Gönderilen her bir Peygamber, Allah Azze ve Celle’nin yeryüzünün gidişatına müdahalesidir. Bu sebeple tüm peygamberler, içinde bulundukları mevcut sistemleri Allah’ın razı olacağı sisteme dönüştürmek için gönderildiklerinden, mücadeleleri de hep bu yönde olmuştur. Bulundukları toplumda neleri değiştirdiklerini anlayabilmek, o günkü toplumda var olan durumu bilmekle mümkündür. Allah Celle Celâluhu’nun yeryüzüne son müdahalesi, âhir zaman Peygamberi Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile olmuş, bu müdahale daha öncekiler gibi bölgesel olmayıp tüm dünyayı (hatta tüm âlemleri) hedefleyen bir müdahale olmuştur. “Biz seni tüm âlemlere rahmet olarak gönderdik.”1
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gönderilmeden önce dünyadaki duruma göz atıldığında ne İran’da ve Bizans’ta (Roma) ne de Hindistan gibi dünyanın diğer bölgelerinde insanlığı zulmün koyu karanlığından nurun aydınlığına çıkaracak bir öğreti kalmamış, buralarda peygamberlerden kalma mesajlar ya kaybolmuş ya da tahrif edilmiş durumdaydı. Her bölgede zulüm, adaletsizlik, haksızlık, kan ve gözyaşı kol geziyor, insanlık bir uçuruma doğru hızla yuvarlanıyordu. İnsanlığı bu durumdan kurtaracak, onları karanlıklardan nura çıkaracak bir rahmet eli beklenmekteydi...
Beklenen rahmet eli, Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in gönderilmesiyle kurtarılmayı bekleyenlere uzanmış, yetimlerin başları okşanmıştı. O’nun tüm insanlık için bir rahmet olduğunu, şahsiyetinin üstünlüğünü sadece Müslümanlar değil, azıcık vicdanı olan herkes kabul etmiştir. Batılı bir düşünürün şu sözü bu durumu ispat etmektedir: “Hz. Muhammed’in insan olması itibariyle bütün insanlık muhakkak iftihar eder. Çünkü O zât, ümmî olmasıyla beraber on üç asır evvel öyle kanunlar ve esaslar getirmiştir ki, biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek en mes’ud, en saadetli nesiller oluruz.”2
Şirk Sistemini Ve Toplumunu Tevhid Toplumuna Dönüştürmesi
Vahyin kılavuzluğunda başlayan bu Rabbanî hareketin ilk icraatı ve davanın üzerine bina edileceği temel öğretisi, şirkin kaldırılması ve yerine Tevhid’in ikamesi olmuştur. Hz. Peygamber’in rahmet damlalarının ilki ve belki de en önemlisidir budur. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail Aleyhimesselam’dan bu yana uyarıcının gelmediği ve bu nedenle Tevhid’in unutulduğu, zaman içerisinde şirkin envai çeşidiyle yoğrulduğu yeryüzünde işe şirkle mücadele ile başlanmalıydı. Çünkü kalplerde ve toplumlarda şirk tohumları, ayrık otları temizlenmeden, Tevhid’in filizlenmesi, kök salması ve yeşermesi mümkün olmayacaktı. İbrahim ve İsmail Aleyhimesselam’ın dualarında Rablerinden gelecekte gelmesini istedikleri Peygamber’in özelliklerinden birisiydi bu temizlik operasyonu. “Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden Senin ayetlerini kendilerine okuyacak, kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir Peygamber gönder.”3
Hz. Peygamber de işe buradan başlayarak “Le ilehe İllallah” dedi. Bu sadece bir sözden ibaret değil, bir hayat nizamının şifresi, hayatın her alanına Yüce Allah’ın müdahil olacağının ifadesiydi. Bu öyle etkili bir ifadeydi ki önüne çıkan her türlü beşerî sistemleri ve şirk düzenlerini temelinden sarsıyor, onların sahte saraylarını yıkıyor, yerine Tevhid binasını ikame ediyordu. Ancak bu sadece söylemle olacak bir şey değildi. Zira hedef büyük, yol uzun ve yük ağır olunca tüm bunların üstesinden gelmek için gece-gündüz mücadele ve gayret