Bir Amerikan kâbusu olarak tahriften nasibini almış ‘özgürlük, bağımsızlık, sınırsızlık’ kavramları, hayatın tamamını kontrol altına almaya çalışan, insanlığı içinden çıkılmaz bir paradoksa çeken, bununla pratikte insanın her şeyiyle hem kendinin hem toplumunun hem de yaşadığı ekosistemin dengesini sınırsız tatminsizlikle altüst ettiği yadsınamaz bir gerçektir. Bu da şüphesiz kavramların, yaklaşık 200 yıldır kökeni hedonizme ve maddiyata dayananlara göre şekillenmesinden ve toplumlara bunu kabul ettirmekten ileri gelmektedir. Somut kavramların tanımını ve tarifini yapmak kolaydır. Örneğin ‘kırmızı kalem’ dediğimizde bunun karşılığı bütün dünyada aynıdır. Fakat soyut kavramlar ve özellikle de içerisinde değer barındıran kavramlar böyle değildir. Dünyanın herhangi bir yerinde bir kız çocuğunun 16 yaşında erkek arkadaşıyla birlikte ilişkide bulunması, özgürlüğe attığı ilk adım sayılırken başka bir coğrafyada 16 yaşında genç bir kızın evlenmesi onlara göre kölelik, diğerlerine göre normal olarak değerlendirilir. Veya huzurevindeki annesini ayda bir ziyaret etmek iyilik ve sadakat olarak değerlendirilirken başka bir coğrafyada annenin huzurevine gönderilmesinin bizatihi kendisi sadakatsizlik olarak değerlendirilir. Bu örnekte görüldüğü gibi soyut kavramlar ifade edildiği coğrafyadan, zamandan, orada hâkim olan değer dünyasından ve düşünce dünyasından etkilenir.
Avrupa’nın ise kavramları kendi eylemlerine bir kılıf niteliğinde şekillendirdiğini “Modern Dünyanın Bunalımı” kitabında Rene Guenôn şu şekilde ifade ediyor: “Egemenliklerini her yere zorla kabul ettirmeyi, kendilerinin yaşadığı ve düşündüğü biçimin dışında yaşamayı ve düşünmeyi, her insana yasaklamayı ‘hukuk’, ‘özgürlük’, ‘adalet’ ve ‘medeniyet’ adına yaptıklarını iddia etmiyorlar mı? Batılı insan kendisini hakikat seviyesine yükseltmeye çalışacağı yerde, hakikati kendi seviyesine indirmektedir.” Düşünelim, çünkü düşünce durunca insan ya kuzulaşır ya da kurtlaşır ya sürüden olur ya da başkalarının alanını özgürlük diye harabeye çevirir. Algılarımızı zorlayalım! Kutsaldan boşaltılan alanları insanların kendi hazlarıyla doldurmaya kalkışmasının, işaret edildiği gibi özgürlükle hiçbir ilgisi yoktur. Bu sadece yıkılan kutsal otoritenin yerine konulacak, koltuğuna oturtulacak estetik bir put aramaktır ve bunun etrafını da ilgi çekici kavramlarla doldurmaktır. İnsan bununla gerçek özgürlük, bağımsızlık ve hürriyeti yaşayacağı seviyeye çıkacağı yerde, yine kendi gibi insan olanların belirlediği özgürlük seviyesine inmektedir. Özgürlük adına kaybettiğimiz en yüce değer; hakiki özgürlüğümüz olmuştur... Bize verilen özü gürleştireceğimiz yerde, her türlü “ideolojik” düzmece normlarla, özümüzü kirli ellere teslim edip ardından da enkazına bakakaldık. Özümüzün akıbeti böyle mi olacaktı? Tatminsizlik sonucu elimizde kalan depresyon hapları, doldurulan psikiyatri klinikleri, cinnet sonucu parçaları bulunamayan cesetler, intiharlar, cinsel hastalıklar ve çöplerde bebekler… Tek özgürlük şehvet noktasındaki doyum olarak kabul ettiriliyor ki bu özgürlük değil insan hayatının devam edebilmesi yolunda yalnızca bir araçtır. Necip Fazıl’ın tabiriyle: “Hazzın sınırsızlığı ve ulu ortalığı eşek hürriyetidir. Sokakta yemek, sokakta hacet görmek ve sokakta eşinmek...” Bazı insanlar sanırım bunun hürriyetini istiyorlar. Bu özgürlük değil sapmadır, bu kavramsal faciadır, bu kalp kayganlığıdır ve bu bir nefes darlığıdır…
