Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur: “Kim Rabbinin makamından korkarak nefsini kötü arzularından alıkoyarsa, onun varacağı yer cennettir.”1
Câbir (r.a), Hz. Peygamber (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Ümmetim için en korktuğum şey, hevâya (nefsin kötü arzularına) uymak ve uzun emeldir. Hevâya uymak onları haktan alıkor, uzun emel ise ahireti unutturur.”
Bil ki; nefsin isteklerinin aksine hareket etmek ibadetin başıdır. Büyük zatlara İslam’ın ne olduğu sorulunca; “Nefsi, arzularına muhalefet kılıcı ile kesmektir” demişlerdir. Şunu bil ki; kimin kalbinde nefsinin yıldızları doğarsa, Allah ile ünsiyet (muhabbet) güneşi batar.
Zünnûn-i Mısrî demiştir ki; “İbadetin anahtarı tefekkürdür. Hakta isabetin alâmeti; nefse ve hevâsına muhalefet etmektir. Onlara muhalefet etmek, kötü arzularını terk etmektir.”
İbni Atâ ise bu hususta şöyle der; “Nefis, kötü edep üzere yaratılmıştır. Kul ise onu edebe bağlı tutmakla görevlidir. Nefis, tabiatı icabı hep muhalefet meydanında (haramlarda) koşar. Kul ise; cehd ve gayretiyle onu bu kötü hallerden çekmeye uğraşır. Kim nefsinin ipini serbest bırakırsa, yaptığı kötü işlerde ve helâk olmasında ona ortak olmuş olur.”
Akıllı bir kimse nefsinden nasıl razı olur ki? Hz. İbrahim (a.s) kadar şerefli peygamberlerin neslinden gelen Hz.Yusuf (a.s) bile; “Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Şüphesiz nefis, sürekli kötülüğü emreder” demiştir. 2
Ebu Süleyman Daranî demiştir ki; “Kim ibadet ve zikirle gecesini güzel geçirirse, gündüzünde bunun karşılığını görür. Kim şehvetini (kötü bir arzusunu) terk etmede samimi olursa, kendisine ilahî yardım edilip o şeyin sıkıntısı giderilir. Allah Teâlâ kendisi için kötü bir arzuyu terk eden kalbe azap etmeyecek kadar kerîm ve cömerttir.”
*Abdulkerim Kuşeyrî ( Kuşeyrî Risalesi)