gerekiyordu. Yeryüzünün her tarafında hüküm süren zulümlerin, insanlığı felakete sürükleyen beşerî sistemlerin devrilmesi için yalnız tebliğ ve davet değil, bir yandan da teşkilatlanma ve güce ulaşma çalışmaları yapılmalıydı. Gönüllerde meydana gelen iman kıvılcımı ve rahmet dalgaları bedenlere yayılmalı, oradan topluma ve daha sonra da tüm dünyaya sirayet etmeliydi. Toplumlar, beşer mahsulü ideolojilerin ve sistemlerin pençesinden kurtulmalı, hayata ve topluma dair tüm hükümleri Âlemlerin mutlak sahibi olan Allah Azze ve Celle’den alan bir sisteme tâbi olmalıydı. İşte Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ilk mücadele alanı şirke karşı olmuş, evvela insanları şirkin bataklığından kurtarmak gerektiğini bizlere öğretmiştir. Üç yüz altmış putun bulunduğu Kâbe’yi putlardan temizlemeden evvel insanların gönüllerindeki putları kırmış, iman edenlerden bir cemaat meydana getirmiş, onlarla beraber hicret etmiş ve akabinde Mekke’nin Fethi’ne kadarki olaylar cereyan etmiştir. En son fetih gerçekleştiğinde Kâbe bu putlardan temizlenmiştir.
Irkçılığın Yerine Ümmet Anlayışını Getirmesi
Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in risaletinden önce yeryüzünde insanlar arasında eşitlik yoktu. Eşitlik kavramı bilinmiyor, telaffuz bile edilmiyordu. Yahudiler, kendilerini üstün ırk ve Allah’ın oğulları, başka milletleri ise Yahudilere hizmet etmek üzere yaratılmış köleler olarak kabul ediyorlardı. Hıristiyanlıkta ise ruhban sınıfı oluşmuş din, bir havas/üst tabaka dini haline gelmiş, sosyal sınıflar arasındaki sosyo ekonomik ve hukuki farklılıklar, uçurumlar oldukça büyümüştü. Uzakdoğu ülkelerinde ise Kast Sistemi vardı. Yani, çocuk daha doğuştan belli bir sosyal sınıfta dünyaya gelir ve ölünceye kadar bulunduğu sosyal sınıfın üzerindeki bir sınıfa yükselemezdi. Kısacası dünya genelinde kuvvet hâkimdi. Fiziki güç, otorite ve servet sahibi olanlar, kendilerini üstün ve seçkin varlıklar olarak görüyor, zayıf olanları ise basit varlıklar olarak görüp eziyorlardı.
Gerek Kur’an gerekse Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in uygulama ve açıklamaları insanların bir tek atadan geldiğini belirtmekle ırk anlayışının ve bu yöndeki taassubun yanlışlığına dikkat çekip, Müslümanları bu yanlış anlayıştan kurtarmak amacındadır. Irkçılığın ve Ulus devletçiliğin ümmetimizi parçalara ayırdığı bu zaman diliminde, Rasulullah’ın Veda Hutbesi’ndeki; “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap’a üstünlüğü yoktur” fermanına ne kadar da ihtiyacımız var. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Peygamber olduğu dönemlerde Arapların topraklarının bir kısmı Roma’nın bir kısmı da İran’ın kontrolündeydi. Arapçılığı ön plânda tutup Büyük Arabistan’ı kuralım diyerek, hem o bölge insanının bu davaya girişini hızlandırabilir hem de onları tek çatı altında toplayabilirdi. Böyle bir harekete Ebu Cehiller, Ebu Lehebler de karşı çıkmazlardı. Ancak O biliyordu ki bu yolda atılacak her bir yanlış adım, hareketi çıkmazlara götürecek, asıl varılması gereken hedefe varılamayacaktı. Kendisine verilen vazife, ırkçılık ve aşiretçilik gibi dar kalıpları aşan tümüyle insanlığın kurtuluşuna yönelik idi. Bu öyle bir davetti ki, İslam çatısı altında toplananları bir tarağın dişleri gibi eşit görüyor, üstünlüğü renkte ve soyda değil Allah’a yaklaşmada, takvada görüyordu. İnsanları ırkçılık gibi dar kalıplardan kurtarıyor, meseleye daha geniş bir pencere olan ‘ümmet’ penceresinden bakılmasını sağlıyordu.
