Sultan II. Mahmut Han asr-ı ricalinden bir zât, Ramazan’da bazı ahbap ve tanıdıklarını iftara davet eder. Meşhur şair İzzet Molla da davetliler arasındadır.
Yatsı ezanı okunur ve cemaatle namaza başlarlar. İmamlık eden zât, namazı neredeyse iki secdeyi bir edecek kadar acele kıldırıyormuş. Çok kısa zamanda, sonuncu rekâtın tahiyyatına gelirler. O ara dışarıdan bir adam gelir ve namaz kıldıklarını görünce:
“Hazır abdestim varken ben de cemaate yetişeyim” diye düşünür. Fakat tam safa dâhil olacağı sırada cemaat selam verir. İzzet Molla dönüp adama şöyle der:
“Be adam! Biz içinde iken yetişemiyoruz, sen dışarıdan gelip nasıl yetişeceksin?”
Bir ramazan günü III. Mustafa’nın veziri Koca Ragıp Paşa’nın konağında yapılan sohbet esnasında Ragıp Paşa Şair Haşmet’e hitaben:
- ‘Senin de borcun var mı Haşmet?’ diye sorar.
Şair Haşmet şu cevabı verir:
- ‘Evet efendim, mahalle bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş...’
Ragıp Paşa sorusunun anlaşılmadığını düşünerek şu açıklamayla birlikte tekrarlar sorusunu:
- ‘Ben onu sormuyorum, oruç borcun var mı?’
Şair Haşmet bu soruyu şöyle cevaplar:
- ‘Paşam, oruç borcunu ALLAH sorar; sizin soracağınız kul borcudur.’
Beyzâde, Ramazan girer girmez her türlü melanetten tevbe ederek namaza başlar. Onu mescidde gören tanıdıkları kenardan işaret ederek: ‘Maşallah! Ne de güzel namaz kılıyor, ne de güzel yakışıyor, nazar değmesin’ gibi güzel kelimelerle taltif ettikçe bu lâflar bizim beyzâdenin kulağına değmekte ve delikanlı içten içe hoşnut olup zevke gelmekte ve içi içine sığamamaktadır. Nihayet bir yerde kendini zapt edemeyip namazı rükûda iken bozar ve kendisini methedenlere seslenir:
- ‘Belki haberiniz yoktur, üstelik şu anda oruçluyum bile!’