Ramazan ayı içerisinde ülkemizde birçok faaliyet yapılıyor. Yapılan faaliyetler maalesef yemekte tuz misali gibi olmalıyken, asıl yemeğin yerini tutuyor. Halkımıza Ramazan şenlikleri vs. adı altında Ramazan ayının asıl gayesi unutturuluyor. Hâlbuki Ramazanda yaptığımız etkinliklerimizin dahi İslami usullere göre olmasına, ‘Eğlence olsun da nasıl olursa olsun’ diyerek haram yollara tevessül edilmemesine dikkat etmeli orucumuzu gerçekten hakkını vererek tutmalıyız.
Ramazan; güzün yağan yağmurun toprağı temizlemesi gibi arınmak, temizlenmek veya sıcağın taşı/toprağı kavurup yakması gibi günahların yanması ve insanın günahlardan arınması manalarına gelen, hadisin ifadesiyle “Başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu da cehennemden kurtuluş” olan bir aydır. İçinde barındırdığı oruç ibadetiyle, Kur’an’ın çokça okunmasıyla ve diğer güzellikleriyle insanı Rabbine yaklaştıran, nefsini, bedenini ıslaha götüren bir bilinç ve arınma ayıdır.
Tüm bu ve buna benzer güzellikleri barındıran, insanın iç âlemine bir yolculuk yapıp monotonlaşan hayatına yeni bir canlılık ve mücadele ruhu kazandırması gereken bu ay, maalesef ülkemizde sadece oruca ve sahur-iftar arasına sıkıştırılan bir zaman dilimine indirgenmektedir. Bakış açısı bu olunca medyada ve iftar zamanlarında programlar da buna yönelik oluyor. Her kanalda iftar öncesi ya yemek programları ve hangi yiyeceğin vücutta ne gibi etkiler yaptığı (örneğin sahurda şunları yerseniz açlığa ve susuzluğa dayanmanız kolaylaşır gibi) veya orucun vücuda verdiği sıhhat (özellikle kilo verme) üzerinde duruluyor. Ramazan programlarının vazgeçilmezi Meşhur hocaların arka fonda müzik eşliğinde anlatımıyla bir iki sahabe tablosu, gözleri yaşartan ibretlik kıssalar ve geceleri bu formata uygun filmlerle eğlence tadında bir Ramazan ayını idrak(!) ediyoruz bu şekilde ihya (!) ediyoruz. Bu format çok tutmuş olacak ki her sene bıkmadan usanmadan tekrar ediliyor. Ne yazık ki “Bu yıl da Hac mevsimi Kurban Bayramı’na denk geldi” diyecek kadar İslamî malumattan yoksun bir medya ve onların ekranlara çıkardığı ve yönlendirdiği hocalar toplumumuza Ramazanı ihya (!) ettiriyor.
Haklarını yemeyelim, bu sene farklı bir program da var: “Kur’an’ı güzel okuma yarışması”… Hani birileri asıl önemli olan ayın kendisi değildir, Ramazan’ı önemseten bu ayda vahyin gelişidir, Kur’an’dır derse, işte o zaman Kur’an yarışmasıyla böylesi itirazları da bertaraf ederiz. Onlar mesajı üzerinde durmamız lazım deseler de biz güzel seslerle Kur’an’ın musikisi üzerinde dururuz, gönüller bu güzel seslerle mest olur, bu duruma itiraz edenleri halka havale ederiz, onlar gereken cevabı verirler. Senenin diğer aylarında daha az okunan Kur’an bari bu ayda hakkıyla okunabilseydi. Elimizde medeniyet inşası için gereken en temel bilgilere sahip kılavuz var, kıymetini bilmiyoruz. Manasına bakmadan, hayata hâkim kılmadan sadece hıfzıyla, musikisiyle uğraşıyoruz, bu da yetmiyor Kur’an’ı bir rayting malzemesi yapıyoruz.
