Kapak

Kur’an Ekseninde İnsanın Eğitimi

Paylaş:

İslam dini, vahiy eksenli olmakla birlikte akla ve insanın gelişimine verdiği değer açısından Batı’nın dogmatik olarak tarif ettiği dinlerden farklılık arz eder. Aslında Batı, İslam’ı da bu kategoride değerlendirip bütün dinlerden uzaklaşıp, salt aklın önderliğinde bir medeniyet kursa da aklın rehberliğindeki bu medeniyetin insana daha çok zarar verdiği ortadadır. İslam, vahiy ile aklı birbirinden ayırmaz; aklı, vahyin rehberliğini tanıma ve anlama yönünde oldukça önemser. Kur’an’da birçok ayetin insanları akletmeye, düşünmeye sevk ettiğini müşahede etmekteyiz. İlk inen ayetlerinde okumaya, kalemle yazmaya temas eden bir kitaptan da elbette başka bir tutum beklenemezdi. Ancak Kur’an, insanın eğitimini ele alırken hayatın tüm alanlarını kapsayan, sadece dünyasını değil ahiretini de içeren bütüncül bir bakış açısıyla meseleye bakar. Toplumdaki konumunun (eğitim düzeyi, makam-mevki) ne olduğundan çok, iyi bir kul olması üzerinde durur. Kur’an’ın insanı eğitirken kullandığı ilke ve metotları ele almaya çalışalım.

Kur’an, en başında insana Allah Azze ve Celle’yi tanıtmakla işe başlar. Allah kitabında (ilk ayetlerde) kendisini yaratıcı (Hâlık), terbiye edici (Rab) ve insana bilmediği şeyleri öğretici olarak vasıflandırır. Rab sıfatı Kur’an’da yaklaşık dokuz yüzden fazla yerde geçer. Terbiye eden, insanı aşama aşama geliştiren manalarına gelir. İlk inen sure olan Alak’ta, (tertip sırasına göre) açılış suresi olan Fatiha’da ve kapanış suresi olan Nas Suresinde Rab sıfatına temas edilmesi oldukça ilginçtir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Allah’ın Rab sıfatına dikkatlerimizi çekerek: “Beni Rabbim terbiye etti ve ne güzel terbiye etti”1 demiştir. O halde yapılması gereken şey, Rabbimize ait olan bu kitabı eğitilmek ve iyi bir kul modeline ulaşmak gayesiyle okumaktır.

Kur’an, Allah’ı bu şekilde tanıttıktan sonra insanı tanıtıyor. İnsanı, rahim duvarına yapışan bir alaktan (embriyo) yaratılmış basit bir varlık olarak tanıtmaktadır. Bir yönüyle böyle basit bir varlık iken diğer yönüyle (halifelik görevi açısından) ise önemli bir varlıktır. Buraya kadar şunu anlamış oluyoruz ki sağlam bir eğitim ancak Allah ile kul arasındaki münasebetin bu temeller üzerine bina edilmesiyle ortaya çıkabilir. O sebeple ilk inen ayetler “Oku” diye emrederken bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Yaratıcıyı tanımadan gerçekleştirilecek bir okuma eylemi (eğitim süreci) eksik olacaktır. Belki kişi bilgi sahibi olacak, toplumda makam-mevki kazanacak ama iyi bir kul olamayacaktır. Eğitimdeki ana gaye Rabbin rızasını kazanmaya dönük olmalı, kişinin hayatı ve eğitimi Allah’ın çizdiği sınırlar çerçevesinde olmalıdır. Bu doğrultuda okuyan birisi hangi meslekten olursa olsun yaratılış gayesini ve bu hayatta asıl razı etmesi gereken mercii unutmayacaktır. Hem Rabbine karşı görevlerini yerine getiren iyi bir kul hem de içinde bulunduğu topluma yararlı işler yapan iyi bir insan olacaktır.