Dini en üstün kimlik olarak görmemizi, diğer kimliklerimizin bu üst kimliğin altında kalması gerektiğini, aksi takdirde gerçek manada din kardeşliğini tesis edemeyeceğimizi bize öğreten Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in nasihatlerine İslam coğrafyasının kan gölüne döndüğü şu zamanda ne kadar da muhtacız. Ulusçuluk ve mezhep kavgaları, kandırılan ve kışkırtılan dengesiz hareketlerin zuhuruyla Ortadoğu’nun savaş arenasına çevrilmesi, her gün duyduğumuz ve duyarsızlaştığımız onlarca ölüm haberleri Kur’an ve Sünnet çizgisinden toplum olarak ne kadar uzaklaştığımızın göstergesi değilse nedir? Hani biz bir vücudun azaları gibiydik, bir organımız hastalandığında bütün vücut ateşten dolayı uyumayacak ve onun acısından gözümüze uyku girmeyecekti. Hâlbuki bugün vücudun bir tarafı hastalanmanın da ötesinde kopuyor diğer taraflar gaflet uykusunda uyumaya devam ediyor.
Davette Israr ve İnsan Kazanma Arzusu
“Herhalde sen, onlar iman etmiyorlar diye az kalsın kendini harap edecektin.”4 Bu ayet bize Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in insanların iman etmesi için ne kadar çabaladığının ispatıdır. Daha Peygamber olmadığı zamanlarda bile insanlığın gidişatının kötü olduğunu gözlemliyor, bunun için bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyordu. Günlerce Hira mağarasında tefekkür etmesi insanlık için bir çıkış arama gayretleriydi ancak nasıl olacağını bilemiyordu. Allah Celle Celâluhu kendisine Peygamberlik vazifesini verince nasıl davet edeceğini artık öğrenmiş bulunuyordu. Bu sefer de insanlar bu davete yanaşmıyorlardı. Bu da kendisini derinden üzüyor, insanların ateşin etrafında uçuşan kelebekler gibi göz göre göre cehenneme yuvarlanan bir hayat yaşamalarına dayanamıyordu. Tüm engellemelere rağmen panayırlarda çadırları dolaşıp İslam’a davet ediyor, birinden olumsuz cevap alınca diğer çadırda davasını anlatmaya devam ediyordu. Hatta Mekke’de davanın yayılma ihtimali kalmayınca yaya olarak Taif’e gitmiş, orada ayak takımından ve kölelerden oluşan bir grubun taşlamasına maruz kalmış, buna rağmen onlara beddua etmeyip, onların içinden “Le ilehe İllallah” diyen bir insanın çıkması ümidiyle onlar için dua etmişti. “Hakem bin Keysân esir edilmiş ve Rasulullah’a getirilmişti. Hz. Peygamber, onu İslam’a davet etti, o kabul etmedi, Hz. Peygamber tekrar davet etti ve uzun müddet teklifini sürdürdü. O kadar ki Hz. Ömer dayanamadı ve “Ya Rasulallah! Ne diye bununla uğraşıp duruyorsun? Vallahi bu katiyen Müslüman olmaz, bırak da şunun boynunu vurayım” dedi. Hz. Peygamber buna kulak asmadı ve Hakem’i davete devam etti. Nihayet o Müslüman olunca Hz. Peygamber ashabına döndü ve “Biraz önce size uysaydım onu öldürecektim ve o cehennemlik olacaktı” buyurdular.5
Savaşının Rahmet Olması
