Kurban bayramına yaklaştığımız şu günlerde, kurban ibadetimizi yerine getirmeye hazırlanıyoruz.
Rabbimizin belirlediği her bir ibadet, bize o kadar çok şey öğretiyor ki. Kurban ibadeti de büyük mesajlar ihtiva eden, çok özel bir ibadet. Rabbimize şükrümüzün göstergesi olarak yaptığımız bu ibadet, bir hayvanın kurban edilmesinden çok daha öte manalar ihtiva ediyor: Muhterem Hocamız der ki: “Bir koyunun, yediği ot, içtiği ise pis bir sudur. Böyle olmasına rağmen Allah’a canını verir. İnsanoğluna ise, çok daha temiz ve büyük nimetler verilmiştir. İnsan nasıl olur da Rabbine karşı, bunun şükrünü yerine getirmez! Bir koyun kadar da mı olamayacağız.”
Aslında, bazen bir koyunun kurban olması, bir elmanın güneşin altında kızarması, bir karıncanın durmak bilmeden çalışması, ateş böceğinin etrafını aydınlatmak için gösterdiği çaba, arının bal yaparken kat ettiği yol, hepsi insanoğluna çok şey anlatır. Tüm hayvanât ve nebatât, kısacası kâinat insana hocalık yapar. Onlar hayatlarıyla, gayretleriyle insana çok büyük dersler verirler:
Kâinatta, insanın dışındaki tüm varlıklar, Allah’ın verdiği yetenekleri veya canlarını, Allah’ın istediği doğrultuda seferber edebiliyorlar. Oysa gerek yaratılışta verilen nimetler, gerekse de hayatı idamede sunulan nimetler bakımından, tüm bu varlıkların fevkinde şeref verilen insanoğlu, böyle bir fedakârlık ortaya koyamıyor.
Bize, fedakârlığın en büyüğünü canını vererek gösteren kurbanlarımız, Allah yolunda ortaya koyacağımız fedakârlığın ne derecede olması gerektiğini öğretiyor.
Bugün milyonlarca şehit veren Ümmet-i Muhammed, zorunlu olarak böyle bir fedakârlık ortaya koymaktadır. Muhterem Hocamız, bu şehitlerimizin kanının ümmet ağacını yeşerteceğini, besleyeceğini söyler. Irak’ta ölen 1,5 milyon insanımız; Suriye’de ölen 500 bine yakın erkeğimiz, kadınımız, çocuğumuz; Filistin’de öldürülen binlerce gencimiz… Koca ümmet ağacına, kan-can olacaktır inşallah. Koyunun akan kanına kıymet veren Allah Azze ve Celle, en şerefli varlık olan insanın oluk oluk akan kanına kıymet vermez mi? Elbette kıymet verecektir.
Rabbimiz, Âl-i İmran Suresi 140. ayeti kerimede şöyle buyurur:
‘Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri (iyi ve kötü günleri) biz, insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah’ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez.’
Yukarıdaki ayette Rabbimiz, kendi yolunda hakka şahitlik edecek şehitlerin, can verenlerin olacağını bildiriyor. Yani ‘Eşhedü: Ben şahidim’ iddiasını, canıyla ispat edecek kullarının varlığından bahsediyor. Bugün dünyada, sadece Müslüman oldukları için öldürülen insanlar, isteyerek olmasa da, böyle bir şehadeti yaşamaktadırlar. Ve elbette şehittirler; şahittirler. Müslüman oldukları için öldürüldüklerine şahittirler… Kâfirin zulmünün ne boyutlara ulaştığına şahittirler… Ahir zamanda, sadece Müslüman olmanın bile, çok büyük bedeller ödemeye değer olduğuna şahittirler…
Rabbimiz, Müslüman oldukları için öldürülen bu milyonlarca kardeşimizin neden şehit edildiğini ise, 141. ayetiyle açıklıyor. Ve buyuruyor ki: ‘(Yine bu) Allah’ın, iman edenleri arındırması ve inkâr edenleri yok etmesi içindir.’ Ayetteki ‘iman edenleri arındırması için’ ifadesinden anlıyoruz ki, milyonlarca şehit vermemizin sebeb-i hikmeti, ümmet olarak yaptığımız günahlardır. En azından son 100 yıldır (esasında son 300 yıldır), Allah’tan uzaklaşarak, dünyaya dalarak, gaflete düşerek, tembellik yaparak yaptığımız tüm günahların kefareti milyonlarca kurban vererek belki ödenecektir. Yani bunca şehit, ümmetin günahının kefaretini ödemektedir. Rabbimiz, milyonlarca kurbanımızı, katında kefaret olarak kabul eylesin de, artık bu ümmetin günahlarını affeylesin inşaAllah… Amin…
Ayetin sonundaki ‘… Ve inkâr edenleri yok etmesi içindir.’ ifadesi ise gerçekten ilginçtir. Bizim şehit olmamız, kâfirin yok olmasını nasıl sağlayacak? ‘Yani, öldürülen biz olacağız ama yok olan kâfir olacak. Bu nasıl mümkün olacak? İlk bakışta tezat gibi gelen bu durum, Muhterem Hocamızın şu sözleriyle, çok güzel bir şekilde anlaşılmaktadır: ‘Şehitlerin akan kanı, ümmet ağacının yeşermesine vesile olacaktır… Ey şehit ardından nesiller yürüsün…’ Bu ümmetin tüm şehitleri, ümmetin uyanışına/dirilişine vesile olacaktır. Bir topluluğun içinden bu kadar canlar gider de, o topluluk uyanmaz mı? Uyanmazsa yazıklar olsun! Bu ümmet bu kadar şehide rağmen, bu kadar akan kana rağmen, geleceğimiz, ümidimiz olan çocuklarımızın dahi şehit edilmesine rağmen uyanmıyorsa, bu ümmete yazıklar olsun! Eğer uyanışımız hızlanmazsa, eğer gafletten bir an önce sıyrılmazsak, o şehitlerimiz, kıyamet günü, bizim aleyhimize de şahitlik edeceklerdir.
Milyonlarca şehidimiz bizi uyandıracak… Bu ümmet peygamberine yakışır şekilde: ‘Uyku devri çoktan geçti’ deyip, cehde- gayrete gelecek. Biz öldükçe dirileceğiz… Biz öldükçe, kâfir yok olmaya mahkûm olacak.
Ve bir de, bu ümmetin öyle kurbanları var ki, onlar gönüllü. Gönüllü olarak, vaktini tam zamanlı olarak Allah’a verenler… Gençliğini, Allah yoluna kurban edenler… Rahatını- huzurunu, Allah’ın davası için bozanlar… Mallarını bu yolda tasadduk edenler… Evlatlarını bu davaya adayanlar… İşte bunlar da ellerindekini Allah’a kurban edenler sınıfındandır inşaAllah.
Habil gibi, elindekinin kötüsünü değil en iyisini verenlerin kurbanını Allah kabul etmez mi? Yaşlılığını değil gençliğini verenlerin, candan öte varlıkları olan evlatlarını adayanların, ahiret için dünyevi istikballerini kurban edenlerin kurbanlarını, Allah kabul etmez mi? Elindeki en kıymetli varlığı evladı olan ve o en kıymetliyi Allah yoluna adayan Hanne gibi bizler de diyoruz ki: Rabbimiz, elimizdekileri hür olarak sana adıyoruz… Rabbimiz, bizden kabul buyur. Amin…