Kur’an’ın eğitim metotlarından birisi de insana haddini öğretmektir. İnsan ne kadar bilgi ve imkân sahibi olursa olsun kendinden bilmemeli, şımarmamalıdır. Elde ettiklerini, sonsuz bilgi sahibi olan Rabbinin bahşettiği nimeti olarak düşünmeli, ilimde derinleştikçe Rabbine olan sevgisi/bağlılığı artmalı, daha fazla tevazu sahibi olmalıdır. Kur’an iki yerde2 “Yeryüzündeki denizler mürekkep ağaçlar kalem olsa, onlar tükenirdi de Allah’ın kelimesi tükenmezdi” diyerek Allah’ın sonsuz ilmine işaret etmektedir. Eğer insan elde ettiklerini sadece kendi çabasıyla/kabiliyetiyle elde ettiğini düşünürse, zengin olduğunda Karun’a, güç ve iktidar elde ettiğinde Firavun’a dönüşecektir. Ya da bilgisini dünya menfaatleri uğruna satan, güç sahiplerinin yanında yer alan Haman’a dönüşecektir. O yüzden Alak Suresinin ilk ayetlerinde olması gereken okuma biçiminin dışında bir eğitimin zararına dikkat çekilmiş, “Gerçek şu ki, insan muhakkak azar”3 denilmiştir.

Kur’an’ın eğitim metodunda sadece bilgi yüklenmeyi değil aynı zamanda bu bilgiyi eyleme dönüştürmeyi de (pratize etmek) görüyoruz. Kur’an, eyleme dönüşmeyen hakikat bilgisini yük4 olarak tarif etmektedir. Öğrendiğini yaşamak hem bilgiyi içselleştirmeye, pekiştirmeye hem de bir başkasına en etkili şekilde öğretmeye (hâl ile tebliğ) vesile olacaktır. “Sizler kitabı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?”5 ayeti bilgi sahibi olup da bildiği ile amel etmeyenleri uyarmaktadır.

Kur’an’ın eğitime dair öğrettiği metotlardan birisi de eğitimin gönülden gelen bir istekle elde edilebileceği yönündedir. Öğrenme arzusu olmadan tam bir eğitim olmaz. Niyetinin düzgün olması, hem fiili dua (çalışma, gayret etme) hem de kavli dua ile bu niyetin desteklenmesi gerekmektedir. “De ki: Rabbim ilmimi artır”6 duası Hz. Peygamber’e hitap etse de tüm Müslümanlara öğretilen bir duadır. Elbette ki elde edilecek ilmin faydalı olmasına da dikkat edilmelidir. İnsan, samimi niyetlerle çıkacağı ilim/eğitim yolunda bir yandan gayreti elden bırakmamalı, diğer yandan hedefini de unutmamalıdır.

Kur’an’ın eğitim metotlarından birisi de tedricilik yani aşama aşama seviye farkını gözeterek öğretmedir. Kolaydan zora, basamak basamak ilerleme şeklindedir. Önce temeli atma sonra binayı çıkma da denilebilir. Kur’an, 13 yıllık Mekke döneminde akideyi öğretti, her türlü zorluğa rağmen bu inancı muhafaza için sabrı/sebatı tavsiye etti. Akideyi yerleştirdikten sonra bu inancın daha da pekişmesi ve hayatı değiştirebilmesi için farz ibadetleri emretti ve bazı yasakları belirledi. Toplumda alışılmış olan haramları (içki gibi) birkaç aşamada yasakladı. Kur’an’ın toptan bir seferde değil peyderpey inmesi de onun bir bilgi kitabı değil hayat kitabı olduğunun açık delilidir. Allah, insanların hayatlarının birden değişmeyeceğini, bunun bir süreç işi olduğunu elbette en iyi bilendir. Biz de Kur’an’ın bu metodunu takip etmeli, insanların eğitiminde aceleci olmamalı, sabır göstermeliyiz.