Tüm bu çabaların, Ramazan eğlencelerinin gerçekte hedefi nedir? Din’in gerçeğini anlatan hocalara teveccüh olmasın, onların hedefi on ikiden vuracak mesajları topluma ulaşmasın, insanların geceleri ve gündüzleri o kadar dolu ve eğlenceli geçsin ki içinde yaşadığı toplumda ve dünyada olup bitene seyirci kalabilsin. Hatta Ramazan ayının hakiki maksadı dirilmesin, ölsün dercesine ama tamamen eğlence gibi de olmasın diye, meşhur hocaların duygulu/vurgulu ses tonlarıyla ağlatan sahabe hayatı tablosu, ahlâka dair bazı meseleler ve bir de “Nerde o eski Ramazanlar azizim!” denilerek geçmişe atıfta bulunan konuşmalarla durum kotarılabilsin.* Böylelikle halk dini sadece bazı rituellerden ibaret zannetsin ki gerçekleri anlatan, “Bu dinin bir davası var, yeryüzünde Allah Celle Celaluhu namına bir medeniyet inşa etme görevimiz var” diyenleri aşırılıkla, dinin mesajını çarpıtmakla itham edebilsin. Toplumları dizayn eden İslam düşmanları ve onların mühendislerinin bize biçtiği rolü oynamaktan toplum olarak ne zaman vazgeçeceğiz? Bari Kur’an’ın indiği bu ayda ilâhi fermana göre hayatımızı tanzim etmeye çalışsaydık, az da olsa manasını okusaydık olmaz mıydı? Kitlelerin İslam’ın davasını ve dinin sadece vicdanlarda değil toplumun her tarafında yaşanması gerektiğini anlamasını engellemek için ne varsa yapılıyor. Hâlbuki Ramazan ayı aynı zamanda muhasebe ayıdır. Her geçen yılın muhasebesi yapılarak aslında bütün geçmişin de bir muhasebesi yapılmış olacaktır. Nasıl ki esnaflar akşam olunca yazarkasalarından günlük girdi- çıktıyı öğrenmek için “Z” raporu alırlarsa, her Ramazan da bizim yıllık “Z” raporumuzu aldığımız, ömrümüzün bir yıllık dökümünü alacağımız bir fırsattır. Ömrümüzden bir sene daha eksildi, acaba Rızâ-i İlâhi doğrultusunda mı yoksa heva ve heveslerimizin kıskacında mı yaşadık, bunun muhasebesini yapalım.
Ramazan bir yönüyle de on bir ay boyunca koşuşturma ile geçen zamanımızın biraz olsun dinginleşmesi, sükûnet halinde iç dünyamızla hesaplaşmamız, tefekkür etmemiz, geleceğe dair önemli kararlar almamız gereken bir fırsattır. Nasıl olur da bu kadar önemli olan bu zamanı eğlence ile geçirebiliriz? Ümmet olarak her zamanki gibi buruk girdiğimiz Ramazan vesilesiyle coğrafyalarımızdaki zulümleri düşüneceğimiz, ümmetin içinde bulunduğu çıkmazlarda fert ve toplum olarak vebalimizin olduğu idrakine varmamız ve mücadele için bilenmemiz gereken bir atmosferden uzaklaşmak ve eğlenceye dalmak başlı başına Ramazan ruhuna aykırıdır. Bazı belediyelerin Ramazan eğlencesi adı altında iftardan sonra şarkı-türkü eşliğinde eğlenceler düzenlemesi ise başlı başına bir faciadır. Gün boyunca iyi kötü oruç tutmuş, sevap kazanmış insanımızı akşam harama teşvik etmenin mantıklı bir açıklaması olabilir mi? Bunun adı dine ve ibadetlere bakışı bozmak değil midir? Bu şekilde Ramazan Ayını ihya mı ediyoruz imha mı sorusunu sormadan edemiyoruz. Maalesef, “Nerde o eski Ramazanlar” diye başlayan cümlelerin sonunda da hep eski Ramazanların eğlence tarafları hatırlanıyor. Buraya kadar söylediklerimizle Ramazan eğlencesi hiç olmasın, insanlar hep somurtkan, üzgün ve kederli olsun demek istemiyoruz. Ancak bu gibi faaliyetler yemekte tuz misâli gibi olmalı, asıl yemeğin yerini tutmamalıdır. Birde eğlence bile olsa İslami usullere göre olmalı, eğlence olsun da nasıl olursa olsun diyerek haram yollara tevessül edilmemelidir.
Osmanlı döneminde Ramazan ayına has bazı uygulamalara baktığımızda ecdattan işin sadece eğlence tarafını aldığımızı, Ramazan’ın ruhuna uyan diğer uygulamaları almadığımızı görürüz. Osmanlı’dan örnek verirken niyetimiz elbette Osmanlı ile bu günü kıyaslamak değildir. Çünkü o dönem İslam’ın topluma hâkim olduğu, bugün ise bırakın İslam’ın hâkim oluşunu insanımızın bile İslam’dan uzak olduğu bir dönemdir. İslam’a ait güzellikler İslam Medeniyeti içerisinde en güzel şekilde icra edilir başka medeniyetler içerisinde değil. Çünkü medeniyetin içerisindeki parçalar birbirine bağlıdır ve uyumludur. Örneğin Osmanlı dönemine ait sadaka taşı uygulamasını ele alalım. Zenginler camilerin önündeki sadaka taşlarına fakirler için para bırakırlardı, fakirler de ihtiyacı kadar alırdı. Şimdi bu uygulamayı alıp bu güne uyarlarsak ne olur? Zengin hadi sadaka taşına parayı bıraktı diyelim (bu günün zenginleri için çok zor tabi), ihtiyacı kadar alacak fakir nerde, hırsızlık o kadar yaygın ki korkarım sadaka taşını bile çalarlar. İbadet yapılan yerler olan camilerimizde bile kamera sistemi var, hırsızlık için caydırıcı olsun diye. Çünkü caminin halısını hatta namaza gelen cemaatin ayakkabısının çalındığı bir toplum olmuşuz.