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminde altmışa yakın savaş olmuş, bunların yirmi yedisinde (gazve) Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizzat başlarında bulunmuştur. ‘Savaş ile rahmetin ne ilgisi var, savaşta insanlar ölürler bunun neresi rahmet?’ denilebilir. Savaşın nasıl ve niçin yapıldığına, neticesinde nelerin elde edildiğine bakmak gerekir. İslam, barış dinidir evet ama barışın sürdürülebilmesi için, şirk düzenlerinin yıkılıp oradaki insanların özgür iradeleriyle dini tebliğe muhatap kılınıp hür iradeleriyle dini seçip-seçmeme noktasında muhayyer bırakılabilmesi için savaş olmazsa olmazdır. Savaş yapılmazsa; beşerî sistemleri kuranlar ve sistemin başında bulunanlar yalnızca davet ve tebliğ çalışmalarıyla saltanatlarını terk etmeyecek, hâkimiyet kurdukları insanları özgür bırakmayacaklardır. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yaptığı savaşların hepsi dini yaymak ve insanlara dinin mesajını ulaştırmak içindir. Amaç insan öldürmek, ganimet elde etmek veya toprakları fethetmek değil, gönülleri fethetmektir. Yapılan savaşlarda öldürülen insan sayısı savaş sayısına bakılacak olursa çok azdır. “Bu savaşlarda düşman safında ölen insan sayısı yaklaşık olarak 250, Müslümanlardan şehid olanların sayısı da yaklaşık 150 civarındadır.”6 Hz. Peygamber’in sefere gönderdiği ordu komutanlarına en önemli tavsiyesi muhataplarına evvela tebliğ yapmaları ve onları İslam’a davet etmeleridir. Savaştaki muhataplara yapılacak davetin sıralaması hadiste bildirildiği şekildedir: “Müşriklerden olan düşmanlarınızla karşılaştığınız zaman onları İslam’a davet edin, kabul ederlerse onlar sizin kardeşlerinizdir. Kabul etmezlerse cizye vermeye davet edin, onu da kabul etmezlerse Allah’tan yardım dileyerek onlarla harbedin.”7 Rasulullah’ın maksadının insan kazanmak olduğunu Hz. Ali Radıyallahu Anh’ı Hayber’e gönderirken kendisine yaptığı şu Nebevî uyarıdan anlıyoruz: “Ey Ali! Bil ki senin elinle bir insanın hidayet bulması, güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.”8
Yapılan savaşlarda kadınlara, çocuklara ve sivillere dokunulmaması, ibadethanelere ve hatta ağaçlara zarar verilmemesinin tembihlenmesi savaşa getirilen rahmet ölçüleridir. Müslümanların savaşlarında buna dikkat ettiklerini batılı tarihçiler bile itiraf etmektedirler. Sahabenin İran seferini bir İngiliz tarihçisi şöyle anlatıyor: “Dünya böyle bir ordu görmedi. Şehirler ve nehirler geçildi. Ne bir ev ne de dükkan yağmalanmadı, adaletsizlik yapılmadı.”9
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in rahmet oluşu ile ilgili maddeleri daha da çoğaltmak mümkündür. Zira O’nun her anı ve davranışı ümmet için rahmettir. Bütün yaşantısında dünya ve ahiret dengesi kurması, getirdiği sistemle kölelere ve ezilmişlere rahmet olması, kadınlara yönelik tavsiyeleri, insanı kula kulluktan kurtarmakla kazandırdığı değerler, Müslümanlara karşı merhametli olması ve ibadetlerde kolaylığı teşvik etmesi gibi daha nice alt başlıkları sıralamak mümkündür. Biz bu kadarıyla iktifa edelim. Rabbim Rahmet Peygamberine hakkıyla tabi olanlardan eylesin inşaallah.
1) Enbiyâ, 107.
2) Shebol, 1927 Hukuk Kongresi Başkanı.
3) Bakara, 129.
4) Şuarâ, 3.
5) M. Kandehlevi, Hayatussahabe, I. Cilt, 75-76.
6) M. Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları,
14-15.
7) Müslim, cihad, 3.
8) Buhari, cihad, 4/58.
9) Arnold Joseph Toynbee (1889-1975).