Sınırsız özgürlük afyonunu topluma enjekte eden, bunu destekleyen, bununla ayakta kalmayı sağlayanlar kuşkusuz beşerî sistemlerdir. Kapitalizm ve liberalizmin etkisi aynı zamanda feminist ve sosyalist düşüncenin etkisi… Kapitalizm ve Liberalizm, reklamcılık üzerinden ve kitle iletişim araçlarıyla özgürlük, bağımsızlık adı altında hedonizmi, hazcılığı pompalamaktadır. Özellikle şehevi tonlarda söylenen şu cümleleri duymayan kaldı mı aramızda? “Tarzınla özgürlüğünü göster!” “Hayatın tadı…” “Baştan çıkaran dolgun saçlar” “…kullan, özgürleş” “saçların buna değer, sen buna değersin, biz buna değeriz!” bunun gibi ve belki sıcak bir yaz akşamında ailece sohbet ederek yediğiniz dondurmanın reklamının şu şekilde olmasının özgürlük ile ilgisi ne derecedir? “İçindeki seni serbest bırak”, “bu eşsiz hazzı keşfet!” Esasında özgürlük diye popüler kültüre dayanmamız ve bize sunulanlar, arzular ve hazlar üzerinden kapitalizme köleliktir. Dolaylı kölelik diyebiliriz buna. Popüler kültürle çağdaş olmayı yakaladığını zannedenler, sahiden özgür müdür? Allah ile insanın irtibatını koparan kapitalist ve liberal düşünce, Allah’a ve O’nun esaslarına uygun yaşamayı esaret olarak görüp, bunu kaldırma gayesine girerken sonucunda yerine alternatif olarak koyduğu kulluk tarzı “tüketim köleliği” ve “hazza kulluk”tur… Ne acınası bir düşüş ama! Toplumda standartlaştırılmış, tercihsiz bir şekilde sadece popüler diye giyilen tek tip giyimler, tek tip müzikler, tek tip yiyecekler özendirildiği halde, insanları özgürleştikleri aldatmacası insanoğlunun bu çağda içine girdiği paradoks değil de nedir? Hapsolunan bu döngüde haz ve tutkularının peşinden gittikleri için de bireyler özgür olduklarına inandırılıyor… Bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Dinarın kölesi olana yazıklar olsun!”
Bugün bir sokak röportajı yapılsa ve herhangi bir vatandaşa gayri ahlaki bir tercihte bulunmuş bir fenomenin, ünlünün hali sorulsa “kendi kişisel tercihi” diyerek öğretilmiş bir cevapla karşılık verecektir. Aslında bu, kendi inandığı ve benimsediği inancın doğruluğuna rağmen, sürüsel bir baskının etkisiyle olayları değerlendirmek zorunda hissettiklerini gösterir, bu da medyanın topluma sunduğu bakış açısı ve bireylerin kendi fikirlerine rağmen “doğru” kabul ettirme baskısıdır.
Feminizm ve Sosyalizmin etkisiyle özgürlük adına katliamların bayraklaştırıldığı bir çağda yaşıyoruz. İnsanların doğmadan öldürüldüğü korkunç bir sevgisizlik… Sevgilerini, merhametlerini ‘güçlü olma’ adına yok eden kadınların çağına denk geldik biz… Gerçekten sevmenin ideolojilerle engellendiği, hayatın hakikatine, yaratılışın doğasına inanmanın imkânsızlaştırıldığı bir hayat tarzında insanlar özgür ve hür müdür?
Üstad Seyyid Kutub’un deyimiyle özgürlüğe biricik şeklini Tevhid inancı veriyor… Tevhid inancıyla “Bir” olana kul olarak hürriyete erişmiş cesur yüreklerin hiçbir afyona ihtiyacı yoktur… Bugün ailenin dağılması, doğmamış insanın öldürülmesi, eşek hürriyetiyle her şeyin sokakta yaşanması özgürlük adına köle olunan nefsin ve sınırsızlığın sonucudur. Anlamından uzaklaştırılmış, başkalaştırılmış kelimelerin bugünkü kayıplarını izliyoruz… Özgürlük adına kaybedilen özgürlükler, sınırsızlık adına kaybedilen sınırlar ve bunlar adına köle olunan arzu ve ihtiraslar…
Esas özgürlük tek bir İlah’a kulluk, esas zillet de kullara kulluk olduğu halde, bugün özgürlüğe yeniden bir tanım getirmeye Müslümanların ihtiyacı yoktur fakat özgürlük alanımızı, önderimizi ve güvencemizi hatırlamaya ihtiyacımız var…
Özgürlük alanımız Hududullah… Özgürlük önderimiz Habibullah… Özgürlük güvencemiz Hablullahtır…
“Ancak sana kulluk ederiz ve ancak senden yardım dileriz...”2
1. Al-i İmran, 35
2. Fatiha, 5