Osmanlı döneminde zengin köşk veya konaklara davet edilen misafirlerin yanında fakir halk içinde sofralar hazırlanır ve çat kapı gelen misafirler geri çevrilmezdi. Misafirler iftarlarını yapıp gitmeye hazırlandığında konak sahibi tarafından kadife keseler içinde; gümüş tabaklar, kehribar tespihler, gümüş yüzükler hediye edilirdi. Diş kirası denilen bu hediyenin sebebi, davetlilerin o gece zahmet edip gelerek hane sahibinin sevap kazanmasına vesile olmasından dolayı idi.
Ramazan ayında varlıklı zengin kimseler farklı yerlerdeki esnaf dükkânlarına girer ve Zimem (veresiye) defterini isterlerdi. Defterin baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfalarını açar ve “Silin borçlarını, Allah kabul etsin” der ve borçları ödeyip giderlerdi. Ne borcu ödenen kimin ödediğini bilir, ne de borcu ödeyen kimi borçtan kurtardığını bilirdi.
Osmanlı devletinin Ramazan aylarında düzenlediği ilmî faaliyetlerden en önemlisi huzur dersleriydi. Ramazanın ilk on gününde yapılan bu dersler şeyhülislam tarafından ulemadan belli sayıda seçilerek günlere paylaştırılır ve en liyakatli âlimin bir ayeti tefsir etmesiyle başlardı. Tefsir eden âlime mukarrir, dinleyen diğer âlimlere ise muhatap denirdi. Muhataplar arasında padişah ve devlet erkanından kişiler de ayrım yapılmaksızın mükarrir önünde diz çökerek derse katılırdı. Mukarrir ve muhataplar arasında ilmî serbestlik içerisinde soru ve cevaplarla dolu zengin dersler geçerdi.
Bugünkü manada Ramazan eğlencesi diyebileceğimiz, o günlere ait sahur vaktine kadar karagöz, meddah, ortaoyunu gibi programlar da yapılır, yetenekli insanlar hünerlerini sergilerdi. Görüldüğü gibi usulünce ve işin dozunu kaçırmadan yapılan ve Ramazanda özellikle çocukları ve gençleri teşvik amaçlı olan bu gibi faaliyetler Ramazan ayını bir bayram havasında geçirmek, ibadetten lezzet alınmasını sağlamak ve aynı zamanda bu aya hürmet göstermek içindi. Yoksa Ecdad’ın son dönemlerini saymazsak İslam’ın emir ve yasaklarına uymayan ve toplumu ifsad eden eğlence ve dans gibi gösterilere tahammülü yoktu. Kanuni’nin Fransa Kralı Fransuva’ya yazdığı mektupta bu durum gayet açıktır: “…Sefirimden aldığım habere göre, memleketinizde dans namı altında kadın-erkek birbirine sarılmak suretiyle, herkesin gözü önünde faydasız işler işlenmekte olduğunu işitmişimdir. İş bu rezaletin memleketime de sirayeti ihtimali olduğu için mektubumun elinize ulaşmasından itibaren derhal son verilmediği takdirde, bizzat ordumla gelip men ederim.”1 Bu fermanla dansın Fransa’da tekrar başlaması bir asır geciktirilmiş oldu.
Ecdad’ın bu gibi eğlence adı altında yapılan ifsad edici veya mâlâyani (boş ve gereksiz) faaliyetlere bakışı böyle iken bu gün toplum bu gibi faaliyetleri olmazsa olmaz gibi görmektedir. Son bir asırlık süreçte dinimize ait birçok şeyi bozdukları gibi, kültürümüzü, eğlence anlayışımızı da bozdular. Belki halk bu bozulmayı anlamayabilir ancak âlimler ve hocalar bu durumu halka anlatmak ve özümüze dönmemiz gerektiğini söylemek durumundadırlar. Maalesef meydan bu duruma çanak tutan ve rant sağlayan hocalardan, din bezirgânlarından geçilmiyor. Rabbim bizlere Ramazan ayından ve barındırdığı oruç, infak, i’tikâf gibi ibadetlerinden yeterince istifade edebilmeyi ve nefis muhasebesi yapabilmeyi nasip etsin. Âmin.
1. Tarihimizden Muhteşem Mektuplar, Necdet Bayraktaroğlu.
*Kotarmak: bitirmek