Türkiye’nin son yıllarını ilgilendiren en önemli mesele, yargının siyasallaşması ve keyfileşmesidir. Yargı, asli vazifesi olan adaleti sağlama görevini bu ülkede hiçbir zaman hakkıyla yerine getirememiştir. Bu görevi yerine getirmediği için her dönemde yargı eliyle mağdur kitleler ortaya çıkmış ve toplumdaki kutuplaşmalar artmıştır. Bir ülkede farklı görüşten insanların bir arada huzurlu bir şekilde yaşamasını sağlayan unsur adalettir. Adaletin olmadığı yerlerde toplumdaki kutuplaşma artar ve zulme uğrayan kişilerde rövanş alma düşüncesi oluşur. Adaletin ve toplumsal huzurun bekçisi olması gereken yargı, zulmün ve haksızlıkların bir aracı haline gelmiştir. Yargı tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de gücü elinde tutanların bir sopası ve muhalifleri susturma aracı olmuştur. Bu zihniyetten kurtulamadığımız için dün 28 Şubat mağdurlarını ortaya çıkaran yargı, bugün de KHK mağdurları ile fikir ve düşünce tutsaklarından oluşan binlerce kişilik mağdur bir kitle oluşturmuştur.
YARGININ AMACI ADALETİN TESİSİNİ SAĞLAMAKTIR
İyi işlemeyen bir hukuk sisteminde haksızlıkların ve zulümlerin doğması kaçınılmazdır. Haksızlıkların artmasının sebebi ülkemizin hukuk devletinden kanun devletine; oradan da keyfiliğe yönelmiş olmasıdır. Kanun devletini dahi beğenmezken bugün keyfiliğin hâkim olduğu siyasallaşmış bir yargıyla karşı karşıyayız. Mağdur kişilerin neredeyse tamamının iktidara bir şekilde muhalif olması yargının durumunu ortaya koymaktadır.
MAĞDURİYETLERİ GİDERMEKLE GÖREVLİ OLAN YARGI, BİZZAT MAĞDURİYETLERİN KAYNAĞI HALİNE GELMİŞTİR
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ülkemizde otoriterlik artmış ve özgürlükler kısıtlanarak yargı iyice kıskaca alınmıştır. Darbe girişimi sonrasında yargı, siyasi iktidarın bir parçası olmuştur. Hukuk devletinden uzaklaşmanın ve keyfiliğe yönelmenin sonucu olarak, yargı eliyle zulme uğrayan binlerce mağdur insan ortaya çıkmıştır. Mağduriyetleri gidermekle görevli olan yargı, bizzat mağduriyetlerin kaynağı haline gelmiştir.
TEMEL HAK VE HÜRRİYETLER OHAL’LE BERABER SÜRESİZ OLARAK ASKIYA ALINDI
OHAL sonrasında yargının keyfiliği iyice artmış ve birçok haksız durum ortaya çıkmıştır. Uygulamadaki keyfilik, Anayasa tarafından güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklere doğrudan müdahale edilmesine sebep olmuştur. Bu temel haklardan en çok ihlal edilenler ise kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade hürriyeti olmuştur.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Anayasanın 19. Maddesinde düzenlenmiş olup devletin; bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan temel bir haktır. Bugün farklı görüşten birçok insanın haksız ve keyfi olarak tutuklanıyor olması, bu temel hakkın ihlal edildiğini göstermektedir. Tutukluluk çok ağır şartları olan istisnai bir koruma tedbiri olduğu halde, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, tutukluluk kural haline gelmiştir.
Anayasa m.19’a göre; “Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir.”
Yine CMK m.101’e göre; “Tutuklama kararında a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Anayasa ve kanundaki bu açık düzenlemelere rağmen hiçbir gerekçe gösterilmeden bir kişi tutuklanabilmekte ve yıllarca cezaevinde kalabilmektedir.
TAHLİYE KARARLARINA KHK İLE YAPILAN MÜDAHALE
20/11/2017 tarihli ve 696 sayılı KHK ile savcılara itiraz hakkı verilmesi de yargının bağımsızlığına gölge düşürmüştür. CMK’nın 104. Maddesine göre “Şüpheli veya sanığın tutukluluk halinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Bu kararlara itiraz edilebilir.” Eskiden sadece tahliye talebinin reddi kararlarına itiraz edilebiliyordu ve bu yargılanan kişinin lehineydi. Ama yeni düzenleme ile mahkemelerin tahliye kararlarına karşı savcılara itiraz hakkı getirildi. Bu itiraz, iktidarın izni olmadan bir kimsenin tahliyesinin imkânsız hale gelmesine sebep oldu.
SİYASETEN ESİR TUTULANLAR TAHLİYE EDİLEMİYOR!
Dosyaya bakan mahkeme tahliye etse bile savcının itirazı ile kişilerin keyfi olarak tekrar tutuklanmasının yakın dönemde üç farklı örneği ortaya çıkmıştır.
•Dosyaya bakan mahkemenin tahliye kararına savcının itiraz etmesi üzerine, dosyayı hiç bilmeyen bir üst numaralı mahkeme tutuklama kararı verdi. Örnek: Alparslan Kuytul Hoca, Eren Erdem, Selçuk Kozağaçlı vb.
