Kişisel Gelişim

Nasıl Başardılar? -6

Paylaş:

İdeal sahibi insanların hayatlarını okuyup bugünkü Müslümanların İslam Medeniyeti kurma yolunda ne yapmaları gerektiği hakkında ilham kaynağı olmasını temenni ettiğimiz kişisel gelişim sayfamıza İslam âlimlerinin hayatları ile devam ediyoruz…

ÖMER HAYYÂM

1039-1848 tarihleri arasında Nîşâbur’da doğdu. Asıl ismi Ebü’l-Feth Gıyâsüddîn Ömer b. İbrahim’dir. Babası çadırcı olduğu için sözlükte “çadır yapımcısı” anlamına gelen bu kelime lakabı olmuştur. Bununla birlikte onun İran’da yerleşmiş Arap asıllı Hayyâmî kabilesine mensup olabileceği de düşünülmektedir.

Ömer Hayyâm için zamanın bütün bilgilerini bildiği söylenmektedir. Yaşadığı dönemde dahi İbn Sina’dan sonra Doğu’nun yetiştirdiği en büyük bilgin olarak kabul edilmiştir. Fizik, Astronomi, Cebir ve Yüksek Matematik dehalarından bahsederken onun adı ilk sıralarda yer almaktadır.

Ömer Hayyâm gençlik yıllarında Semerkant’a gelmiş ve burada şiirin yanında Matematik, Gök Bilimi, Müzik ve Edebiyat konularında çalışmalar yapmıştır. Bilimsel yetenekleri kısa zamanda duyulan Hayyâm 1070 yılında henüz 22 yaşındayken Selçuklu Sultanı Celaleddin Melikşah’ın veziri Nizamülmülk tarafından İsfahan'a davet edilmiş ve kendisine burada bir gözlem evi kurma görevi verilmiştir. Gözlemevini kurmuş ve 18 yıl burada çalışmıştır.

El Hâzinî, el Usturlâbî ve el Vâsıtî gibi ünlü bilginlerle gözlem yapmıştır. 1079 yılında Celâli Takvimini hazırlamıştır. Halen Afganistan ve İran’da kullanılmakta olan bu takvim ondan 500 yıl sonra yapılan ve bugün de kullanılan Gregoryen takviminden çok daha dakiktir. Gregoryen takviminde her 3300 yılda 1 günlük hata oluşurken bu hata Celalî Takviminde 5000 yılda 1 güne düşmüştür. Hayyâm ve ekibi güneş yılını olağanüstü bir doğrulukla 365 gün 24 saat 21 dakika 985 saniye 815,6 salise olarak belirlemişlerdir.

Hayatı boyunca yaptığı çalışmalardan bazıları şunlardır:

  • Cebir Risalesinde Kübik Denklemlerini incelemiş ve Matematik tarihinde bu denklemleri ilk kez sınıflandırmıştır.
  • Hayyâm 1. ve 2. derece denklemleri sınıflandıran Harezmî’yi aşarak 3. dereceden 13 farklı denklem tanımlamıştır.
  • Matematikte bilinmeyi "şey" olarak tanımladı. Çalışmaları İspanyolcaya çevrilirken"xay" olarak yazıldı. Zamanla kısaltıldı ve bilinmeyene x denildi.
  • Binom Teoremini ve bunun katsayılarını bulan ilk kişinin de kendisi olduğu düşünülmektedir.
  • Öklid dışı Geometrinin temellerini atmıştır. Bulduğu yeni Geometri Einstein'ın Genel Görelilik Teorisini oluşturan önemli bir çalışmadır.
  • İrrasyonel sayıların da tıpkı rasyonel sayılar gibi kullanılabileceğini kanıtlamıştır.
  • Gümüş ve altın gibi değerli madenlerin saflığının ölçülmesi, Arşimet Kanununa dayalı su terazisi, hesap ve tasarım çalışmaları yanında hava ve iklim değişmeleri ile ilgili uygulamalar yapmıştır.
  • Şiir yazma konusunda da yetenekli olan Hayyâm “Rubailer”i yazmıştır.

Ünlü bilim insanı George Sarton bilim tarihine giriş eserinde 12. yüzyılın 2. yarısını “Ömer Hayyâm dönemi” olarak adlandırmıştır. 