Kur’an’da tekrarların olması da bilginin kalbe yerleşmesi ve anlamayı kolaylaştırması açısından önemlidir. Kur’an’da en çok üzerinde durulan ve tekrar edilen konu elbette Tevhid (inanç)’dir. Çeşitli surelerde anlatılan peygamber kıssalarında, peygamberlerin kavimleriyle olan mücadelelerinde hep Tevhid üzerinde durulmuş, insanların Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmaları gerektiği vurgulanmıştır. Kur'an, kıssalardaki olayları ve verilen mesajları tekrar ederken bıktırıcı/usandırıcı değil, konu bütünlüğü içerisinde ve konuyu tamamlayıcı şekilde tekrar etmektedir. Bir de tekrar, bir şeyin iyice yerleşmesi, kişinin o konuda meleke kazanması için de lazımdır. Allah Azze ve Celle, kitabının her sayfasında farklı bir bilgiden bahsedebilir, hiçbir şekilde tekrar etmeyebilirdi. Sonsuz ilim sahibi olan Allah’ın muradı sürekli olarak farklı bilgiler vermek değil, insana gereken hakikat bilgisini kıssalar ve tekrarlar yolu ile iyice öğretmektir. Kur’an’ın kıssalar yoluyla öğretmesi de akılda kalıcı olması bakımından önemlidir. Bu kıssalarda amaç teferruattan çok mesaj vermektir. Çoğu zaman kıssalarda yer, zaman ve kişi adları olmaz. Daha çok olayın vasfı üzerinde durulur. Hz. Âdem-İblis kıssası, Hâbil-Kâbil kıssası, bahçe sahipleri, peygamber kıssaları gibi… Bu kıssalar yoluyla geçmiş ümmetlerin mücadelesi ve bu dinin/davanın ne gibi zorluklarla bugüne geldiği anlatılmaktadır. Bunlar birer tasvir değil yaşanmış hakikatlerdir. Onlar nasıl imtihanlardan geçtiler ve ne gibi zorluklar yaşadılar? Allah’ın toplumlara uyguladığı sünneti nedir? Bütün bu soruların cevaplarını Kur’an’ın kıssaları sayesinde akılda kalıcı şekilde öğreniyoruz.

Kur’an bazı ayetlerinde darb-ı mesel (atasözü, özlü sözler) ile örneklendirerek öğretmektedir. Kâinatın ve tabiatın örnek gösterilmesi ile bir yandan Allah’ın kudretine, ilmine, sanatına dikkatlerimizi çekerken diğer yandan bu kadar kudretli olan bir zatın ahireti gerçekleştirebileceğine işaret edilmektedir. Örümceğin ağını örnek vererek7 (onun dayanıksızlığına işaret ederek), Allah’tan başka dost edinenlerin ne kadar zayıf bir şeye tutunduklarını veciz bir şekilde ifade ediyor. “Allah katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir…”8 ifadesiyle Hz. İsa hakkında tartışmaya son veriyor, dikkatleri ilk insanın yaratılışına çekerek Hz. Âdem'in hem annesiz hem babasız yaratıldığını hatırlatıyor. Yine birçok ayette Kur’an’ın soru sorma yöntemi ile öğrettiğini ve bir şeyin önemini kavrattığını görüyoruz. “Akabenin (sarp yokuşun) ne olduğunu bilir misin?”9 veya “Ey insan! Kerim olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?”10 gibi sorular Kur’an’da oldukça sık geçmektedir. Böylelikle insanı o şeylerle ilgili düşünmeye, idrak etmeye sevk etmektedir.

Kur’an bazı ayetlerde insanın nefsine yer vererek insanın sadece maddi bir varlık olmadığını, manevi yönünün de olduğunu vurguluyor. Nefsin tezkiye/terbiye edilmesinin insan eğitiminde çok önemli olduğunu ifade ediyor. Kalbin ıslahı ve nefsin tezkiyesi ayrıca ele alınması gereken önemli ancak uzun bir konu olduğu için burada değinmeyeceğim. Kur’an’da insanın eğitimi ile ilgili daha pek çok örnek zikredilebilir. Ancak bu kadarıyla iktifa edelim. Sonuç olarak Kur’an, toplumları eğitmek isteyen kişilerce/kurumlarca bir baş ucu kitabı olmalı, ona müracaat edilmeden yapılan eğitimlerin yetersiz olacağı bilinmelidir. Onun hükümlerinin sadece eğitim alanında değil hayatın her alanına hâkim olmasının mücadelesi verilmelidir. Böyle olmazsa toplumdaki huzursuzluğun, haramların, suç oranlarının vb. diğer olumsuzlukların her geçen gün artacağı unutulmamalıdır.

1.        Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 12

2.        Lokman, 27; Kehf, 109

3.        Alak, 6

4.        Cuma, 8: “Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir…”

5.        Bakara, 44

6.        Taha, 114

7.        Ankebut, 41

8.        Al-i İmran, 59

9.        Beled, 12

10.     İnfitâr, 6