•Dosyaya bakan mahkeme sanığa ceza vererek hükümle beraber tahliye etti. Ancak savcının itirazı üzerine bir sonraki mahkeme tekrar tutuklama kararı verdi. Örnek: Ahmet Altan
•İlk derece mahkemesinin verdiği ceza İstinafta bozuldu ve kişi beraat etti. Beraatla tahliye olan kişi, savcının itirazı üzerine tekrar tutuklandı. Örnek: Metin İyidil
OHAL’LE BERABER YARGIYA, “DÜŞMAN CEZA HUKUKU” HÂKİM OLMUŞTUR
OHAL sonrasında yaşanan hukuksuzlukların ana sebebi düşman ceza hukukunun uygulanmasıdır. Düşman ceza hukuku uygulandığı için yürürlükteki kanunlar yerine intikam duygusuyla hareket eden güç sahibi kişilerin uygulamaları dikkate alınmaktadır.
Anayasa m.10’a göre: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Anayasanın bu açık hükmüne rağmen eşitlik ilkesine aykırı olarak, adamına göre suç icat edilmekte ve özellikle FETÖ davalarında hukuk rafa kaldırılarak intikam duygusuyla hareket edilmektedir. Bu öyle bir intikam ki kadın, çocuk, yaşlı ve hasta dinlemiyor. Babası FETÖ’den tutuklu annesi ise yine FETÖ’den yurt dışı yasağı ile serbest bırakılan 8 yaşında kanser hastası Ahmet Ataç’ın hikayesi, yaşanan travmalardan sadece bir tanesi. Ahmet tedavi için yurt dışına gitti ancak annesinin yurt dışı yasağı olduğu için bu zorlu tedavi sürecinde oğlunun yanında olamıyor. Bu annenin feryadını ne zaman duyacak insanlar. Bu kadının yurt dışı yasağını kaldırmak çok mu zor, bir çocuk gözlerimizin önünde eriyip gidiyor ama biz bir şey yapamıyoruz. OHAL’le beraber uygulanan düşman ceza hukukunun en önemli örneklerinden biri budur.
HÜKÜMLÜLER İÇİN DAHİ UYGULANAN KANUNLAR, FETÖ TUTUKLULARI İÇİN UYGULANMIYOR
5275 CGTİH Kanunun m.16/4’e göre;
“Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından başka birine verilmiş olursa, doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur.” Bu açık düzenlemeye rağmen FETÖ suçlamasıyla yargılanan ve haklarında henüz hüküm verilmediği için masum olan birçok kadın, cezaevinde doğum yapmakta ve 800’ün üzerinde bebek ve çocuk cezaevlerinde adeta rehin tutulmaktadır.
BERAAT EDEN KİŞİLER DAHİ GÖREVLERİNE İADE EDİLMİYOR
Düşman ceza hukukunun bir diğer yansıması ise haklarında FETÖ soruşturmaları sonucunda takipsizlik veya beraat kararı verilen kişilerin görevlerine iade edilmemesidir. Mevcut yargılamalardan zaten çok fazla adil bir karar çıkmıyor ama adil bir kararla beraat edilen kişilerin dahi irtibat ve iltisak gibi soyut birtakım gerekçelerle görevlerine iade edilmemesi yargının hali pür melalini gözler önüne sermektedir.
TOPLUMUN BİR KESİMİ SİVİL ÖLÜME MAHKÛM EDİLDİ
Yargının siyasallaşmasının bir sonucu olarak toplumun bir kesimi gerek cezaevinde gerekse dışarıda adeta sivil ölüme mahkûm edildi. Siyasi sebeplerle tutuklanan kişilerin cezaevinde hiçbir haklarının olmadığını söylemeye bile gerek yok. Telefonla görüş, aile görüş, avukat görüş vb. hakların tamamı siyasi tutuklular için yasaklanmış durumda. Tutukluların avukat görüş hakkının “2 haftada 15 dakika” ile sınırlandırıldığı bir dönemden bahsediyoruz! Kişiler kanunda belirtilen şartlar oluşmadan tutuklanıyor, cezaevinde bütün hakları yasaklanıyor, bütün mal varlığına tedbir konuluyor, sivil hayatta çalışması engelleniyor… Meseleye tarafsız gözle bakan kişiler bunun bir sivil ölüm hatta soykırım olduğunu açık bir şekilde görmektedir.
Ne yazık ki gücü ele geçiren kişiler, yargıyı, muhalifleri susturmak için bir araç haline getiriyor. İktidarı rahatsız eden her açıklama savcıları harekete geçiriyor. Savcıların referansı maalesef artık kanunlar değil iktidarın politikaları olmuş durumda.Alparslan Kuytul Hoca, Ahmet Altan, Eren Erdem, Osman Kavala, Selçuk Kozağaçlı ve daha birçok ismin özgürlük hakkı, intikam duygusuyla gasp edildi. Bu kişilerden bazıları yargılandıkları mahkeme tarafından tahliye edildikleri halde itiraz üzerine tekrar tutuklandı.
YARGIYI, ADALETİN SAĞLANDIĞI YER HALİNE GETİRMEK BİZLERİN ELİNDE
“Bir topluluğa duyduğunuz kin sizi adaletsiz davranmaya sevk etmesin”1 ilahi emri Müslümanların iktidarda olduğu bir dönemde rafa kaldırılmış ve farklı görüşlerden birlerce insan mağdur edilmiş durumda.
Yaşanan bunca hukuksuzluğa rağmen ben halen umut olduğunu düşünüyorum. Herkesin sustuğu dönemde hakkı haykıranlar ve hangi görüşten olursa olsun mazlum durumda olan kişilere “ama”- sız destek verenler sayesinde, bugünlerin aşılacağına inanıyorum. Yargıyı, mağdur kitleler meydana getiren bir kurum olmaktan çıkarıp; yeniden adaletin sağlandığı yer haline getirmek bizlerin elinde. Evet, tek bir kişi dahi olsanız eğer zalimin zulmü karşısında mücadele etmeye devam ediyorsanız, karanlıklar aydınlığa çıkacak demektir.
1. Maide, 8
Av. Adem TURAL