Ömer Hayyâm’ın 1123-1132 yılında 85 yaşında Nişabur'da vefat ettiği tahmin edilmektedir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki: Ömer Hayyâm yalnızca kendisini geliştirip ileriye taşımamış bulunduğu çağı da ileriye taşımıştır. Hayatına bu kadar başarı sığdıran Hayyâm elbette ki hayatında başarısızlıklarla da karşılaşmıştır. Ancak pes etmemiştir. Başarmak isteyen insan başarısızlıktan korkmamalıdır. Ancak başarısızlıklar karşısında tembelliğe ve ümitsizliğe düşmekten korkmalıdır. İslam davetçisi de İslam’ı yaşarken yalnızca şahsi hayatını değiştirmek gayretinde olmamalıdır. İslam davetçilerinin hedefleri büyük olmalıdır. Bulundukları çağa İslam davasını hâkim kılmayı hedeflemelidirler ve kendilerini İslami hizmetleri ileri seviyeye taşıyacak biri olarak yetiştirmeye çalışmalıdırlar.

KAMBUR VESİM: VEREM MİKROBU

Halk arasında Kambur Vesim olarak da bilinen Abbas Vesim Efendi, 17. yüzyılın sonlarına doğru İstanbul’da doğdu. Osmanlı hekimi, hattat, şair ve Astronomi bilginidir.

Küçük yaşlarda ilim öğrenmeye başlayan Abbas Vesim Efendi, önce doktor olan babasından, sonra da dönemin “Sultanların Tabibi” lakaplı Bursalı Ali Efendi ve Kâtipzade Mehmet Refi Efendi’den Tıp ilmini öğrenmiştir. Galata’da oturan Batılı doktorlarla ilişkiler kurarak Latince ve Fransızca öğrenmiş, hatta kimi İtalyanca Tıp metinlerini Türkçeye çevirterek, Avrupa’daki gelişmelerden de bilgi sahibi olmuştur. İlim tahsili için Hicaz, Şam ve Mısır’a gitmiş, döndüğünde İstanbul’da Sultan Selim Camii yakınında muayenehane ve eczane açmıştır.

Osmanlı doktorluğunu olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendi’nin kişisel deneyimleri ile verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıp’ı iyice anlayabilmek için Fizik, Mekanik ve Deneysel Kimyayı da bilmenin gerekli olduğunu savunmuştur. Bu konuda “Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi” adlı bir eser yazmıştır. Ayrıca Deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama biçimine yön vermiştir. İbn-i Sina gibi eski doktorların eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul’a gelen kimi Batılı doktorların eserlerinden yararlanarak “Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim” adlı eserini yazmıştır.

İlmi çalışmalarını Fatih’te Sultan Selim Çarşısı'ndaki hekim dükkânında yapmıştır. Hastalıkların sadece tedavisinin değil, nedenlerinin de araştırılmasına büyük önem veren Abbas Vesim Efendi’nin esas üne kavuşması verem mikrobunu bulması ve 18. yüzyıl sonlarında “Düsturu’l-Vesim fi Tibbi’l-Cedid ve’l-Kadim (Eski ve Yeni Tıp konusunda Vesim’in kuralları) adlı iki ciltlik kitabı yazmasıyla olmuştur. Bu eser Doğu ve Batı Tıp’ını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olup, tarihimiz bakımından oldukça önemlidir. Şişli Etfal Hastanesi Başhekimi İbrahim Paşa, yazdığı bir makalede, “Vesim Abbas’ın hastalık mikroplarını Avrupalılardan 300 yıl önce keşfettiği, verem ve frengi hastalıklarının tedavisi konusundaki görüşlerinin ne kadar yerinde olduğu ancak XX. yüzyıl başında kabul edilmiştir” diye yazar.

1760 yılında vefat eden Abbas Vesim Efendi, İstanbul Edirnekapı Mezarlığının dış tarafında bulunan kabristanlığa defnedilmiştir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki: İdealist insanlar işlerine odaklanırlar ve kendilerini ilgilendirmeyen her şeyi terk ederler. İslam davetçileri de İslam Medeniyeti ideallerine odaklanmalıdırlar. Bu ideale yaklaştıracak her işe sarılmalı ve uzaklaştıracak her işten sakınmalıdırlar. Davalarını ilgilendirmeyen şeylerden yüz çevirmelidirler. İdeallerini önemsedikleri takdirde Allah’ın yardım edeceğini unutmamalıdırlar.

“Nasıl Başardılar?” serimizi bu sayıda bitiriyoruz. Başka bir seri ile devam etmek ümidiyle. Allah’a emanet olun.