“Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah’a ulaşmaz, ancak O’na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O’nun size hidayet vermesine karşılık Allah’ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver.”1
Bütün bildiği ve anladığı görünen olan, kaba akıllarıyla görünenin ardında ki sebeplere ve inceliklere hiçbir zaman erememiş Arap cahiliyesine bir gönderme olarak indi bu ayet… Ve sahabeye o derin bakışı kazandırmak için elbette. Çünkü Arap cahiliyesi putlar ve Allah adına kurban keser, sonra da şirk içinde kestikleri bu kurbanın etlerini kendileri yemez etlerini ve kanlarını Kâbe’ye serpiştirerek güya Allah’a sunmuş olurlardı. Bunu gören sahabi Allah Rasulü’ne sordu; “Ya Rasulallah! Saygı ve tazim bunu gerektiriyorsa, biz bunu yapmaya onlardan daha çok layığız.”2 Sahabi bunu yaptığında şirkle kestiği değil, ihlâsla Allah için kestiği kurbanlarda yapacaktı. Fakat Rabbimiz için bu da manasızdı. Asıl mana yapılan ibadetlerin halis niyetler, katıksız duygularla Allah’a sunulmasıydı. İbadetler bu şekilde gerçekleştirildiğinde Allah katında makbul olacaktı.
Âlemlerden müstağni olan Allah Azze ve Celle kesilen kurbanın ne etine ne de derisine muhtaç değildir elbette. Dinde yapılması istenilen ibadet ve eylemler insana fayda sağladığı için emredilmiştir. Allah’ın bunda hiçbir menfaati -hâşâ- yoktur. Bu ayetten bir önce ki ayette buna işaretle kurbanın faydalarını anlatan Rabbimiz şöyle buyurmuştu; “İri cüsseli develeri size Allah’ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşçasına ayakta durup) boğazlanırken Allah’ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da onlardan yiyin, kanaatkâra ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.”3
Bu hayvanları canlıyken kullanırsınız, yük taşıtır, sütünden istifade edersiniz bu Allah’ın lütfudur. Kesersiniz etinden yersiniz, bu da Allah’ın lütfudur. Etinden fakirlere verir sevap kazanırsınız. Allah sizin kurbanlarınız sebebiyle sizi mükâfatlandırır. Bu da ayrı bir lütuftur. O halde bu kadar lütuf için Allah’ın adını anın ve “Allah-u Ekber!” deyin.
Rabbimiz Teâlâ’nın kesilen kurbanlara ve yapılan ibadetlere ihtiyacı olmadığı halde mükâfat vermesi kula gösterdiği merhametindendir. Kul ne yapıyorsa kendisi için yapar. Kendi mükâfatı ve sevap kazanmak için… Fakat işte bunun şartı kulun yaptığı amele şirk bulaştırmaması, gösteriş ve riyadan uzak halis niyetlerle ameli gerçekleştirmesidir.
O amelden Allah Azze ve Celle’ye ulaşan sadece budur. İşte Hâbil de Kâbil’e bunu anlatmaya çalışmıştı. “Neden” dedi Kâbil, “neden senin kurbanın kabul oldu da benimki kabul olmadı?” Hâlbuki özenmemişti o ibadeti yaparken. Hassasiyetle yerine getirmemişti amelini. Yapmış olmak için ya da kardeşiyle yarıştığı için yapmış ve ameli başından savmıştı adeta. Sonra da en güzel duygularla yerine getirmediği bu amelinin en güzel şekilde karşılanmasını bekliyordu. Ve soruyordu: “Neden?” diye. Habil, bu içi kirli, kalbi bulanık, katı gönüllü kardeşinin paslı kulaklarına hakikati tek bir cümleyle ifade etti. “Çünkü Allah sadece muttakilerden kabul eder.”4 Temiz ve saf olmayan kalpten çıkan bulanık niyetlerle yapılan ameller, Allah katına çıkmaya layık değildir. Bu ameller o yüce makama yükselemeden geldiği yere geri döner.
Bazıları diyebilir ki: “Madem amellerde kabul ya da reddi sağlayan manadır ve asıl olan odur. O halde şekle ihtiyacımız yok!” yani “Kalbimizi temiz tutalım, iyi niyetler besleyelim, iyi niyetlerle güzel davranışlar sergileyelim yeter. İlla namaz, illa oruç ya da hac, kurban şart değil” derler.
Öncelikle şu bilinmelidir ki ibadet ve amellerin şekilleri de en az ruhu kadar önemlidir. Çünkü o şekil o mananın tezahürü, göstergesi ve bir nevi ispatıdır. İstenen ne yalnızca mana ne de yalnızca kupkuru harekettir. Üstelik o mana o şeklin içerisine gizlenmiştir. O şekli yerine getirmeden o manaya ulaşmak mümkün değildir. Namazdaki rükû ve secdeyi yerine getirmeden nasıl rükû ve secdedeki manaya ulaşılabilir, Hacdaki eylemler yapılmadan nasıl vereceği hissiyat oluşabilir, Kurban kesmeden insan nasıl Allah yolunda kesmenin zevkine erebilir. Ve diğer ibadetler… Her ibadetin ayrı bir hikmeti ve emredilme sebebi var. Öyle ki bir ibadetin verdiği şuur ve onunla ulaşılan hikmete diğer bir ibadetle bile ulaşılamaz. Muhterem Hocamızın ifadesiyle “Her ibadet insan için ayrı bir vitamindir.” O vitamini almak isteyen o ibadeti yerine getirmek zorundadır.
Ayrıca o ruhu isteyen Allah Azze ve Celle o şekli emretmiştir. Şekil emredildiğine göre kula düşen emre itaatten başkası değildir. Namaz, Oruç, Hacc ve diğerleri Allah’ın emridir ve kul bunları yerine getirmek zorundadır. “Ruhu yerine gelsin yeter!” ya da “Kalbim temiz” sözleriyle kişi sadece kendisini kandırabilir fakat bu Allah katında geçerli bir mazeret olmayacaktır.
“Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah’a ulaşmaz, ancak O’na sizden takva ulaşır…”
Bu ayetle Rabbimiz maddeye takılan, gösteriş meraklısı ve bu sebeple de amellerini ötelere ulaştıramayan cahilî zihniyete asıl bakılması gereken noktayı öğretti. Allah için asıl kıymetli olanın takva olduğunu, takvanın amellerin kabulünde ölçü olduğunu bir-çok ayetinde olduğu gibi tekrardan ifade etti. Kabuk ve kılıfın değil özün önemli olduğunu anlattı. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de hadiste “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama O sizin kalplerinize ve işlerinize bakar”5 buyurarak aynı manayı ifade etmişti. İşte İslam’ın her şeyi maddiyatla ölçen, manayı unutmuş batıla darbesi… İşte yüce bir ölçü ve kutsal bir hedef…
- Hac Suresi, 37
- Taberi-Camiul Beyan, Razi- Mefatih’ul Gayb
- Hac Suresi, 36
- Maide Suresi,27
- Müslim, İbn-i Mace, Ahmed b. Hanbel