M.Kemal Paşa’nın kendi fikirleri olmayıp tamamen Vahdeddin’e aittir.” Ve Vahdeddin bir vatan haini değildir. Asıl vatan hainleri, vatan dostlarını hain olarak yeni nesle öğretenlerdir.