YAZAR: ALİ HAYDAR HAKSAKAL
Geçen yüzyılın ikinci yarısından sonra insanların önüne yeni bir put konuldu. Demokrasi. Vazgeçilmezlik tutkusu. Bütün çözümlerin, yönetim üstünlüklerinin olduğu bir olgu. Ödünsüz ve tercihsiz bir seçim. Yani, milletlerin yönetiminin en sağlam ve tek dayanağı olarak sunulan bir sistem. Sistemsizlik içinde bir sistem.
Günümüz Müslümanlarının bir kurtuluş ve çözüm kapısı, demokrasi. Başlangıçta Cumhuriyet yönetimi ve tercihi, zamanla yerine demokrasiye bıraktı. Demokrasi de özgürlük ile eşdeğer olarak kabulleniliyor.
Demokrasiye geçilince bütün sorunların üstesinden gelineceği duygusu ağır basıyor. Kitleler tutku ile bu üstün edime ulaşmak için aşk ile koşuyorlar. Tapınaklarına koşan ilkel kabileler gibi. Hayat orada, umut orada, seçeneksizlik orada.
Demokrasi oyununu oynayanlar, üst kattakiler kendilerine göre bir yapı kuruyorlar. Kitleler de bu yanılsatıcı oyunu içinde kendilerine bir rol verildiğini sanıyorlar. Emeklerini, çabalarını bu uğurda harcıyorlar.
Seçenler kendi buyrukları altında olabileceklerini umdukları, söz geçirebilecekleri ya da nazlanabilecekleri yöneticileri elleriyle seçtiklerine inanıyorlar. Seçiyorlar ama oyun seçimlerle bitiyor. Seçenlerin artık hiçbir etkinliği yok. Oyunun bir bölümü orada bitiyor. Fakat onları heyecanlandıracak bir takım eylemler gerekli.
Egemenler, yönetimi ele geçirdikten sonra erki artık bir daha kimseye kaptırmama gibi bir çabayla hırçınlaşırlar. Bunların birçok nedeni var. Darbelerle gelen yönetimler darbe yaptıkları kesimleri devre dışı bırakmak adına bir tuzak oyun kurarlar. Demokrasi adına ve demokrasi için yapılır bunlar. Ya da batı düşünce odaklı bir kesim iktidara geldiğinde yerli düşünceye mensup olanların yönetimde söz sahibi olmamaları için engeller koymaya bakar. Bir başka açıdan da hırsla iktidara gelenler kendi yerlerini korumak adına engel üstüne engel koyarlar. Bütün bu eylemler çıkar adınadır.
Bir milletin değerleri asla söz konusu değildir. Demokrasi değerlere bakmaz. Müslüman toplumların kendi kendilerini yönetmelerine asla izin verilmez. Dünya sistemi içinde öylesine bir put vardır ki ona asla dokunulamaz. Demokrasi içinde laiklik. Laiklik söz konusu olunca dini değerlerin hayatın dışına itilmesi gerekiyor. Dini değerler hayatın içinde kalmaya devam ederse laik demokratik yapı işlemez, işlevini de görmez.
Müslümanların hayatta asla vazgeçemeyecekleri, vazgeçmeleri mümkün olmayan temel kuralları var. Zekât ve faiz. Biri yerine getirilmesi zorunlu, diğeri ise yasak. Laik devlet sisteminde ise zekâtın yeri asla olamaz. Faiz öylesine bir kurumdur ki, insanlığı dört bir yandan kuşatan bir sarmal. Bu sarmal içinde insanların sıyrılmaları oldukça güç görünüyor. En inanmış insanlar ve hatta yöneticiler bile “faizi bir dünya gerçeği” olarak görüyorlar. Yani demokratik bir sistem içinde bir vazgeçilmezlik. Ticaret yapan kesimlerin de çıkmazı.
Müslüman bir toplumu demokratik bir özgürlük ile kendi asli değerlerinden uzaklaştırmak. Yani Müslümanların özgürlük alanlarını daraltmak, daha açık ifade ile kapatmak. Onları yok saymak ve seçeneksiz bırakmak.
Bu sisteme karşı olan bir milletin temsilcilerinin demokrasi oyunu içinde yerleri yoktur. Onlar oyunbozandırlar. Her adımları ayak bağı olur. Seçimlerde kurallar koyarlar. Engelleri yükseltirler ki aşılmasın. Bir milletin diğer kesimlerinin söz sahibi olmasının önü kesilir. Demokrasi oyunu döneme ve koşullara göre değişir ve değiştirilir. Diyelim ki engel konulan kesim bu engelleri aşarsa ne olur, onun da çaresi var: Darbeler ya da suikastler, ya da karalamalar ve çirkefler. Bunun için araçlar da mevcut. Güdümlü sivil toplum örgütleri, medya ve reklam veya silahlı güçler. Demokrasilerde egemen yöneticilerin çaresiz kaldığı zamanlarda bunlar son çözümlerd